Yazar Selvigül Kandoğmuş Şahin, yeni çıkan kitabı “Kadim Şehirler ”de; Endülüs, Saraybosna, Kudüs, Şanlıurfa gibi tarihi yerlere yaptığı seyahatlerdeki gözlemlerini, bu şehirlerle kurduğu bağı okuyucu

Yazar, şehirleri sadece turistik birer durak olarak görmeyip, mekânla maddi ve manevi bağını kaleme alarak, okuyucu için bir rehber ve dolaylı bir şahitlik imkânı sunuyor. Selvigül Kandoğmuş Şahin ile Kadim Şehirler kitabı üzerine konuştuk.

“Kadim Şehirler” tanımı sizin için tam olarak ne anlama geliyor?  
Yaşadığımız dünyada, geçmişten günümüze kadar gelmiş olan, insanlık tarihini inşa eden, katkı sunan, medeniyet oluşumunda öncü şehirler vardır. Bunlara kadim şehirler diyebiliriz. Bu şehirler, geçmişten günümüze medeniyet, tarih, hukuk, edebiyat, sanat, inanç ekseninde insanlık tarihinin kültürüne ve oluşumuna mekân olmuştur. Dünya’nın hemen hemen her coğrafyasında kadim şehirler olsa da kültürümüzde öncelikli olarak Mekke, Medine, Kudüs akla gelir. Buralar üç kutsal mabedin, Mescid – i Haram, Mescid – i Nebevî, Mescid – i Aksa’nın bulunduğu şehirlerdir.  

Mimarisi, sanatı, edebiyatı miras olarak bugüne kalan medeniyetleri barındıran, diri, ilham verici, inşa edici bu şehirlerin ayrı bir ruh iklimi vardır. İstanbul, Diyarbakır, Bursa, Mardin, Urfa, Maraş, Şam, Bağdat, Kurtuba, Saraybosna gibi pek çok şehir doğudaki kadim şehirlere örnek verilebilir. Tabi bu sayı çok daha fazladır. İnsanlık tarihi kadar kadim bir hikâyeyi bağrında barındıran, medeniyetleri temsil eden şehirler dünyanın pek çok yerinde vardır. Batıda; Atina, Roma, Paris, Londra gibi pek çok şehri sayabiliriz. Ruhunu kaybederek büyüyen, gökdelenleri, çarpık mimarisi ile estetikten uzak kentlerin yanında bu kadim şehirler, geçmişten günümüze güçlü ve nahif yanları, dokunaklı, derin hikâyeleri, sağlam duruşları ile üzerinden geçip giden insanlığı selamlamaktadır.  

Bu şehirlere yaptığınız seyahatler ve gözlemleriniz fikir dünyanızı nasıl etkiledi? 
Seyahat yapmayı hep sevdim. İmkânım elverdiğince dünya üzerinde medeniyetleri temsil eden, benim de manevi dünyama zenginlik katacak, ibret nazarıyla dolaşacağım şehirlere, ülkelere gitmek istedim.    

Selvigül Kandoğmuş Şahin

Rabbimiz “De ki: ‘Yeryüzünü dolaşın ve (sizden) önce yaşamış olanların sonlarının ne olduğunu görün: onların çoğu Allah’tan başka varlıklara ve güçlere ilahi sıfatlar yakıştırmışlardı.” (Rûm Suresi 42. Ayet)  ayetinde de belirttiği gibi insanoğlunun bir yere çakılıp kalmasını istemez. İbret nazarıyla, dersler çıkarmak için, öncekilerin yaşadıklarından ilham veya ibret alması için insanlara yeryüzünü gezin, dolaşın diye anlamlı bir çağrıda bulunur. 2013 yılında ilk olarak Hatay’a yaptığımız ilham veren, muhteşem geziyle tanıdığım, medya mensubu hanımlar tarafından kurulan, “Haydi Gezelim” gezi grubuyla birlikte pek çok yere gitmek nasip oldu. Yola gitmek önemli ama yoldaş da çok önemlidir. Eskiler, “evvel refik, badel târik” derler, yani; “önce yoldaş, sonra yol”. Gezi grubunun şehirlerin manevi mekânlarına giderek aynı zamanda medeniyetimize, köklerimize dair anlamlı çağrışımlar yapan, bizi inanç noktasında inşa eden mekânları öncelemeleri, düzenlenen her geziye istekle katılmama vesile oldu. Yaklaşık on yıl boyunca, her yıl sene başından biriktirdiğim harçlıklarımla, gezi zamanına kadar masrafımı karşılayarak pek çok yeri ziyaret etme imkânı buldum. Bazen evime alacağım bir eşyadan vazgeçtim, bazen bir kıyafetten. Seyahat için bir bütçe oluşturmaya karar verince ve niyetlenince Rabbim de yolları açıyor. Kimi yerlere de yazar olarak seminer vermek veya kitap fuarlarına davet edildiğim için gittim. Bu vesileyle gittiğim yerleri de gezme fırsatı bulmuş oldum.   

