CENAP ŞAHABEDDİN

Kırlar İstanbul’un Cemil Paşa’dan çok evvelki parklarıdır. Onlara doyamam. Benden daha teşne-i vüs’at bir ruh sanırım ki bulunmaz. En geniş ovalarımızda bile isterim ki ufuk daha, daha ötede bulunsun. Ama vatan bence vatanın kırlarıdır: Kırların âgûşunda şefkat hisseder ve kuvvet bulurum, oralarda hava kulağıma bir valide gibi ninni söyler ve kalbime en güzel hülyaları çağırır ve toprak biraz ana göğsü kokar.

Dün güneş ve hava o kadar leziz idiler ki, içimden: “Acaba oruçluların oruçlarını bozmazlar mı?” dedim. Semâ öyle saf ve o kadar yüksekti ki ona bakmak için nazarınıza bir ulviyet-i dindarâne iâre etmeliydiniz. (Dindar bir ulviyet kazandırmalıydınız) O saf semânın fîrûze-i sayvânı altında gezmek bence hayatın hâricinde bir âlem, sanki bir âlem-i rüya idi. Nihayetsizlik tenhalılar içinde öyle hissediyordum ki bütün hukukuma güya mâlik idim. Rüzgâr hiçbir ağza sürülmeden bana geliyor ve işte ziya hiçbir temas ile bulunmadan beni ısıtıyor: Şu bî-nazîr neşide-i tabiatın sâmî-i sermesti yalnız benim... Karşımda hiçbir mâni yoktu ki buna: “Dur!” desin. Ben ölümü unutmuş ve hayatın hüsn-ü halâvetine inanmış yürüyor, yürüyordum. Bir yolda güzel çimen kokusu alıyor ve tatlı kuş sesi işitiyor muydum, o yol nereye çıkar, sormak istemiyordum... Güneş bir dostum ve gölge bir dostumdu: Biri dest-i nûr (nur gibi el) ile öteki dest-i tarâveti (körpe el) ile omuzlarımda birer nevâzişti (iltifat) ...

Her güzellik bir hâtıra-i edebiyye mi uyandırıyordu: Biraz şair olmuştum: Gelincikleri birer taze kalp gibi nâr ve hassas buluyordum; papatyalar sarı yürekleriyle nazarımda birer gümüş yaldızdı; zaman zaman çimenlerin yeşil seccadeleri içinde havalanan beyaz kelebekleri kanatlı bir çiçek sanıyordum. Serçelerin sâmiamı sık sık fiskeleyen her nağmesi şimdi bence bir kafiyeydi...

Şehrin müzmin hummalı sefaleti üstüne kırlar bir manzara-i teselli vaz’ediyor. İstanbul’un hasis dedikodularından ne kadar uzağım. Kırlarda kuşlar ve böcekler size ne kadar temiz birer nedîm-i ruh olurlar. Serçeler: “Sev ve terennüm et!” derken, arılar: “Çalış ve sev!” der; rüzgâr size her çiçekten bir selâm-ı râyıha getirir; güneş muhteşem bir hatîb-i hikmet olur. Ne riyâ, garaz ne hased, ne ihtiras, beşerî küçüklüklerin hiç biri yok... Kendinizi tefessühât-ı içtimâiyyeden (sosyal kokuşmuşluktan) gittikçe uzaklaşıyor hissedersiniz ve hissedersiniz ki ruhunuz bir gökyüzü banyosu içinde yıkanıyor, yıkanıyor...

Bu vuzû-ı vicdandan sonra tuyûr ve hevâmmın zemzeme-i tehlîlini dinleyerek mübdî-i kâinatı bir secde-i dimâgıyye ile selâmlamak da eminim bir ince ibadettir...

 1920

Editör: Elif Şahin