Kendi ifadesiyle 'Elfakir Sinan ser mimaran-ı hassa' Mimar Sinan, Selçuklu mimarisinden yola çıkarak yeni bir kişilik arayışında sürekli hamlelerle kısa sürede yeni bir üsluba ulaşan Osmanlı mimarisinde en büyük mimardır. Sinan`ın büyüklüğü sentezindeki orijinalitedir. Ü slû pta hem Selçuklu hem Bizans`tan intikal eden unsurlar yer alır, hem de bunlar Sinan`ın ibda projesinde yer alan yeni anlayış için birer ilham örneği teşkil ederler. Ve sinan bugün de çok önemli olan bir üslû ba, Sinan üslû buna yükselir. Bina ettiklerinin sayıca muazzamlığı da bu büyük üslû bun başka bir özelliğidir.

İnsan ve sanat adamı olarak bir 'İslâm adamı' Sinan b. Abdülmennan anlatır bize. 'Bu hakir Sultan Selim Han gülistan-ı saltanatın devşirmesi olup' diyor.

Bugün çağ farkıyla, inançayrılıkları ve aykırılıkları bulunduğu için, görmek gerekir ki, Mimar Sinan`ı Sinan b. Abdülmennan`dan ayırarak ele alma, benimseme ve yüceltme başta ve sonda Sinan`ı istismar olur. Metinde geçtiği gibi, Sinan`da din duyarlığı sanatına olduğu gibi geçebilmektedir çünkü. Büyük İslâm sanatının başka örneklerinde görülen aşkın (transandantal), Sinan`da da görülür. Ve: Sinan`ın çağına tam denk gelmiş büyük sanat yeteneği. Dehası. Dört ulu sütunu bir arada, her biri Dört Halife`den biri olarak, caminin plânından önce, kendi içinde, gönlünde dikiyor Sinan. Sinan`ı kutlarker bu özellik esas olmamalı mıdır?

Bu espri bakımından da Sinan çağının büyük sanatçıları arasındadır. Nasıl Fuzulî , Bakî , Nevî diyorsak öyle Sinan diyoruz. Sayıca üstünlüğü ile de büyük, hatta akıl almaz etkisi yapan eşsiz ve muhterem 'Ebniyesi' ile Sinan, özündeki sanatçı ciddiyetini eğitirken, bir divan şairinin geçtiği ilkelerden geçmiş olmalı diyebiliriz. Aslında kendi alanının Divanına sahiptir Sinan taş ve mermerin divanını düzenlemektedir magnum opusunda.

Tezkiretü`l Bünyân, satır araları çok zengin bir kitap. Çok orijinal bir Sinan senaryosunun da en can alıcı noktalarını içermektedir. Yavuz Sultan Selim`in ordusunda yaşadığı bir sürprizden başlayarak, bir çok olay çok kısa bir anlatımla verilebiliyor. Şu da anlaşılıyor: proje ve onların uygulamaları süresince Sinan, çevreyi paniğe düşürecek kadar, susan biri olarak çalışmaktadır. Süleymaniye`nin yapılışında, ünlüdür, Kanunî Sultan Süleyman da bu sükut karşısında ne yapacağını bilememiştir. Tezkiretü`l Bünyân`da böyle olaylar o günün Türkçesinin ciddiyet ve neşeleri ile bir arada, güzel bir şekilde verilmektedir. Çok başka bir Evliya Çelebi gibi olan Koca Sinan kendi sanatındaki iyi ve yüce olanı gören ve değerlendirene saygılı hafifsenmekte ise eğer, padişah da olsa kararlı ve hatta taviz vermezdir. Bu da bize çok hakiki bir sanat ruhuna sahip olduğunu, ve sanat görüşüne ulaşmış olduğunu bize yeniden düşündürüyor. Baki bir şiiri müsvedde ile de yazabilir, ama o, bir kere kuracaktır binasını.

Eserin 16. Yüzyıl Türkçesi olan diline dokunulmamıştır. Çünkü bir orijinaliteye söz hakkı vermiş oluyoruz böylece. Ayrıca, diyebiliriz ki, dil esprisi, yalnızca geleceğe yönelik bir sadelik değil, geçmişe doğru anlaşılırlığı da, bir miras, bir soya çekim halinde taşımakta olduğumuz bir olaydır. Bir medeniyet zemininde Türkçe, Arapça ve Farsçayla kendini yeniden kuruyor, yeni her toprakta dil yeni kelimelere açık bulunuyordu. Tezkiretü`l Bünyân, bu bakımdan, bugün kullandığımız yüzlerce kelimenin ilk halleriyle bize Mimar Sinan`ı anlatıyor. Biz de Batılı çağdaşlarını yer yer düşünereki kendi orijinalitesinin huzur ve güveni içindeki bu büyük sanatçıya, gitmiş oluyoruz.