İsrail, yaklaşık bir asırdır Filistin topraklarında yaşayan tüm bireylerin, toplulukların ve cemaatlerin insanlık onurunu hiçe saymakta; en temel insan haklarını ihlal ederek bugün toplu katliam boyutuna ulaşmış bir zulüm politikası yürütmektedir.

Filistinliler, etnik kökenleri, dini inançları ve siyasi görüşleri sebebiyle sistematik, planlı ve kasıtlı olarak ortadan kaldırılmak istenmektedir.

Filistinlileri öldürmek sıradan bir olaya dönüşmüş; fiziksel ve zihinsel işkence yaygınlaştırılmıştır. İnsanlar, kasten ya tamamen ya da kısmen fiziksel yok oluşa götürecek yaşam koşullarına zorlanmakta, aç ve ilaçsız bırakılarak ölüme ya da göçe mecbur edilmektedir. Yeni doğan çocukların yaşama şansı ortadan kaldırılarak nüfus artışı engellenmeye çalışılmaktadır.

Bu yapılanlar sadece bugünkü İsrail hükümetine ya da Netanyahu’ya mal edilemez. Bu, iki bin yıllık teolojik ve ideolojik bir projenin parçasıdır. Siyonist hareket, tüm bu eylemleri ilahi bir görev olarak görmektedir. Kendilerini Tanrı’nın seçilmiş halkı olarak görerek, yaptıkları her şeyi Tanrının bir buyruğu gibi kabul etmektedirler. Gazze'de yürütülen soykırım, tüm insanlığa verilmiş bir mesajdır.

Gazze'de ölen çocuklar, kadınlar, yaşlılar, hastalar, gazeteciler, doktorlar, öğretmenler yalnızca birer kurban değil; insanlığa karşı işlenmiş suçların sembolleridir. Bu soykırımın benzeri insanlık tarihinde nadiren görülmüştür. Bu durum, yalnızca askeri ya da siyasi bir mesele değil; büyük bir ideolojik, dini ve emperyalist projenin sahadaki yansımasıdır.

İsrail, yalnızca Filistin’i değil, tüm Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek istemektedir. Afrika ve Asya’yı kendi çıkarlarına göre dizayn ederek "Büyük İsrail" hedefini gerçekleştirmek arzusundadır. Yeni dünya düzeninin öncüsü olan Amerika Birleşik Devletleri, bu projeye tam destek vermekte; yanında olmayan ülkeleri karşısında olmakla tehdit etmektedir. “Ya bizdensiniz ya da düşmansınız” anlayışıyla dünya siyasetinde tarafsızlığı ortadan kaldırmaktadır.

Bu süreçte tarihten örnekler de dikkat çekicidir. Roma’yı yakan Neron’un suçu Hristiyanlara atması gibi, İsrail de Gazze'yi yerle bir ederken suçu Filistinlilere atmaktadır. Donald Trump’ın açıklamaları, bölgede İsrail eliyle yürütülen yeniden yapılanmanın ne denli planlı olduğunu göstermektedir.

Her İsrailli – ister Tevrat’a inansın ister inanmasın – "vaat edilmiş toprakları" kendi hakkı olarak görmekte ve bu topraklar üzerindeki halkı işgalci olarak değerlendirmektedir. İzak Rabin’in, Batı Şeria’yı Filistinlilere bırakmaya çalışması nedeniyle öldürülmesi bunun çarpıcı bir örneğidir. Katili, Rabin’i “Tanrı adına” öldürdüğünü açıklamıştır.

İsrail, Araplarla birlikte yaşama fikrini hiçbir zaman benimsememiştir. Bölgedeki tüm halkları ya kendine bağımlı devletler ya da yok edilmesi gereken tehditler olarak görmektedir. Gazze’ye, Batı Şeria’ya, Lübnan’a, Suriye’ye ve son olarak sınır tanımadan İran’a saldırması bunun en açık göstergesidir.

İsrail, bu saldırılarını güvenlik gerekçesiyle açıklasa da gerçek amaç topraklarını genişletmek, bölgede egemenlik kurmak ve "vaat edilmiş topraklar" üzerinde kontrol sağlamaktır. Mısır’da seçilmiş hükümetin darbeyle devrilmesi de bu planın bir parçasıdır.

İsrail, askeri, siyasi ve ekonomik olarak emperyalist sistemin koruması altındadır. ABD başta olmak üzere Batılı ülkeler, İsrail’e koşulsuz destek sunmaktadır. ABD’nin yaptığı yardımlar, başka ülkelerde birkaç devlet daha kurmaya yetecek düzeydedir.

Filistin'de yüz yılı aşkın süredir süren etnik temizlik, 7 Ekim bahanesiyle topyekûn imha politikalarına dönüştürülmüştür. Ancak, aç ve ilaçsız bırakılan bir halkın direnişi, İsrail'in tüm askeri gücüne rağmen kırılmamıştır. Aksine, bu savaş İsrail'in siyasi ve ahlaki meşruiyetini yitirmesine yol açmıştır.

Ulusal ve uluslararası hukuka göre soykırım, insanlığa karşı suçtur ve bireysel değil, organize bir suçtur. Devlet terörü, savaş suçları, kitlesel infazlar, işkence, etnik temizlik, çocuk asker kullanımı, zorla kaybetmeler, haksız tutuklamalar, tecavüz, dini baskılar gibi insanlık dışı suçlar sistematik şekilde işlenmektedir.

Bugüne kadar yalnızca kınamalarla geçiştirilen bu suçlar, ne yazık ki ciddi bir hesaplaşmaya tabi tutulmamıştır. ABD ve Avrupa ülkeleri, bu soykırımın doğrudan ya da dolaylı destekçisidir.