Güler yüzlü, hoşsohbet ve nüktedan aynı zamanda enteresan bir şahsiyettir Ruhi Baba.

Bektaşî ler arasında nükteperdazlığı ile tanınmış olan şahsiyetlerden biri de Ruhi Bey Baba dan bahsedeceğim. İşte şimdiye kadar hakkında fazla yazı olmayan, mahdut bir zümrenin tanıyabildiği şen ve şuhmeşrep Ruhî nükteleriyle ve zarif şiirleriyle Bektaşî şairleri arasında mümtaz bir mevkiye sahiptir. Bulunduğu muhitte ilim ve irfanı ile tanınmıştır, 73 yaşına kadar yaşayan Ruhî Bey Baba&rsquo nın vefatı h. 1316 (m. 1900) dadır. Vasiyeti üzerine Mızraklı Dede Haziresine (Şemsi Baba Tekkesi) defnolunmuştur.
Bu hoşgû ve hazır cevap Bektaşî , asil bir aileye mensup olan Şeyhülislâm Zeynalâbidin Efendi&rsquo nin nesillerindendir. Daha beşikte iken mollalık payesine nail olmuş fakat bu faydasız unvanla iktifa etmeyerek usulü veçhile medrese tahsilini de ikmal etmiştir. İcazetnamesini aldıktan sonra çeşitli kaza ve livalarda ve hususile Edirne, Bağdat gibi mühim vilâyet merkezlerinde kadılıklarda bulunmuştur. O zaman kadılıklar muayyen bir müddete tâbiydi. Ruhî de son vazifesini ikmal edince İstanbul a dönmek mecburiyetinde kalmış, Beşinci Murad&rsquo ın iltifatına mazhar olmuştur zira Zeynel&rsquo âbidin Efendi&rsquo den ilmi istifade eden Sultan Murad, Ruhî &rsquo yi himaye etmeği bir vazife telâkki ediyordu. Beşinci Murad, gerek efendiliği ve gerek padişahlığı zamanında Ruhî &rsquo yi kıymetli makam ve lütuflarda bulunurdu. Fakat bu ihsan ve lütuflar uzun sürmedi. Sultan Murad&rsquo ın, iktidardan uzaklaştırılmasıyla Ruhî derhal İzmir e sürüldü. Bu kararı duyunca gülmüş:

'Hamdolsun,' demiş, 'benim, bir yere bağlı bir ağaçdeğil, her tarafa giden insan olduğumu kabul etmişler ki, sürüyorlar!'

Ve, 'Aynı yerde duranlar, ağaçgibi yerden bitici' olur manasına gelen, 'Manendi seçer, nabit olur sabit olanlar!' mısraını söyleyerek pürneşe İzmir yolunu tutmuş. Ruhî , artık tamamen İzmirli olmuştu, bir taraftan hazine dâva vekâletiyle meşgul olur, diğer taraftan İzmir&rsquo in Karataş mahallesinde yaptırdığı konağında Bektaşî âyini icra ederdi. İzmir e ilk gittiği h. 1297 (m. 1881) tarihinde Ruhî yalnız bir Bektaşî muhibbi sıfatını haizdi. Bu tarikatin kendisine verdiği hararet ona hakikî bir baba olmak ihtiyacını da duyurdu. Bu saikledir ki hicri 1302 (m. 1886) de bir fırsat bularak İstanbul&rsquo a geldi. Rumelihisarı&rsquo nda meşhur Nâfî Baba&rsquo dan icazet alarak tekrar İzmir e döndü. Artık tam mânasıyla bir Bektaşî babası olmuştu. İzmir&rsquo in ne kadar rint ve kalendermeşrep adamı varsa onun başına toplandı. Kırkağaçlı Eşref gibi meşhur şairler, Nevzad Bey, Bıçakzade Hakkı Bey gibi muharrirler zekâsından dolayı Cin Ahmed şöhretini kazanmış olan İstanbullu Ahmed Bey gibi dâva vekilleri hep onun dervişleri olmuşlardı. Bunlar hemen her gece Ruhî &rsquo nin evinde toplanır ve birlikte işret ederlerdi. Bu meyanda gazeller söylenir, nefesler okunurdu. Ruhî , birçok nefî s manzumelerini işte bu meclislerde söylerdi, maalesef, bunların pek azı kayı altına alınabilmiştir. Farsça ve Arapça bilmesi, onu, divan edebiyatında geniş bilgi sahibi yapmıştı. Esasen o da, güzel sözlere hayran kimselerin dudaklarından düşmeyen mısraları yazacak kadar klasik edebiyatımızda güzel eserle vermiştir. Şüphesiz bu eserler kayıt ve tesbit edilmiş olsaydı büyük bir külliyat vücuda getirilebilirdi halbuki onun bugün mevcut olan şiirleri bir divançe teşkil edilemeyecek kadar azdır. Ruhî , yalnız şairliği ile tanınmamıştır, bilhassa sohbet meclislerinde sarf ettiği zarif nükteler, remizler, kinayeler de onun İzmir&rsquo de şöhreti dilden dile dolaşmıştır.

Eski kadıların, o devirde avukatlık yapmalarına müsaade edildiğinden, küçük bir yazıhane açıp avukatlığa başladı.

Bir gün tarikat mensubu arkadaşlarından iki kişi Ruhi Baba&rsquo nın Kazancı Yolu&rsquo ndaki yazıhanesine gidip o akşamki dem parasını koparmak için bir çare düşünürler.

Bu iki kişi yazıhaneye gidip oturduktan bir müddet sonra, tasarlanan plana göre, mesleği kasaplık olan biri yazıhaneye girer, ve Ruhi Baba&rsquo ya, 'Avukat Bey, size bir şey soracağım,' der. Beni dinler misiniz?

