Güzel memleketim bu günlerde orman yangınlarıyla boğuşuyor. Bu yangınlarda en çok etkilenen yerlerin başında da muhteşem doğası ve tarih yerleriyle kendine hayran bırakan Manavgat geliyor. Ormanlar ve doğa konusunda yeterli duyarlılığı göstermemiz gerekiyor. Yeri gelmişken efsaneye göre Side`nin başına gelen ibretlik hikayeyi anlatayım. Mitolojiye göre doğa ve verimlilik tanrıçası Side, Side`nin kızı ve Nymphalar (orman perileri) ile beraber Melas kıyısına (Manavgat) çiçek toplamaya gider. Renkli bir ağacın çiçeklerine hayran kalan Side, kızına bu çiçeklerden vermek için bir dalını koparır. Aslında bu ağaçkötü insanlardan korunmak için ağaca dönüşmüş bir tanrıçadır. Side birden kıpırdayamaz, ayakları toprakla bütünleşir ve parmak uçlarından yapraklar fışkırır. Nymphalar (orman perileri) bu duruma çok üzülür ve ağlarlar. Side`nin toprağa kök salmış ayaklarını gözyaşlarıyla ıslatırlar. Büyük bir hata yaptığını anlayan Side sakince şunları söyler ' Bundan böyle kan rengi meyvelerimle, doğanın ve yaşamın simgesi olacağım. Kızımı sık sık buraya getirin. Gölgemde oynasın ve ona anlatın sakın hiçbir çiçeği koparmasın. Hiçbir ağaca zarar vermesin. Belki her ağaçveya çiçek biçim değiştirmiş tanrıçadır.' der.

Ben de diyorum ki, ormanlara el uzatan onu yakmaya çalışanlar kömüre dönüşsün.

Manavgat`ta ilk yerleşimin MÖ5. ile 6. yüzyıllar arasında gerçekleştiği düşünülmektedir. Bölgenin göçve ticaret yolları üzerinde olması nedeniyle Manavgat, geçmişten günümüze her zaman gözde yerleşim yerlerinden biri olmuştur. MS 500 yıllarında çoğunlukla göçmen topluluklara ev sahipliği yapmış olan bölge, 1220 senesinde Selçuklular tarafından ele geçirilmiştir. Yaklaşık 250 yıl Selçuklu hâkimiyetinde kalan Manavgat, 1472 senesinde Osmanlı topraklarına dâhil olmuştur. Bölge 1914 senesinde ilçe statüsünü kazanmıştır.

Manavgat`ın tarihi yerlerinden bahsedilince akla önce Side Antik Kenti gelir. Side, eski Anadolu tanrıçalarının kutsal meyvesi olan 'Nar' anlamına gelmektedir ve aynı zamanda Side kentinin amblemi olarak da kullanılmaktadır. Eldeki yazıtlara bakıldığında M.Ö. 3.yüzyıla kadar kente özgü bir dil olan 'Sidece' dilinden söz edilir. Sidece, çeşitli kaynaklarda Anadolu`nun yerli halkı olan Luvilerin kullandığı Luvice kökenli bir dil olarak kabul edilse de, hala tam olarak çözümlenemeyen bu dil Hint-Avrupa dillerinden olduğu kabul edilmektedir. Bu yazımda Side Antik Kentindeki hazineler arasındaki en kıymetlisi olan Antik Tiyatro`dan bahsedeceğim.

M.S. 2.yüzyıla ait olan tiyatro 20 metre yükseklikte olup, yaklaşık 15 bin kapasiteye sahiptir. Sahne binası üçkatlıdır. Bu tiyatroyu diğer tiyatrolardan ayıran bir özellik de şudur diğer tüm tiyatrolar dağın arkasına alarak inşa edilirken, Side tiyatrosu coğrafi konumunun uygun olmadığından dolayı kemerlerin üzerine konumlandırılarak yapılmıştır. Roma döneminde gladyatör ve vahşi hayvan mücadeleleri için orkestra kısmı korkuluklarla çevrilmiştir. Bizans döneminde ise Hristiyan ayinleri için kullanılan tiyatro, mimari olarak zengin süslemelere sahiptir. Tiyatro dışındaki galeride 14 dükkan ve 5 giriş yeri bulunmaktadır.

Tiyatronun hemen yan tarafında bulunan hamam, M.S. 5.yüzyılda inşa edilmiştir. 1962 yılında restore edilerek müzeye dönüştürülmüş olan hamam, Soyunma odaları (Apodyterium), ılık oda (Tepidairum), sıcak oda (Caldarium) ve soğuk oda (Frigdirum) olmak üzere 4 bölümden oluşmaktadır. Müzeye girdiğinizde yani hamama, duvarların altında yer alan sıcak su borularını görebilirsiniz. Hamamın müzeye çevrildiğini belirtelim. Müze içerisinde yer alan Helenistik, Roma ve Bizans dönemine ait, yazıtlar, heykeller, lahitler, portreler, amphoralar, mezar stelleri gibi birçok alana ait eser müzede sergilenmektedir.

Side Antik Kenti`nde dolaşırken, çiçeği kopardığı için ağaca dönüşen Side`nin başına gelenleri bir daha hatırlayalım, doğaya, yeşile, ağaca kısacası ormana el uzatmayalım.