Edebiyatın devlet katında bir karşılığı olmalıdır. İlk çağların ve Doğusuyla Batısıyla bütün Ortaçağın görkemi biraz da bundadır.

Edebiyat, büyük Fransız romancısı Flaubert`in bir romanının adından da yola çıkarak belirtelim ki education sentimental`dir. Cemal Süreya bu romanı çevirdiğinde, Gönül Ki Yetişmekte adını vermişti. Bence Cemal Süreya`nın şairce özgürlüğünden doğan bir tasarrufa verdiği anlam iyi niyetli herhangi bir eğitim yetkilisinin dikkatini çekecek değerdedir.

Bununla birlikte, devletin 'gönül eğitimi'nin önemini kavradığından emin olmak güçtür.

Eğitim öyle tek bir açı ve tek katlı bir boyutta ele alınabilir bir kavram ve gerçeklik değildir. Eğitim`in en yerleşmiş tanımı şöyledir: Çocuğu ilk halinden çıkarmak veya potansiyel olarak sahip olduğu şeyleri meydana çıkarmak (gerçekleştirmek).

Aman ne de ağır bir imtihan karşısındayızdır çocuğu emanet olarak yükleniyoruz. Bu kutlu emaneti yetiştirmek, terbiye etmek, forme etmek, tedris etmek sorumluluğunu almışız. Almışız da eğitimi, eğitimin bizden beklediği ile görmekten uzaklaştığımız için bu sorumluluğun hiçde farkında değiliz. Dar ve rate bir bakışla, eğitimde tefrite gitmişizdir. İşte bundan kurtulmamız gerekmektedir.

Şimdi hükû met yeni bir yanlışa düşmüştür. Okumanın sökülmesinde harf birimine geri dönülmesinin bilimsel değeri nedir? Böyle bir eğitim anlayışının savunmasını kim yapacak?

Önce harf, sonra en kısa heceyi kurmak, daha sonra kelime, en sonra da cümle anlayışı, özünde bir iptidaî liği sürekli taşıyacaktır. Amaçharf değildir. Harfler bir araçtır. Harf bir insan sesinin işaretle zaptedilmesidir. Harf, bir sesin çizilmesidir. İçimizdeki sesler anlamları ifade edebilmemiz içindir. Yani konuşma, sözlü anlatımın doğması ve gelişmesi içindir.

Bazılarına banal gelecek bir hatırlatmada bulunmuş olduk. Çocuğun eğitiminde edebiyat ve sanatın değerine değindik.İnsan şahsiyeti, soyut değerlerle yoğrulmazsa ne ile yoğrulacaktır? Bu kadar pozitivist iddialaşmanın açıklamasına girişmek de gerekir. Bu bir etik meselesi olmuştur.

Evet, gönül eğitimi. Ne güzel, ne doğru bir yaklaşım.

İzolasyon bir hastalık halinde mantığımızı sarmıştır. Bu, tefrit halidir.

Biz toplum olarak edebiyatımızın sürekli bir akış içinde öğretilmesine, kelimenin tam anlamında muhtacız. Başlangıçtan bu tarafa, bir eserler silsilesini idrak etmek gereği olarak da bakılmalı buna. BU, BÖYLEDİR. Çocukluktan çıkmakta olan bir çocuk düşününüz.

Gönül eğitimi biraz da bülû ğ çağı ile ilgili değil mi? Kültürün esaslı ögelerinden biri olan zaman duygusu`nun bir insanda yerleşmesi zarureti vardır. İnsan yaradılışına ait bir niteliktir bu. Toplumumuzun yüzyıllara dayanabilmiş ve bu sebeple de kalıcılığı ile toplum ruhuna mal olmuş eserlerin birbiri ardınca gençtarafından tanınması büyük bir ihtiyaçtır. Bu noktada hemen söyleyelim ki klasik değerlendirmesini hakketmiş bir eser geleceğe doğru bütün nesilleri ilgilendiren, onları besleyen, kültürü dolaylı olarak sağlayan ruhun bir tatmini şeklinde sağlayan ürünlerdir. Görünen köye kılavuz mu gerekir: Şu yeryüzünde uluslar temel eserlerinin varlık ölçüsü kadar anlam ifade ediyorlar. Yoksa ulus devlet demiş olmakla kış bahara gebe olmaya yetmiyor.

Tarih ve edebiyatın birlikte bir zenginlik ama bundan önce, bir sağlamlık, bir sahihlik, bir kendine güven duygusu halinde öğrencide zaman duygusunu oluşturması söylemek bile fazla geçmişe bakarken geleceğe doğrudur. Ne tek başına bilim ne tek başına ülkü var olabilir. Edebiyatın taşıdığı gerçeklikten insanın kazanacağı ne ise, o eksik kaldığı sürece eğitim, 'gönül eğitimi' hedefli eğitim hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir. Hakikî bir temel atılmadığı için de öğretim olsun eğitim olsun her gelen iktidar tarafından sıfır noktasından ele alınmak isteniyor. Sabit hata hep aynı sonucu veriyor.