`height=

Sitemiz köşe yazarı Dr. Göktan AY`ın, sosyal bilimci ve romancı Sn. Taçlı YAZICIOĞLU ile yaptığı söyleşiye devam ediyoruz;

AY: Son yıllarda liyakat ve ehliyetsiz atamalar/görevlendirmeler nedeniyle kurumların itibar kaybettiği biliniyor. 'İdealist insanlar' yerini bol kazanmak isteyenlerle yer değiştirdi. Siz, 'İdealizm kötü bir şey!' diyorsunuz; Neden?

YAZICIOĞLU:  Tabii ki, bir ironiyle söyledim onu. Çünkü benim gibi idealistler, 'zor gerçekleşeceğini, hatta gerçekleşmeyeceğini bildikleri'    hakkında da savaşırlar. Genel geçer kurallar ya da normların ötesindeki yerleri düşünürler. Umutlarını yitirmemek için o 'ideal' duygusunu korurlar ve bu biraz yorucudur. Yaşamım boyunca, kendisi de bir idealist olan sevgili babamın tavsiyesini dinlememek pahasına kendime yakıştırdığım tek sıfat bu olmuştur. Zordur ama idealizm zaten vazgeçememeyi de beraberinde getirir. Layık olabilmek, liyakatı savunabilmek içinse güçverir.

AY: Akademide çok tartışılan 'tezlerle ilgili' bir tweet`iniz var:  'Bazı doktora tezlerinin sonuçkısmında tezde yer almayan referanslara ve fikirlere uğrandığını görüyorum. Oysa sonuçta tezin ispat edilip edilemediği ve adı üstünde sonuçyazılır.'

YAZICIOĞLU: Doğru takip etmişsiniz, teşekkür ederim. Ben her bir yazım için oldukça fazla araştırma yapıyorum, kitap, makale ve tez okuyorum. Ü niversite sayısının artışıyla ülkemizde çok fazla doktora ve yüksek lisans tezi yapılmaya da başlandı. Onlar da karşıma çıkıyor ve onlara da göz atıyorum. Bu alandaki sorunları yine Birikim dergisindeki 'Ü niversitenin Piyasa ve Fabrikaları' yazımda detaylarıyla incelemiştim. Akademinin belirli kuralları vardır, sayı arttıkça, her kitlesel üretimde olduğu gibi bu kuralları unutanlar ortaya çıkmaya başlar. Doktora en önemli akademik adımdır. Bu sayede bilimsel araştırmanın ve    katkının ne kadar ciddi bir iş olduğu anlaşılır. Doktora yapmış birinin bilimsel 'yetkinliği' artık kabul edilmiştir. Tez yazımı doktoranın son aşamasıdır. Literatür araştırılmış, hipotezler toplanmış ve değerlendirilmiştir. O son aşamaya yeni bir literatür giremez, girmemelidir. Sadece tez süresince ziyaret edilen literatürün ışığında varılan sonuçtartışılır ve okurlara tezin açıklıkla ortaya konup konmadığı gösterilir. Hocalarımdan öğrendiğim ve sonra da öğretmeye çalıştığım yöntem bu olmuştur.

`height=

AY: 'Tez bitmiş, sonucunu okuyorum, tüm tez boyunca söz edilmeyen bir kaynak üzerinden tartışma başlatıyor' demişsiniz. Örnek verebilir misiniz?

YAZICIOĞLU:  Münferit örneklerin ötesinde, önemli olan temel ilkelerin doğruluğu konusunda savaşma azmimizi, daha önce de konuştuğumuz idealizmimizi terk etmemek. Doğruyu savunmak. Yapabildiğimiz kadarıyla da bir şeyler öğretmek.

AY:  'Bırakın tıbbî bir metni düzyazının bile anlaşılması için bir ton dil dökmek gerekiyor,' diyorsunuz. Bunun sebebi, iyi bir eğitim alamamak mı? Çok kitap okumamak mı? Ezberci eğitim dayatması mı?