Nihayetinde “gezen mi bilir, okuyan mı bilir?” diye meşhur bir ifade vardı. Gezmenin, ziyaret etmenin, özellikle kutsal beldelerde bulunmanın yerini hiçbir şey tutamaz. Bu durumu seyahat edip, o beldeleri yakinen görünce anladım. Özellikle hac ziyaretimde yaşadıklarım hiçbir kitapta yazmaz. Orada hissettiğim duygularımın hiçbir kitabî ifadesi olamaz diye düşünüyorum. Tabi feyz almak, bilgilenmek, paylaşmak için okumak çok kıymetli. Ama Kudüs gibi mukaddes bir beldenin sokaklarında dolaşırken hissettiğiniz o hüznü, Kubbetüs Sahra’daki o duygu yoğunluğunu, içinizde depremler oluşturan Kudüs sokaklarındaki çocukların gözlerinde gördüğünüz tarifsiz teslimiyeti hiçbir kitapta okuyamazsınız. Medine’nin sabah yüzünüze vuran meltemini, kutlu şehre Asrı Saadet Peygamber’inin kattığı o muhteşem huzuru, sükûnu, süruru hiçbir kitap yazmaz. Siz bunu ancak yaşarsınız, yüreğinizin derinliklerinde hissedersiniz. Nice özlemlerle gittiğiniz Uhud Dağı’nın eteklerinde, avuçladığınız toprak azizdir, seyrettiğiniz dağ yücedir. Dağı seven Peygamberinizi hatırlarsınız, yüreğiniz titrer. Hz. Hamza’nın kabrinin başında gözyaşlarıyla duaya durduğunuzda, yalvardığınızda kitaplardan öte bir dünyayı adımlarsınız.  

Batı şehirlerini de aslında bir doğulu ruhuyla gezdim. Batı şehirlerini romanlardan, hikâyelerden, filmlerden gördük ama yakinen görmek, sokaklarını bulvarlarını adımlamak çok başkaymış. İşte o zaman batı insanıyla, mimarisinin, medeniyetinin nasıl da mündemiç olduğunu görürsünüz. Bunu anlamanız için Paris’in görkemli yapılarını, arka sokakların tenha ve karanlık zamanlarını temaşa etmeniz gerekiyor. Veya Kafka’yı Prag sokaklarında onun izini sürerek anlamaya çalışırsınız. 
Gezdiğim “Doğu” ve “Batı” şehirleri, medeniyet durakları olarak beni çok etkiledi diyebilirim. Ufkumu açtı, bana ilham oldu. Gerçekten seyahat etmek çok etkileyici herkese tavsiye ediyorum.   
 
Bu eseri yazma fikri nasıl doğdu? 

Bir yazar olarak not tutmayı çok önemsiyorum. Gezerken de notlar aldım. Özellikle tarihi bölgelerdeki mekânları, olayları gözlemleyerek rehberlerin de anlatımını ekleyerek yazmaya çalıştım. Gezi dönüşü de gezi yazılarımı, yazdığım edebiyat dergilerine gönderdim. Bu yazıları yazarken araştırmalar yaptım. Pek çok kitap aldım, onları inceledim. Paris yazılarını Endülüs, Viyana, Hatay, Urfa ve diğer şehirleri yazarken pek çok kaynağı, kültürel, edebi ve sosyolojik olarak incelemeye çalıştım. Eser, aynı zamanda bir kültür kitabı olarak da okunabilir. Şehirlerin edebiyat duraklarını, edebi şahsiyetlerini, türkülerini, şarkılarını, kimi zaman mitolojik hikâyelerini anlatmaya çalıştım. Böylelikle bir bakıma kadim kültürü aktaran yazılar ortaya çıkmış oldu. Tabi bu yazılar zamanla birikti, ben de kitap haline getirmeyi çok istiyordum ve bu şekilde ortaya çıktı. Yayıncım Ünsal Ünlü kitaba isim arayışında bulunurken, “Kadim Şehir” ismini yakıştırdı. Doğrusu ben de çok beğendim ve bu isim kitaba çok yakıştı.  

Eserinizde, şehirlerin fiziksel varlıklarının yanında ruhuna da değiniyor ve “her şehrin ruhu, içinde yaşayan insanlara da sirayet eder” diyorsunuz. Bir şehri mimarisinden, insanına derinlemesine gözlemlemek için nasıl bir hazırlık gerekir? 

