`height=

Sitemiz köşe yazarı Dr. Göktan Ay`ın, Prof. Dr. Selahattin Turan (Bursa Uludağ Ü niversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü)  ile yaptığı söyleşiyi  yayımlıyoruz.

AY: Pandemi döneminde Kasım 2020`de ilk söyleşimizi yapmışız. Sn. Hocam, nasılsınız? Çalışmalar nasıl gidiyor? 

TURAN: Çok teşekkür ederim. Salgın esnasında iki yıl süresince, akademik çalışmalarımda, ağırlıklı olarak, uluslararası kitap proje, çeviri ve bölüm çalışmalarına yoğunlaştım. Önceki söyleşimizde şunu söylemiştim: Salgından sonra eğitimde hiçbir şey değişmeyecek, her şey aynı olacak.` Öyle görünüyor ki, Türkiye`de herkes, kurtarabildiği kadar, kendi çocuğunu kurtarmaya devam edecek. Türk eğitim sisteminin bir türlü çözmediği, -Hasan  li Yücel (1938-1946) dönemi hariç- ciddi bir zihniyet, istikamet ve ülkü sorunu` var. Eğitimde 'zihniyet değişimini' sağlamadan yeni bir yapı ve eğitimde fırsat ve imkân eşitliği ve sosyal adalet gibi kronikleşen sorunları çözmek ve herkese 'nitelikli ve kapsayıcı eğitimi sunacak bir model geliştirmek' oldukça zor. 

AY: 'Herkeste bir sınav endişesi öğrenci, öğretmen, müdür, öğretmen adayı, deyim yerindeyse, her eğitimci kafayı sınav ile bozmak üzere, bozdu. Standart test, standart sınav, standart okul, standart yaşam.' demişsiniz. Hocam, hâlâ sınav korkusunu aşamadık mı? Aşamadıksa neden?

TURAN: Eğitim stratejik bir kurum nitelikli, insani ve demokratik bir toplum inşa etmede en etkili araçtır. Kısaca, eğitim toplumların kalkınmasında, huzur, barış ve hoşgörü içinde yaşamasında hayati bir işleve sahiptir. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki eğitime dair söylev, demeçve konuşmalar incelendiği zaman 'Türkiye Cumhuriyeti`nin tam bağımsız, özgür ve demokratik bir toplum olarak' sonsuza dek yaşaması için kilit işlevin 'okula ve eğitime' yüklenildiği görülmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında eğitim ve okula büyük önem verilmiş, eğitim bakanları, bürokratları ve siyasiler bu hususu konuşmalarında her daim dile getirmiş, vurgulamışlardır. Standart testler ve sınavlar yeni eğitim anlayış ve uygulamalarına ters, yeni eğitim felsefe ve anlayışlarına uygun değildir. En basit tabirle eskimiş, önemini kaybetmiş, takıntı haline getirilmiş uygulamalardır. Türk eğitim sistemi, çocuklarını eleyen değil çok yönlü değerlendiren, öğrencelerine seçenek ve tercih hakkı sunan bir yapı ve anlayışa doğru evrilmek zorundadır. Türkiye`nin en kıymetli varlığı, hazinesi insanıdır. Standart sınavlar, bu hazinenin %80`nin başarısız yaftaladığı yapılara dönüşmüştür. Türkiye`nin güçlü bir ülke olması için 'hiçbir çocuğun elenmediği, bütün okullarının nitelikli olduğu, bütün çocukların nitelikli eğitim aldığı' bir eğitim politikası ve bunu gerçekleştirecek model, sistemin kurulması gerekir. Geleceğin başarılı eğitim sistemleri 'gelecek odaklı düşünen, bilgiyi yaratıcı bir şekilde kullanan, hayal gücü gelişmiş ve yaratıcılığı destekleyen' sistemler olacaktır. Türkiye, 1950`den sonra bütün çocukların başarılı olacağına olan inancını pedagojik olarak kaybetti. Bu anlayış politik ve ekonomik elitin işine gelmektedir. 