YAZICIOĞLU:  Yaşamım boyunca dört dili öğrenmeye çalıştım. Ana dilimiz dahil her dili en fazla okuyarak ilerletebiliriz. İzlediklerimiz, konuştuklarımız, tabii ki dil algımıza katkıda bulunurlar, ancak sadece yeni kelime ve kavramlarla, bunların anlamları üzerine düşünmekle anlama yeteneği kazanırız. Kitap okumak, sayfalarla aramızda bir dünya kurulmasıdır. O satırlarla diyalog içerisindeyizdir. Televizyonda dizi izlemek gibi bir metnin tahakkümünde olan bir monologda değil. Bunun için yazdığımız, söylediğimiz sıradan bir cümlenin bile bazen anlaşılamaması bana çok üzücü geliyor. Kitap okumanın yerini tutabilecek herhangi bir araçyoktur. Okudukça dil hakimiyetimiz artar. Bir süre sonra da imaları anlamaya başlarız. İronisiyle, mizahıyla esprileriyle bir dili anlayabilmek son aşama olsa gerek. Bunun için ihtiyaçduyduğumuz entelektüel birikim yine ancak kitap okuyarak elde edilir. Kitap okurken kendimizleyiz, kendimizizdir. Böyle anları yakalayabilmek, edinilebilecek en önemli özgürlüklerden biri olsa gerek.

AY: Bazı alanlarda &ndash ki müzik ve güzel sanatlarda çok dertliyiz&ndash terminolojide birleşilemiyor. Siz 'Humanities`i Beşeri Bilimler` olarak çevirmişlerdi, ben de buna itiraz edip İnsan Bilimleri` demiştim kendiminkine,' demişsiniz. Bir de Sosyal Bilimler` deniyor. 2022 yılındayız, 207 üniversitemiz var, hangisi doğru?

YAZICIOĞLU:  Elbette hiçkimse tek başına karar verici merci olmasa da, vaktiyle gündelik hayatta kullanmadığım şu 'beşer' kelimesine itiraz etmiştim ve o gün görmüştüm ki, 'İnsan Bilimleri ya da İnsan ve Toplum Bilimleri de' kullanılmaya başlanmış. Ben kendi adıma bu tanımları doğru buluyorum. Cumhuriyet tarihinde dil üzerinden yapılan tartışmaların haddi hesabı yok yeni dil, eski dil, ana dil, güncel ya da gündelik dil vs. Beşer artık kullanılan bir kelime değil, şaştığına dair bir özdeyişimiz var, o başka! Bugün beşer kelimesi cümle içinde kullanıldığında da sadece 'ideolojik bir anlamı kastediliyor' demektir: Eskiye nazire. Nazirelerle gidebileceğimiz tek yol geçmiştir. O da adı üstünde geçmiştir.

AY: 'Ü niversite yoktur hoca vardır, hoca yoktur öğrenci vardır.' Sizin de    kullandığınız bu sözü yorumlar mısınız?

YAZICIOĞLU:  Bildiğiniz gibi akademik yaşam oldukça uzun süren bir eğitim demek ve bu süre içerisinde çok çeşitli sistemlerle, hocalarla ve öğrencilerle karşılaşırsınız. Mühendislikten sosyal bilimlere birçok alanda, dünyanın en iyi üniversitelerinden birinde doktoraya başlayıp bitiremeyenleri, bitirip saygın bir bilimsel katkı sağlayamayanları, tam tersi kimsenin adını sanını duymadığı okullarda doktora yapıp alanındaki en önemli isimlerden biri olanları, özetle kişinin merak, azim ve iradesinin diğer tüm etkenlerden daha önemli olduğunu gördüm. Tez aşamasında hele her zaman hocanın bilgisi ve rehberliği çok önemlidir, bulunduğu üniversiteden ziyade. Klişelere kapılmadan açacağımız yol ancak kendimizinki olabilir.

AY: Sosyal medyada görünme, takip edilme sayısının çokluğu kişiler için    bir ölçü olabilir mi? Mesela Twitter`da hep aynı kişilerin paylaşım yaptığı görülüyor. Bir üniversite rektörü paylaşım yapıyor. 5000 akademisyeni var, beğenen 200 kişi. Yorumunuzu alabilir miyiz!