Şehirler de insanlar gibidir aslında. Bunu o şehri gördüğünüzde, şehrin insanıyla, mimarisiyle, daha doğrusu onu diğer şehirlerden ayıran her ne özellik varsa, onun ayırımına vardığınızda anlıyorsunuz. Her şehrin kendine has, onu diğer şehirlerden ve metropollerden ayıran özgün, bozulmamış bir ruhu vardır. Şehirlerin izleğini sürdüğünüzde ruhunu, birikmiş acılarını, hasretlerini, gizemli tarihlerini bir anda görmeniz mümkün değil tabi. Gezdiğim şehirlere yolculuğumda bunu derinden hissettim. Aslında şehirleri hazırlıksız, önyargısız gezmek en güzeli. Bâkir ve tarafsız duygularla. Sonrasında o şehirlerin sizde bıraktığı izlenimleri yazmak daha anlamlı oluyor. Gezdiğiniz yerlerin arka planını, yaşanmışlığına dair derin izleğinin peşine düştüğünüzde, araştırmalar yapıyorsunuz ve o zaman da okuyarak şehirleri geziyor, öğreniyorsunuz. Özellikle Endülüs gezisinden sonra okuduklarım beni çok sarstı. Gezdiğim yerlerde aldığım notlara, okuduklarımı da harmanlayarak gezi yazılarını yazdım. Böylece, gördüğümün arkasındaki görünmeyeni, derinlerdeki izleği de keşfetmeye niyetlenmiş oldum.  

WhatsApp Image 2023-03-28 at 16.30.49

Batı şehirlerini gezerken sık sık Doğu ile kıyaslıyorsunuz. Müreffeh Batı şehirlerini gördükten sonra, Doğu’yu nasıl tahlil edersiniz? 

Önceden de söylediğim gibi aslında batıyı, bir doğulu ruhuyla geziyorsunuz. İşte o zaman Paris’i gezerken İstanbul canlanıyor gözlerinizin önünde. Seine Nehri’ne baktığınızda, eşsiz güzelliği ile İstanbul Boğazı’nı görüyorsunuz. Yine Prag’da yapay bir nehirde gezinti yaparken, şehirlerinizin içinden akan gümrah nehirler aklınıza geliyor.  

Osman Sarı “Taş Gazeli” şiirinde: “Ülkendir taş ve beton bu yanlış kent / Her gün bir yanın biraz daha taş senin” diye seslenir. Paris’in ve diğer batı şehirlerinin mimarisinde bu şiirdeki seslenişi de hissetmedim değil.  
“İnsan ruhundaki dinginlikle kentimizin dinginliği uyumludur; arada sırada başkaldırır, sonra yeniden başını içeri çeker. Şimdi hüzünlü dönemi yaşamaktadır. Kent size doğru yürür, siz kente doğru yürürsünüz; ölülerinizle, yaşayanlarınızla, birer birer karşılaşırsınız. Gece gecedir ya, bir gündüze dönüşür; ölülerinizin anıları içinizde deprem gibi sarsar bir yerinizi. Bu sarsıntılardan yaşama sevinci doğar şehrin ortasında; gülerek caddeleri, sokakları geçersiniz.” Bu cümleler ile sanatçı duyarlılığıyla şehre bakışını anlatır Nuri Pakdil. Paris’i anlatırken ve şehirde yaşarken, doğulu olarak kalmanın eşsiz mücadelesini verir. Geçtiği yollarda, ıssız parklarda, kalın gövdeli ağaçların gölgeliklerinde doğuya yürür adeta. Batı’da Müslüman kimliğiyle var olma bilincini yaşamak gerektiğini, okuyucuya sürekli hatırlatır. Paris sokaklarına sığınan göçmenlere, azınlıklara, Cezayirli, Tunusluya bakışı bambaşkadır. Onlarla muhataplığında ait oldukları coğrafyanın sıcak güneşini, büyük davalarının eşsiz heyecanını göçmen yüreklere taşıma derdindedir. Paris bana doğru yürüdü ama ben Paris’e yürüyemedim. Ta ki Paris’in sakin bir semtinde Büyük Paris Camii’ni ziyaret edene dek. Saraylardan, duvarları kaplayan Rönesans’ı yaşatan devasa rengârenk tablolardan, putperestlik kalıntısı onca heykelden sonra, cennet esintili bir caminin bahçesine geldiğim zaman ben de üstat gibi hissettiğimi söyleyebilirim.  

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı? 

Söyleşi için teşekkürlerimi sunuyorum. Çoğu yeri birlikte gezmiş olmanın samimiyeti de var tabi, yol arkadaşlığınız çok anlamlıydı.  
6 Şubat depremi, hepimizi derinden sarstı büyük bir afet yaşadık. Kitap, depremden bir hafta önce baskıya gitmişti, tabi kitabın çıkması benim için buruk bir buluşma oldu. Büyük yıkım gören Hatay ve Urfa gibi medeniyetimizin kadim şehirlerini büyük bir özenle ve samimiyetle yazmaya çalışmıştım. Maraş ve Malatya, Diyarbakır yazılarım da mevcuttu onları nasip olursa ikinci baskıya ekleyeceğim. Söz uçur yazı kalır hesabı Kadim Şehirler kitabında mezkûr mekânları okudukça, o güzel mekânları kayıt altına almış olmak bana hüzünlü, buruk bir duygu yaşatıyor. Rabbim bir daha böyle felaketler yaşatmasın, kadim şehirlerimiz hep varolsun, anlamlı bir miras olarak ayakta kalsınlar.