Kimim ben?
Önce küçük bir kız çocuğu... Ailede herkesin dikkatinin üzerinde olduğu, anneden ve herkesten çok senin moralin üzerine yoğunlaşılan ilgi yumağı bir ailenin küçük kızı. Bütün bireylerden farklı ilgi ve tepkiler aldığın. Sen bu aileye dâhil olana kadar herkesin ünsiyet ve sorumluluğunu önceden almış olduğu küçük bir kız çocuğu... Sorumluluk alma konusunda çok da bir iş kalmamış sana. O yüzden hep iç dünyana odaklanıp çoğunlukla gözlemci küçük bir bireysin. Okuldaki başarılarının daim olması bile sıradan, çünkü sen zaten her zaman takdir alırsın. Daha çok kitap okur, yemeğin, gezmen, giyinmen, ihtiyaçların hep karşılanır ve sen sadece hayaller peşindesindir.
Nitekim yazarlık hayalim ilkokul ikinci sınıfta alınan bir karardı.
Annemin gözlemeleri, babamın kutulu gofretleri, ablalarımın hediyeleri, misafir arkadaşları, ilgi duydukları uğraşlar, alanlar hep hazır sunuldu. Babayla sohbet, babaanne ile şakalaşma, sokakta saatlerce top oynama, ip atlama... Sana ait seçimlerin, hep onay gördü... Dinleyenin çoktu, senin de anlatacak hep bir şeylerin olurdu.
Babam düzen insanı ve tatlı sert idi. Bir bakışı yeterdi. Ve biz o bir bakışı almamak için hep mükemmel bir uyum içinde olmaya gayret ederdik. En özelimi hep babamla paylaşırdım. Çünkü çok tatlı dinlerdi, dikkat ve itina ile sözü hiç kesmeden. Sonunda ise az ve öz bir üslupla sonuca bağlamasına hep hayran kalırdım. En büyük kaygım az bir süre sessiz kalsa, konuşmasa; “acaba onu incitecek, onay vermediği bir davranışım mı oldu?” diye kendimi sorgulardım.
Yarıyıl tatilinde ıspanak yemediğim bir gün karnemin arkasına tükenmez kalemle! öğretmenime bu durumu yazması, o küçük kız çocuğunun itiraz edemediği bir durumdu. Çünkü o karne okullar açılınca öğretmene geri verilecekti. Hiç kızmadan, kırmadan eyleme dökmüş olması, babamın gerçekliğine her zaman güven duymamı sağladı.
Karneyi öğretmene verdiğimde başıma kaynar sular dökülmüş gibi hissetmiştim... “Ispanak yemeyi tercih etmemek ne büyük bir şımarıklıktı değil mi öğretmenim?” Bu sadece, benim iç sesimdi. O güzel öğretmen ise sadece gülümsedi, evet öyle hatırlıyorum. O da sevdiği bir öğrencisinin hatrına bu konuda dokunacak değildi. Babam da beni sevdiği için böyle bir yöntem uygun görmüştü, sözü eskitmeden, yıllar sonra hala unutmadığım bir nasihat vermişti. Nitekim o günden sonra hiç yemek seçtiğimi hatırlamıyorum. Aile öğretmen ilişkileri, bir tebessüme sığacak kadar nahif ve güven doluydu. Bu bakımdan ne şanslı bir nesildik değil mi?
Okula gitmeden önce, evde dört öğrenci ablamın yanında okuma yazmayı, matematik işlemlerini öğrendiğim için, babamla okula kayıt için gittiğimizde müdür bey” ikinci sınıftan başlatalım” dedi... Babam kabul etmemişti. Çünkü her şey usulüne göre olmalıydı. Yine oradaki kararlılığı beni hayata hep güven duygusuyla bakmaya yöneltti.
Evet, küçük bir kız çocuğu idim... Ne güzel bir çocukluğum vardı hatırladıkça kendimi ayrı bir masalın içinde buluyorum.
Okul yıllarını hızla geçmek sadeti erken getirir sanıyorum... Sözü uzatmadan.
İş hayatına başladığımda yine ailevi hiç bir sorumluluğa girmeden sadece işine odaklanmış bir kız çocuğu olarak hayatıma devam ettim, maaşım vardı ama yine de babam harçlık vermeyi ihmal etmezdi. Hazır sofraya oturmak, annemin yaptığı kahveyi babamla karşılıklı içerek günün kritiğini yapmak, onun benim için ayırdığı köşe yazılarını konuşmak, bazen geç saatlere kadar açık oturum programlarını izlemek, bazen de eski plaklardan birlikte Türk sanat müziği dinlemek.