AY:  'Yaratıcılık, eleştirel düşünme, özgünlük ve biriciklik standartlaştırılamaz.' derken neyi vurgulamak istiyorsunuz?

TURAN: Bu soru çocuğun doğasına dair yapılan tartışma ve çalışmalarla ilgili. Türkiye`nin en önemli varlığı yeraltı kaynağı değil, yer üstü kaynağı olan, 'çocuklar, öğrenciler yani insanıdır.' Her çocuk üstün bir varlık, potansiyeldir. Şunu biliyoruz her bir çocuk kendine özgüdür ve bir takım verili yetilerle doğar eğitim ve okulun hatta ailenin temel görevi, insanda doğuştan doğal olarak bulunan bu yetinin ortaya çıkarılması, çocuğun kendi özgün ruhunun ufkuna yürümesi için destek yapıları kurmak, imkân sağlamaktır. Standartlaşma öldü, standart insan öldü. Yaratıcı, hayal gücü gelişmiş, özgün, eleştirel düşünen özelliklere sahip yeni insan tipi/tipolojisiönem kazandı. Fakat biz hâlâ 'standart insan yetiştirmeye' çalışıyoruz. Bir türlü eski anlayış ve uygulamalardan vazgeçemiyoruz. 'Eğitimde devrim' şart. Eğitime dair söylenmesi ve konuşulması gereken her şey konuşuldu, söylendi. Bütün dünyada her eğitimci ve eğitim sistemi her çocuk biricik ve kendine özgüdür` başlangıçilke ve varsayımını kabul eder. Bunun anlamı şudur: İnsan kalıba sokulamaz, standartlaştırılamaz. Bu çocuğun doğasına ters bir durumdur. Modern okul çocuğu normalleştirmeye çalıştığı için başarısız oldu veya iflasın eşiğine geldi. Bugün okullar bir yandan diploma ve sertifika dağıtan merkezler, diğer taraftan kurs ve sınav endüstrisine dönüştü. Bu yüzyılın ve geleceğin başarılı eğitim sistemleri, az öncede sözünü ettiğim gibi, yaratıcılığı güçlendiren ve eleştirel düşünmeyi, biricikliği ön plana çıkaran, bilen değil yapabilen, izleyen ve değerlendiren, denetleyen ve hesap verebilensistemler olacak. Bunun için yaratıcılığı ve eleştirel düşünceyi güçlendiren 'güzel sanatlar/sanat eğitimi, müzik, resim, tiyatro, sinema, edebiyat, felsefe ve benzeri derslerin merkeze alındığı' bir anlayışın, okulun merkezine konulması gerekir. Sanat ve kültür odaklı eğitim anlayışı çocukların kimlik inşa ve kendilerine güven duygularının güçlendirilmesi açısında da stratejik bir husustur. 

AY:  Ü lkemizde 'eğitim' konusu bir türlü rayına oturamadı. MEB,  8.nci Bakana kavuştu. Ama, Sn. Mahmut Özer, Bakan Yardımcısı olduğu halde, Bakan olunca birçok bürokratı ve sistemi değiştirdi. Bu doğal mı?

TURAN: Bu husus 1950`den beri böyle. İktidarlar eğitimi ideolojik, kitleler üzerinde 'egemenlik kurma, endokrine etme' aygıtı olarak görüyor. Oysaki eğitim ideolojik değili politik bir aygıttır. Eğitimin politik tarafı, esas itibariyle, Türkiye Cumhuriyeti`nin sonsuzda dek tam bağımsız ve huzur içinde yaşaması için çocukların özgür iradeleri ile siyasal tercih yapabilmeleri ve sosyal yaşamın bütün süreçlerine aktif katılabilmeleri için temel beceri kazandırma süreci ile ilgilidir. Millî Eğitim Bakanlığı`nın yeni bir yapı ve davranışa ihtiyacı var. 

Devam edecek; .