'İnce Kırmızı Hat' isimli muhteşem savaş karşıtı, savaş filminin bir yerinde filmin boş rol oyuncularından birisi Nietzsche vari bir yaklaşımla 'İçimdeki bu ateşi kim yaktı. Kim söndürecek?' der. Bu söz bir bakıma Rauf Denktaş isminin bendeki izdüşümünün ifadesidir. Adını tam koyamadığım, tam olarak ta açıklayamadığım bir izdüşüm.

İçimdeki bu ateş 26 Ekim 2007,Cuma akşamı yine yandı. Çünkü yine Rauf Denktaş`la karşılaşmıştım. Ergun Göze`nin yazı ve fikir hayatının 50.yılı vesilesiyle Kubbealtı Akademisi`nin düzenlediği kutlama merasimine katılmıştı. 26 Ekim`de onunla üçüncü defa bir arada bulunuyorduk.

İlkinde yer Kubbealtı Akademisi idi.1993 ya da 1994`tü. Büyükelçi İlker Türkmen ile 'Dış Politika ve Kıbrıs' konusunu konuşuyorlardı. Konuşmaların sonunda soru sorma faslına geçilmişti. Denktaş`ın duygu yüklü konuşması 'damarlarımdaki asil kanı' harekete geçirdiğinden olsa gerek 'Efendim niçin burada Avrupa ve Amerika`nın, Kıbrıs meselemizde bize çıkardığı zorlukları bahsediyorsunuz. Biz yaptık. Oldu ve bitti şeklinde bir inisiyatif koyamıyor muyuz? Hatta biz sizi muhatap almıyoruz şeklinde bir irade ortaya koyamıyor muyuz?' şeklinde kızgınlıkla sorumu sordum. Neler söylediğini duymadım bile. Beni onun vereceği cevap hiçilgilendirmiyordu. Bu nedenle de cevaplarına zihnimi odaklamadım. Benim için o anda sorduğum soru önemliydi;

İkinci bir arada bulunduğumuz mekân 1995 yılının Aralık ayında Taksim`deki Atatürk Kültür Merkezi idi. Aydınlar Ocağı`mız masaya 'Avrupa`nın Emelleri ve Kıbrıs' konusunu yatırmıştı. Konuşmacılardan birisi de konuyu en iyi bilen ve bir ömür boyu kavgasını da en iyi şekilde veren Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş idi. Denktaş`ın o gün yaptığı konuşması sadece benim tarafımdan kayda alındı ve 2007 yılında yayınlandı.

O günkü konuşmanın özeti: '1983`de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kurulması 'baraj çekmek'  içindir ve baraj çekilmiştir.

1983`den bu güne, birçok görüşmelerimiz oldu. Bu görüşmelerde biz ne istedik ve hala ne istiyoruz? Diyoruz ki meselenin halli için evvela 1960`da temel addedilen hak ve ilkelerimizi yineleyin, tekrarlayın.

32 yıldır Rumlar, bu anlaşmaların geçersizliğini ispat etmek için uğraşmaktadır.

Bizim de 32 yıllık direnişimiz bu anlaşmaya, bu hakka dayanılarak yürütüldü. Ü midimiz o garanti anlaşmasıdır. Anadolu`nun eli, sesi, her şeyidir garanti anlaşması. Bu anlaşmadan dolayı Anadolu, o küçücük adaya 'işte buradayım' diyor.

Garanti anlaşmasının altında Türkiye sadece bizi garanti etmiyor. Türkiye`nin Kıbrıs üzerinde çeşitli çıkarları vardır. Anlaşma ile Türkiye kendi çıkarlarını da garanti ediyor.'

Nedir bu çıkarlar? Rahmetle andığımız Sayın Fahri Korutürk ve Sayın İsmet İnönü bize 'Türkiye`yi büyük bir badirenin içine sürükledik' dediğimizde daima hatırlatırlardı. Ve 'Denktaş Bey, eğer siz olmasaydınız dahi Türkiye, Kıbrıs`ın Yunanistan`a gitmesine müsaade etmez ve edemez. Çünkü Kıbrıs Yunanistan`a giderse yani düşman eline geçerse, Türkiye açık denizlere çıkan bir ülke olmaktan çıkar. Ve bu durumda Yunan, adalarıyla bizi bağlamış, boğmuş olur. Bu nedenle dava müşterektir ve biz bunun bilinci içerisinde büyük mücadeleyi verdik' derlerdi.

Türkiye`mize, anavatanımıza, gözümüz gibi sevip koruduğumuz anavatanımıza Yunan`ın eli Kıbrıs üzerinden uzanmasın, Kıbrıs adası Türkiye`mizin bağrına saplanacak bir Yunan hançerine dönüşmesin diye Kıbrıs Türk`ü varını yoğunu yıllarca ortaya koymuş Anadolu`daki kardeşlerinin heyecanından güçalmış, Türk hükümetlerinin ellerinden geldiklerince verdikleri destekle de yıllarca mücadele etmişlerdir. Ve nihayet Cumhuriyetini kurmuştur. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti`ni de Türkiye tanımıştır.

Yine de diyoruz ki, barış harekâtı için bütün dünyayı karşısına alan namus davası bildiği Kıbrıs`ta kardeşlerini kurtarmak ve Kıbrıs`ı Yunan`a bırakmamak için her şeyini ortaya koyan ABD`nin dört yıl süren ambargosuna dayanan Türk ulusu böyle bir durum karşısında e.. ne yapalım. Mademki öyleymiş, varsın Kıbrıs feda olsun da bizim işimiz yürüsün' diyecek mi?

Bunu düşünmek gaflettir. Çünkü Türkiye Kıbrıs`tan vaz geçmez ve geçmeyecektir.'  şeklindedir.

Ü çüncü Denktaş buluşmamıza ise üçkişiden oluşan ekibimle daha özenli biçimde katılmıştık. İstanbul Ticaret Ü niversitesi`nin konferans salonundaki toplantıda on yaşındaki oğlum Metin ile dokuz yaşındaki diğer oğlum Mehmet`le birlikte salonda yerimizi aldık. Program başladıktan az sonra çocuklar fotoğraf makinesini alarak ve birbirlerine kuvvet vererek çalışmalara başladılar. Fotoğraf çekmek için salonun ön tarafına gittiler. Denktaş`ın onları yanlarına çağırdığını ve konuştuğunu, başlarını da okşadığını gördüm. Bunun üzerine ben de oraya gittim. Sayın Cumhurbaşkanına 'hoş geldiniz efendim' diyerek çocukların babası olarak kendimi tanıttım. Çocuklarıma da 'Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanımız' diyerek kendilerini tanıttım. 'Eski Cumhurbaşkanı' diyerek benim ifademi düzeltti. Çocuklarımla fotoğraflar çektirdi ve onları önemsediğini her halinden belli etti.

Ergun Göze toplantısından sonra, aklım hep Sayın Rauf Denktaş`a söylemek istediğim ama söyleyemediğim cümlelerle meşgul. Ona, 'eski Cumhurbaşkanı' diyerek beni tashih ettiği zaman 'Sayın Cumhurbaşkanım 20.asırdan sonraki Türk tarihinde iki kişi asla eskimeyecektir. Birisi Türkiye Cumhuriyeti`nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, öteki de sizsiniz efendim; ' diyebilseydim.

Ama diyemedim.

Kesin olarak bildiğim ise Denktaş`ın da ifade ettiği gibi: 'Türkiye Kıbrıs`tan asla vaz geçmez ve geçmeyecektir.'