Amerika son günlerde önemli politik olaylara sahne oluyor. Taraflar hakkında bilgisi olan ve gelişmeleri takip edenler için her şey çok net.

Görünürde Cumhuriyetçilerle Demokratların çatışması olarak süren bu çekişmenin aslında gezegen boyutunda derinlikleri ve tarihsel kökleri var. Şimdilik bu köklere inmeden, olayları görünen yüzleriyle değerlendirmeyi tercih edeceğiz.

Göçmenlere yönelik bir operasyon gibi görünse de yaşananlar Trump döneminde şekillenmiş politikaların bir devamı niteliğinde. Bu politik tercihler de öyle bir kaç ayda oluşmadı. İngiltere’nin AB’den ayrılıp kendi özüne dönüşüyle aldığı kararlara paralel olarak, Amerika Birleşik Devletlerinin de yurtseverlik temalarıyla bir tür öze dönüş hareketi başlatmasıyla alınan kararlar diyebiliriz.

İki parti ağırlıklı “demokratik” sistemle yönetilen Amerika’da, zannedilenin aksine partiler arası bir yarış değil, küresel sermaye destekli bin yıllık planlar yapan “entegre” güçler ile yüz yıllık planlarla ülkelerini yönetmeye çalışan ulusal güçler arasında süren bir mücadele söz konusu.

Yeni göç ve gümrük muhafaza kurallarını uygulamakta kararlılık gösteren ve göçmenleri sınır dışı eden Trump yönetimi, beklemediği bir direnç ile karşılaştı. Kaliforniya’da sokak gösterileri yapan grupların polisle çatışması, sokağa çıkan binlerce kişiye karşı polisin caydırıcı nitelikte silahlar kullanması ekranlara yansıdı. Hatta Avustralyalı bir televizyoncu/muhabir Lauren Tomasi’nin de canlı yayında görevini yaparken, polis tarafından plastik mermiyle bacağından vurulduğu video sosyal medyada paylaşım rekoru kırdı.

Kaliforniya, Demokratların oy deposu bir eyalet. Vali Gavin Nemson, Başkan Trump’a gönderdiği mesajda bölgeye binlerce güvenlik görevlisi gönderilmesinin yasa dışı olduğunu ve kendisini mahkemeye vereceğini açıkladı. Amerika Birleşik Devletleri halkını kendi ordusuyla tehdit etmek ahlaki açıdan kınanması gereken bir saçmalıktır diyen vali, Trump’a geri çekilin ve yasadışı emrinizi derhal iptal edin mesajı verdi. Los Angeles belediye başkanı Karen Bass da şehrin federal gücün sınırlarını test etmek gibi bir “deney” için kullanıldığını söyledi. Buna karşılık bir Beyaz Saray yetkilisi; bu kavgayı yapmış olmaktan dolayı mutluluk duyuyoruz şeklinde bir açıklama yaptı. Son gelen haberlere göre de hükümet diğer güvenlik görevlilerine ek olarak 2000 ulusal muhafızı ve 700 deniz piyadesini de bölgeye gönderdi. Başkan Trump, basiretsiz bir vali ve belediye başkanı yüzünden yakın geçmişte Los Angeles şehrinde 25.000 evin yandığını, şimdi de aynı yöneticiler yüzünden şehrin göstericiler tarafından yakılıp yıkılmasına fırsat vermeyeceğini söyledi.

Değişik haber kanallarını izlerken fark ettim, eylemler sadece Latinlerle sınırlı değildi, güneydeki Lousiana eyaletinde yaşayan pek siyahinin de sokaklarda polisle karşı karşıya geldiği görüldü. Son olarak gösterilerin NewYork, Austin, Dallas gibi şehirlerin caddelerine de sıçradığı haberi gelmişti. Güvenlik güçlerinin müdahalesiyle olayların şimdilik yatışmaya başladığı ancak yeni bir kıvılcımla büyüyebileceği belli, çünkü göstericilerin hepsi olmasa da, kaosa oynayan “elemanlar” yine görev başındalar. Ordu ise gösteriler bitene kadar buradayız açıklaması yaptı.

CNN Türk ile yapılan canlı bağlantıda, CNN International muhabirinin olay yerinden aktardığı bilgiler, Trump’ın bu olaylarda “bazı güçler”in parmağı var açıklamasını doğrular nitelikteydi. Muhabir, göstericilerin bir kısmının barışçıl yöntemlerle, ellerinde pankartlarla hükümeti protesto etmeye devam ettiklerini söyledi. Ancak onların yanı sıra yüzleri maskeli başka bir grup göstericinin ise kaos çıkarmaya yönelik bir terörist grubu gibi davrandığını, yol kenarlarında park etmiş arabaları ateşe verdiklerini, binaların camlarını taş atarak indirdiklerini, yoldan geçen arabaları ve polis araçlarını taşladıklarını bildirdi. Şimdi Amerikalılar bu iki tip göstericinin arasındaki farkın ayırtında olduklarını belirten paylaşımlar yapmaya başladılar. Göçmenlerin haklı olduğunu düşünsek de bu yapılan tedhiş eylemlerini desteklemiyoruz açıklamaları gelmeye başladı. Oysa hatırlarsınız Türkiye’de çıkan benzer olaylarda muhalif geçinen kitleler, maske takıp ve molotof kokteyli atarak çevredeki her şeye zarar veren eylemcileri protestoculardan ayırt edememiş ve devleti/iktidarı suçlamışlardı. Olaylar, devlet görevlilerinin konutlarına saldırı girişimlerine kadar varmıştı.