YAZICIOĞLU:  Sosyal medyanın yarattığı kakafoni konusunda artık bir şüphe yok. Peki, oradaki bu kaos, bu uyumsuzluk onu yadsıyacağımız anlamına mı geliyor? Onu hepten şeytani mi kılıyor? Her toplumsal olgunun bir diyalektiği de mevcuttur. Daha doğrusu sosyal medya diğer her şey gibi diyalektiğe tabidir. Düşünceler ve değerler ortaya çıkar, sonra bunların karşıtları... Sosyal medyada yanlış bilgiler verildiğinde bunun savaşı yine orada oluyor. Konuya dönecek olursak, daha önceleri gizli kalan her yüz, her tepki, cehalet ve bilgelik artık sosyal medyada herkesin gözü önünde. Oradan ülkemize de dünyaya da bakabiliriz. Sorduğunuz örnekte de paylaşımın içeriğidir onu beğenilir kılan. Bir rektörün eğer üniversiteyi temsilen bir hesabı varsa, ne beğenilmesine de şahsi bir düşünce iletmek için paylaşım yapmalı düşüncesindeyim. Bu açıdan haber niteliği taşıyan bir paylaşım beğeni almayabilir ama bu bir kıstas değildir. Önemli olan o haberin kaçkişi tarafından okunduğu, mesajın kaçkişiye ulaştığıdır. Bu bilgi, örneğin Twitter`da paylaşılıyorsa az bir beğeni almış olsa da mesajı ulaştırmak amaçsa, o paylaşım görevini yerine getirmiştir. Duygusal bir kültürüz, beğenilmek hoşumuza gidiyor ama sosyal medyadaki 'beğeni'lere biraz daha akılcı bakmalıyız. Mütekabiliyetin, iktidar ilişkilerinin at koşturduğu ve bunun bir cam kadar saydam olduğu bir yer orası.

AY: Toplumun çok yozlaştığı ve birbirine karşı tahammülsüzlüklerin arttığı, tanımlanamayan Z kuşağının ülke için bir amaçları olmadığı v.b. söyleniyor. Ne dersiniz?

YAZICIOĞLU:  Amerika`daki pazar araştırması şirketleri tarafından önümüze sürülen şu Z kuşağı tanımının çelişkili bir ifade ve eksik bir kavram olduğunu düşünüyorum. Bunu da uzun bir yazıyla açıklamıştım. Nesil isimleri, diğer her tür demografik genelleme gibi bizleri yanıltabilir. Z`den sonra hangi harfi önümüze sürecekler sizce?Şu bir gerçek, insan-makine ilişkisi tarihte hiçolmadığı kadar fazla artık. Telefonlar üçüncü elimiz misali bedenlerimizin bir uzvu gibiler. Yaşama bu şekilde başlayanlar, haliyle farklı bir dikkat eşiğiyle gelişiyorlar. Stimülasyonun çok olduğu ortamlarda konsantrasyon herkes için zordur. Harfli nesil ismi belirtmeksizin herkeste dikkat sorununun, ondan beslenen tahammülsüzlüğün arttığı kanısındayım. Kapitalist düzenin ayyuka çıktığı ve yozlaşmanın hızlandığı bir devirdeyiz. Ekranlarda izlenecek, olmadı dinlenecek bir şey mutlaka var. Aşırılar, çoklar ve gündemi yakalayabilmek için insan çok şey takip etmek zorunda. Oysa insanların kendi başlarına kalabilecek zamana da ihtiyaçları vardır. Bunun için telefondan ya da herhangi bir ekrandan ayrılamayacağını bildiğim herkese bari kitap okurken bırakın, diyorum.

AY: Paylaşmak istediğiniz başka bir konu var mı?

YAZICIOĞLU:  Bir önceki sorunuza ek olarak belki şunları da söyleyebilirim: Günümüzün iletişim ve haber alma aracı olan sosyal medyayı şeytanlaştırmaktan ziyade, bilakis onun yaşamlarımızın bir parçası oluşunu kabullenmeli ve bilgili, donanımlı kişiler tarafından kullanımını desteklemeli, o hep savaşılan kötülüğün oraya sahip olmasını engellemeyiz. Hayalperestlik derseniz kabul ederim ama bu hayalleri kurmaya yine devam ederim. İdealim olan adil düzen için çalışırım. Son söz olarak, insan ruhunu, doğasını, dünyayı anlayabilmek, hayaller kurabilmek için edebiyatın rolünün ne kadar elzem olduğu tekrarlamak isterim. K24`te yayımlanan bir yazımda da anlattığım gibi, ben 19. yy Fransa`sını tarihçilerden değil, È mile Zola`dan öğrendim, keza İstanbul`unu da Hüseyin Rahmi`den ve çağdaşı diğer birçok değerli yazarımızdan.

AY: İlginize çok teşekkür ederiz; .

YAZICIOĞLU:  Esas ben bu ilginçsoruları hazırladığınız ve bana bu konulardaki fikirlerimi açıklama fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.

Eğitim-Kültür-Sanat alanı gelişmeleri takip için @drgoktanay