Canım annem; bütün gün işleri yapmış ve bizim sohbetimize sessizlikle eşlik eder, dinlenirdi. Oysa ben bir ziraat mühendisi olarak; eve gelince sadece dinlenme rüyasında idim.
Elbette yoğundum... Ama rolüm; sadece çalışan ve memleket meselelerini düşünen bir genç değil, annemin kızı olarak; “o salatayı da ben yapayım, bugün de bulaşıkları ben yıkayım” demem gerektiğini hatırlamalıydım.
Beni seviyorlar diye herkes bana, benim koşullarıma ve öne çıkardığım rolüme, uyum sağlamak zorunda değildi. Ama hep öncelikleri oldum, hepsi ayrı ayrı çok özel ve kıymetliler ailemin bütün bireyleri. Hepsine bu vesile ile sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Hepsi Rabbim’in nasip ettiği güzellikler, ömürleri sağlıklı, bereketli olsun.
Rollerimiz ah! Rollerimiz... Esas mesele, bu kısmı izah edebilmek.
Sadece küçük bir kız çocuğu olmak, sadece iş hayatına odaklanmak, evlenince sadece eşin varmış gibi bütün hayatını onun saksısına taşımak, kendi normlardan vazgeçip onun kriterlerine adaptasyon için birçok şeyinden vazgeçmek... Evet, hepsi gönüllü, bile isteye.
Fakat; bir lakin'i, bir fakat'ı var bu işin, hem de yıllar sonra.
Anne olduğunda sadece annesin, hayata hep bir anne gibi bakıyorsun... Anneliğin; evlat ve eş olmanın önüne geçiyor belki, nitekim işimin önüne geçti, bile isteye gönüllü istifa dilekçesi vererek... Bunlar hep bir vazgeçiş... Pişmanlıktan değil, yaşam yolculuğunda açılan kapıların eşiklerinden, yol ayrımlarından bahsediyorum.
Vazgeçişler senin öz kimliğine yönelik olsa da, sevgi uğruna, kutsiyetine inandığın durum ve kişiler için tereddüt bile edilmez. Elbette yüreğini ortaya koyarak kararlar alırsın. Ta ki; tekâmül yolculuğunda nasibin olan farkındalıkların kenarından, yaşadıklarını anımsayıp değerlendirme sürecine girdiğin a'na kadar. Elbette pişmanlık değil, o zamanki halimle, aklımla, duygularımla yine en doğrusunu yaptığımı düşünüyorum, çünkü ilahi bir lütufla takipteyiz, başıboş ve terkedilmiş değiliz... Ne mutlu ki o cesur kararları verebilmek nasip olmuş. Asıl ifade etmek istediğim mesele, sadece bir role sığınıp, bununla yola devam etmek ve yakınlarını bu rolle seni kabul etmelerine mecbur bırakmak onlara fedakârlık sorumluluğunu yüklüyor diye düşünüyorum ama şuan ki halimle, aklımla, duygularımla düşünüyorum. Hatta şuan bu satırları yazarken! O kadar taze ki bu tespitler. Yazmak böyle de güzel bir durum, şükürler olsun ki.
Sen; hem evlatsın, hem eşsin, hem meslek sahibi bir çalışansın, hem arkadaş, hem kardeşsin... Bir hayatın içinde, birden fazla rolün var. Benim şu anki farkındalığımdan yola çıkarak, sadece bir role odaklanarak yaşamak değil, diğer rollerini de canlı tutarak, başka rollerinin de farkındalığı ile nefes alarak yol almak... Belki de hepsi dengede idi bilmiyorum, sevdiklerime sevenlerime sormak lazım gelir, yine de kendimi tahlil etme noktasında acımasızca eleştirmek niyetinde değilim... Sadece edindiğim bir tespiti paylaşmak, güzel manada faydalı olabilir kanaatiyle bu haftaki yazımda, bu konuyla sizlerleyim.
En güzel kısmı ise, kulluk bilincine; bütün bir hayatın getirisi ile samimi anlamda ram olmak, olabilmek, gayreti ve bilinci... Bu da hayat okulundan aldığımız ya da alacağımız takdir namenin bir yansıması olsa gerek...