Umre dönüşü

Yılmaz Bey, Ramazan`ı geçirmek güzel bir şekilde ihya etmek için her sene olduğu gibi bu sene de umreye gitmişti. Bayramı Mekke`de geçirdikten sonra uçakla İstanbul`a dönüyordu. Yüzünden tatlı ve huzurlu bir gülümseme vardı. Bir ay ne çabuk geçmişti, biraz da mahzun ve dalgındı. Yanında oturan adamı fark etmemişti. Birden oturduğu koltukta kemerini bağlamak için soluna döndüğünde irkildi. Kırmızı takım elbise giymiş biri oturuyordu. Allah Allah diye şaşırdı. Umre dönüşü, herkes ya beyaz entari ile ya da beyaz umre elbiseleri ile dönerken bu adam niye böyle kırmızı takım elbise giysin ki. Bir anlam veremedi. Yanındaki kırmızı takım elbiseli adam konuşmaya başladı.

-Merhaba, Umrenizi Allah kabul etsin. Ne kadar şanslısınız. Türkiye`de 80 milyon insan var ama sizler oraya giden çok az binlerce kişiden birisiniz. Bir ay boyunca kim bilir ne kadar çok ibadetler yaptınız oralarda?

Bey, şaşırmıştı ama hoşuna da gitmişti bu sözler. Doğru ya topu topu bu sene umreye gelen kaçkişi vardı ki. Mekke`de bulunduğu sürece hemen hemen her hafta umre yapmıştı. Her gün mutlaka her namazdan önce ve sonra tavaf yapmıştı. Hele hele Ramazanın son on günü teheccüd namazlarını da hiçbırakmamıştı. Yanındaki kırmızı takım elbiseli adama dönerek, birazda tevazzu içinde şöyle konuştu:

- Bu benim 15.gelişim. Her sene geliyorum. Her sene çok kalabalıklaşıyor ama ben her sene geldiğim için artık iyice uzmanlaştık sayılır. Hemen hemen her gün hacerül esved taşını öpmek nasip oldu. İlmini öğrendim artık nasıl öpüleceğini biliyorum.

hareket etmişti ama Yılmaz Bey, konuşmasını hala sürdürüyordu. Orada yaptığı hayırları, ibadetleri tek tek anlatıyordu. Ne kadar cömert olduğundan, Mekke ve Medine`de hizmet edenlere her gün sadaka olarak para verdiğinden, iftar saatinde tavaf sırasında durup hurma ve zem zem ikram ettiğinden detaylıca bahsetti. Tabi bunları anlatırken ismini söylemiyor. Mütevazılık olsun diye fakir şunu yaptı, fakir bunu yaptı diye tevazu gösteriyordu. Yılmaz Bey, konuşurken de kırmızı takım elbiseli adam gülüyor ya demek öyle. Ne güzel, ne güzel diye onun daha fazla anlatması için teşvik ediyordu.
Bir ara namaz saati geldiği için hostese çağırıp namaz kılması gerektiğini söyledi. Hostesin izin vermemesine rağmen onların çalışma alanının olduğu yerde zorla namazını kıldı. Oturduğu yerde kılınabileceğini söylemesine rağmen Yılmaz Bey hostesi azarladı. Olur, mu, hiçnamaz geçirilir miydi? Kırmızı takım elbiseli adam da onu teşvik etti. 'Tabi ki canım hadi kıl, diğer insanlar rahatsız olursa olsun sen namazını kılacaksın elbette, dedi.

Yılmaz Bey, namaz sonrası umrede yaptıklarını anlatmaya kaldığı yerden devam etti. Bir defasında yaşlı ve şişman bir adama nasıl yardım ettiğini anlatı. Aslında buraya gençken gelmek lazım gelinmeli diyerek, yaşlı gelenleri eleştirdi. Sonra onun birçok arkadaşı olmasına rağmen umreye gelmediklerini hâlbuki imkânları var ama gelmiyorlar diye onlardan sitemle bahsetti. Yine İstanbul`daki komşularının duyarsızlığından da bahsetmeyi unutmadı. Eskiden umreden gelenleri ziyaret olurdu. Hâlbuki eski komşuluk kalmadı ki, şimdi sadece merdivenlerde görüp sadece kuru bir hoş geldin deyip gidiyorlardı. Hâlbuki gelip hurma zemzem ikramı almaları gerekiyordu. Hem kendisi hurmanın en kalitelisini almıştı. İçi bademli, cevizli ve Hindistan cevizini de kendisi koyuyordu.

Sonra birden uçağın İstanbul için alçalmaya başlıyoruz deyince şaşırdı. Aaa ne çabuk İstanbul`a gelmişlerdi. Yanındaki kırmızı takıl elbiseli adama dönerek ama siz hiçkonuşmadınız. Siz kimsiniz dedi. Kırmızı takım elbiseli adam gülerek:

-Bende izinden dönüyorum. Bir aydın izindeydim. Çalışamıyordum. Bu süre içerisinde gelirim de yoktu. Ama artık izin bitti. Sizin sayenizde de bir ayın karşılığını 2 saat gibi kısa sürede sizden fazlasıyla aldım, dedi.

Yılmaz Bey`in şaşkın bakışları arasında konuşmasına devam etti:

' Ben şeytanım. Yaptığınız ibadetleri o kadar güzel anlattınız ki, ballandıra ballandıra kendinizi Yüce Yaratıcının yerine koyup, sevabını da kendiniz tayin ettiniz ki zaten bu benim tam istediğimdi. İnsanları ibadetlerini süslerim ki onlar da gurura kapılsınlar. Böylece amelleri boşa gitsin. İşte senin sayende bende tekrar görevimi yapmış oldum. Sen aslında kötü birisin, kötü fiiller sergiliyorsun, ama ben sana onu öyle bir süslüyorum ki, sen o fiili iyi bir şeymiş gibi yapmaya devam ediyorsun. Kötü olanı iyi görmeye başlıyorsun. Zorluklar karşısında Allah`a boyun eğmemek bile çekici geliyor sana. Kibirli olduğun için kendinle gurur duyacak hale geliyorsun. Başlıyorsun Allah`a inananları aşağılamaya. Hâlbuki Hucurat Süresinin 7.ayetinde geçen mesajı anlasaydın benim oyunuma gelmezdin: 'Allah, imanı size sevdirmiş ve onu gönüllerinizde süslemiştir. Ve size küfrü, kötülüğü ve isyanı çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.'

KISACA :

Neml Suresi, 24 ' Şeytan onlara, yapıp ettiklerini süslü gösterip onları yoldan saptırmış. Artık doğruyu bulamazlar.'

Nahl Suresi, 63: 'Yemin olsun Allah`a ki, senden önceki toplumlara da elçiler gönderdik de şeytan onlara amellerini süslü gösterdi. Artık o gün onların dostu o olacaktır. Onlar için acı bir azap vardır.'

Fussilet Suresi, 25: 'Biz onları birtakım dostlarla çevreleyip sardık da onlar, önlerinde ve arkalarında ne varsa bunlara süslü gösterdiler. Kendilerinden önceki cin ve insan ümmetleri için hak olan söz, bunlar aleyhine de hak oldu. Çünkü bunlar, hüsrana uğrayanlardı.'