Türkiye’deki bilinçli kitleler artık çok iyi biliyor ki bu türden tedhiş eylemleri tesadüfen olmuyor, kendiliğinden gelişmiyor, bir organize eden ve yönlendiren mutlaka var. Olayları incelediğimizde dünyanın çeşitli ülkelerinde gerçekleşen kaosa yönelik sokak eylemlerindekiyle aynı yöntemlerin kullanıldığı aşikar. Başka bir deyişle, bunlar da küreselcilerin eseri. Soros kokuyor. Geçmişte başka ülkelere müdahale edenler, bu defa merkez üsleri olan Amerika’dalar. Cumhuriyetçi iktidarın zayıflaması, halkın büyük bir çoğunluğunun oyuyla seçilmiş başkanın gözden düşürülmesi ve prestij kaybettirilmesi, ortamı normale döndürmeye çalışan federal polisle çatışılması, buna karşın yol kenarlarındaki dükkanlara zarar veren, arabaları yakıp tahrip eden göstericilerin demokratik eylemler yaptığını söyleyen bir kısım medya. Senaryo aynı, sahnelendiği yer farklı. Sokaklarda polisin sıktığı biber gazı veya sis bombalarıyla New York caddeleri, filmlerde görmeye alıştığımızın çok daha dışında bir manzara sergiliyor.

Bizde bazılarının bu olayları görünce Amerika’da bir bölünme veya ayrışma bekledikleri gözlemledik. Öyle bir şey asla olmayacak. Amerika, her şeyden önce menfaat birliği üzerine kurulu bir yapılanma. İktidarı yıpratmak başka, ülkedeki kurulu sisteme zarar vermek başka. Küresel sermaye, her ne kadar fason üretimlerini Çin’e yaptırsa da, dünyadaki pek çok devletin bütçelerini kat kat aşan cirolara sahip dev şirketlerin anavatanı hiç kuşkusuz Amerika’dır. Ancak kendilerine karşı dik duracak ve ulusal çıkarları önceleyen bir yönetimi de asla istemiyorlar. Küresel ticaretin akışına Amerikan vatandaşları lehine müdahale eden bir başkanı ise hiç istemiyorlar. Doların sahibi Federal Reserve System adındaki yapıyı millileştirerek devletin bir organı haline getirmek çabası bile, küresel güçlerin Trump’ı istememesi için çok önemli bir sebep. Medyalarıyla Başkan Trump aleyhine yayınlar yaparak şeytanlaştırıyorlar. Oysa, küreselci başkan Barack Obama döneminde Amerika’dan sınır dışı edilen göçmen sayısı Trump dönemindekilerin dört katı. Siyahların en çok eziyet gördüğü Obama dönemi oldu, kötü muamelelerin sonucunda ortaya çıkan “Black Lives Matter” sloganının bile Obama döneminde üretildiğini konuyla ilgilenenler bilirler.

Kısacası küreselci entegrasyon, kendi milleti için çalışan yöneticileri çeşitli yöntemlerle şeytanlaştırarak halkının gözünden düşürüyor. Kişisel olarak hiçbir kötülük görmediği halde, etki altında kalıp, halkın oyuyla seçilmiş siyasetçileri boğazını sıkarak öldürmek isteyenleri bile gördük. Ekonomide, küresel ticarette ve dış politikada çeşitli yöntemlerle ülkelerin sosyal, siyasal ve iktisadi hayatlarını olumsuz etkileyebilen, küresel çapta güce sahip yapılanmaların olduğunu, ne gibi işler gördüklerini sadece tek bir medya kuruluşunu izlemeye alıştırılmış kitleler nereden bilsin.

Gizli servislerin kurduğu paravan vakıfların, resmi bağış listelerinde hangi ülkelerdeki, hangi medya kuruluşlarının olduğu geçenlerde yayınlandı. Aslında her şey aleni yapılıyor, ama araştıran ve gören yok. İnsanlarımızı kutuplaştıran, birbirine düşüren yayınlar tesadüf değil. Tıpkı yüzü maskeli, binaları arabaları taşlayan, elinde molotof kokteyli olan protestocu kılığındaki sokak teröristlerinin tesadüfen sokağa çıkmadığı gibi. Hadi gençler gösterin şunlara derken biraz düşünmek gerekiyor. Amerikalıların çoğu barışçıl yöntemlerle hükümeti protesto edenleri, sokaklarda kaos yaratmak isteyen teröristlerden ayırt etmeyi başardılar. Bizde bırakın böylesi ayırt edici kriterlerin geliştirilmesini, kitlesel nefreti körükleyen medyaların müptelası olmuş, her yalana inanan bir geniş kitlenin varlığına şahit oluyoruz. Ülkelerin birliğini, refahını ve huzurunu sağlamak giderek zorlaşıyor.