'Söyle bakalım, evlat.'

'Bir köpek bir yerden et kapsa, hayvanın sahibine tazmin (ödemek, zararı karşılamak) düşer mi?

'Elbette düşer.'

'Pekala, sizin şu küçük beyaz köpek, dün, benim dükkanımdan bir mecidiyelik et alıp kaçtı. Tazmin edin öyleyse!'

Durumu anlayan Ruhi Baba, hiçistifini bozmadan, 'Al oğlum, şu mecidiyeyi,' demiş. 'Bu mesele kapandı. Fakat, gelelim ikinci meseleye. Benim istişare ücretim bir liradır. Bu bir altından vazgeçmem. Ver bakalım, şu parayı!'

'Aman efendim. Nasıl olur?'

'Yoo&hellip Bu iki zat da şahittir. Dava edersem, ziyanlı çıkarsın.'

Şaşıran cahil kasap parayı verince, Ruhi Baba gülmüş: 'Gidi külhaniler. Yürüyün meyhaneye. Rakı parası böyle çıkar, işte.'

Vali Kamil Paşa, vilayet Mektubi Kalemi mümeyyizlerinden Rifat Bey&rsquo i açığa çıkarınca, Ruhi Baba, gayet ciddi bir tavırla, 'Sana bir dua edeyim,' demiş. 'Tez günde daha ala rütbeye nail olursun.'

Ruhi Baba, sohbette bulunan zevatın önünde ellerini açmış: 'Ey yüce Tanrı! Şu Rifat kulunu, bugünkü rütbesinden daha küçük mertebeye indirip, berbat eyle! Memurin (memurlar) arasında hacil (utanmaktan yüz kızarma), devlet devairinde (dairelerinde) rezil, hülasa, geçimi gayrıkabil ve sefil ola!'

Dergahtakilerin hepsi bu duaya parmak ısırınca, Ruhi Baba, 'Sizin aklınız ermez,' demiş. 'Yıllardan beri mücerreptir ki (tecrübe edilmiştir ki) Allah, bütün dualarımın aksini yapmayı mutad edinmiştir (adet, itiyad haline getirmiştir). Göreceksiniz, Rifat nasıl refaha kavuşacaktır!'

Herkesin bu nükteye güldüğü tarihten henüz on gün geçmeden Rifat Bey, İstanbul mektupçuluğuna tayin olununca, tesadüfün bu garip cilvesi hayreti çekmişti.

Ruhi Baba&rsquo nın avukatlığı yıllarında, bir davadaki müdafaası meşhurdur. Eski zamanda askerlik, şimdiki gibi vadeli değil, ne zaman biteceği belli olmayan bir vazife idi. Bu şartlarla askere alınan bir İzmirli adam, bir yıl, beş yıl, on yıl geri dönmeyip, ailesine de mektup yazmayınca, öldüğüne kanaat getirilmiş.

Bu uzun beklemeden sonra, açkalan gençkarısı, mahkemeye müracaat edip 'Ayalinin tagayyübü fevtine delil olduğundan halilci menkuhu bihasının kütüğe dul kaydı&rsquo tarzında bir ilam' alıp bir başkasına varmış.

Fakat aradan çok geçmeden eski koca, Yemen&rsquo deki taburundan dönünce, Ruhi Baba&rsquo yı avukat tutup, karısının iadesini istemiş. Hakim, işi inada bindirip, evvelce kendisinin verdiği hükmü bozmamak için, adamın mahsus kaybolduğunu ileri sürerek davayı uzatmaya başlamış.

Mahkeme ertelene ertelene, tam altı ay sürüncemede kalıp, yine bir celsede hakimin, 'Askerlik müddetinin Yemen&rsquo deki taburundan sorulması&hellip * hükmünü verince, Ruhi Baba kendini tutamamış:

'Eskidi yahu, eskidi! diye söylenmiş.

Hakim, 'Tahkikatı müstelzim (gerekli) bir davadır,' demiş. 'Elbette eskir!'

Ruhi Baba artık sabredememiş: 'Hakim efendi!' diye seslenmiş. 'Dava değil, başka adamın nezdinde (yanında) müvekkilimin karısı eskidi!'

Bir gün Ruhî , kendisine kerata denildiğinden dolayı dâva ikame eden bir zatın vekili olur. Kabahatli tarafın vekili olan Artin Efendi isminde biriyle mahkemede karşılaşırlar. İstida okunur. Reis, buna karşı ne diyeceğini Artin Efendi&rsquo den sorar o da
`Efendim, buradaki kerata kelimesi (te&rsquo kidülmedih bima yüşbihüzzem) kabî lindendir. Binaenaleyh, medih makamında söylenmiştir. Yoksa iddia olunduğu gibi zem mânasını tazammun etmez. Müekkilimin beraatini taleb ederim`der. buna ne suretle mukabelede bulunacağı Ruhî Bey&rsquo den sorulur. O da derhal
`Aferin koca kerata, güzel müdafaa etti. Bir diyeceğim yoktur`cevabını verir. Bunun üzerine heyeti hâkime ve samiin gülerek Ruhî yi alkışlarlar.
Bir gün Cin Ahmed Bey ile Ruhî Bey İzmir rıhtımından yürüyerek giderlerken, zehirlenen ve ölmek üzere bulunan bir köpeğe tesadüf ederler. Ruhî , Cin Ahmed Bey&rsquo e eli ile dokunarak köpeği gösterir ve `zavallı hayvanı cin çarpmış' der.
Cin Ahmed Bey de söz altında kalır mı? 'Evet baba efendi, ruhu, g.t.nden çıkıyor`tarzında cevap verir.