İtalyan gazetesi söyleşiyi yaptı, Belçikae gazetesi Fransızca`ya çevirdi, Türkiye`deki internet sitesi haberi yayınladı. Sosyal medya kullanıcıları da doğal olarak ikiye bölündü. Büyük kitle öfkelendi, daha küçük bir kitle ise cansiperane savundu.

Son yıllarda romancılığından çok siyasi aksiyonlarıyla dikkat çeken Aslı Erdoğan, sınır ötesinde verdiği röportajda linçcephesini olabildiğince genişletti. İtalyanca mı konuştu henüz bilmiyoruz ama tartışılan röportajın menşei İtalya; Geride kalan hafta Avrupa Parlamentosunda Türkiye`nin hediyesi olan çikolatayı yere atan parlamenterin ülkesi İtalya;

Nereden geldiğini ve nasıl elde edildiğini bir türlü keşfedemediğim 'usta edebiyatçı' titriyle konuşan Aslı Erdoğan, evrensel bir yazar olmanın gereğini yerine getirip ülkesine yönelik ağır eleştiriler getirmişti. Benim eleştiri olarak nitelendirdiği sözleri siz küfür olarak da değerlendirebilirsiniz. Devleti veya Hükümeti değil direk Türk vatandaşlarını hedefe koyan Aslı Erdoğan, ilk eğitimden itibaren damarlarımıza zerk edilen zehiri afişe ediyordu.

İtalyan La Repubblica gazetesinin manşetine göz atanlar 'Aslı Erdoğan: Bize okulda da Kürt düşmanlara karşı doktrin (öğreti) veriliyor' sözleriyle karşılaşıyorlardı. Bu söyleşi İtalya`dan Belçika`ya geçtiğinde, İtalyanca`dan Fransızca`ya tercüme edildiğinde üslup da suçlama da hayli ağırlaşmıştı. Belçika gazetesine göre 'Türklere okula başlar başlamaz Kürtlerden nefret edilmesi öğretiliyor'du.

Le Soir gazetesinin Fransızca olar haberini Türkçe`ye çevirenlerin hata yaptığını söylemek mümkün değil. Çok doğru bir şekilde Türkçe`ye aktarılan haberde Aslı Erdoğan`ın her Türk vatandaşını okulda Kürt nefretini öğrenen kişiler olarak nitelendirmesini okurlarıyla paylaşmışlardı. Tartışma büyüdü, nefret daha da büyüdü. Doğal olarak herkes ilk ve orta okulda yaşadıklarını paylaşmaya başladı. İlk bakılacak yer haliyle Milli Eğitim Müfredatıydı. Tüm sorunlarına ve eksiklerine rağmen milli eğitim müfredatında Kürt nefretini tetikleyecek bir bilgiye rastlanmıyordu.

Tarih ve sosyal bilgiler kitaplarında geçen Kürt kelimesi, maalesef bir örgütü Kürt Teali Cemiyetini işaret ediyordu. İngilizlerin kontrolündeki örgütün bölücü bir yapı olduğu vurgulanıyordu. Örgütün ne Kürtler tarafından kurulduğu anlatılıyor ne de Kürtler ile ilgili bir eleştiri getiriliyordu. Bir başka ilişkilendirilebilecek konu ise Şeyh Sait İsyanıydı. Cumhuriyeti yıkıp yerine dini bir devlet kurmayı amaçladığı ifade edilen isyanla ilgili de Kürt kelimesine yer verilmiyordu. Hatta bu isyanın özünde var olan bir Kürt devleti kurma hayalinden bahsedilmediği gibi Şeyh Sait`in Kürt olduğu dahi belirtilmiyordu.

Cumhuriyetin kurucu iradesi vatandaşlık bağıyla ülkeye bağlı olan herkesi Türk kabul etmişti. Dönemi itibariyle çok ileri bir metindi bu. Geçulus devlet olmanın tüm yakıcı ve yıkıcı etkilerini yaşayan bu topraklar, okullarında sadece Türk`ten bahsediyordu. Başka etnik kökenleri yok kabul ediyor, görmezden geliyordu. Elbette bu tutum eleştirilebilir ama hakkını teslim etmek zorundayız, Cumhuriyetin kurucu kadroları asla ve asla gençdimağlara düşmanlık aşılamadı. Her ülkenin belli ölçüde yer verdiği kuruluş ve kurtuluş tarihini anlatırken başka uluslarla yaşadıkları savaşlara, çatışmalara ve anlaşmazlıklara yer verdi. Peşinden gelen süreçte ise içisyanları ve kalkışmaları ile yine belli bir ideolojik perspektifle ortaya koydu.

Neyse tartışmalar iyice büyüdü, saflar netleşti ve tırnak içinde Aslı Erdoğan`a ait olarak verilen sözlerin yanlışlığı ortaya çıktı. Haber yapan gazeteci başlığa çıkan o sözlerin Aslı Erdoğan`ın konuşmalarının bir özeti, yorumu olduğunu vurguladı. Haberin çıkmasından neredeyse bir hafta geçtikten sonra nihayet ses veren yurt dışındaki romancımız ise o şekilde ifadesinin olmadığını savundu. Oysa ki, ne İtalyan ne de Belçika gazetesine tekzip göndermişti. Ü stelik Türk kamuoyuna da bir açıklama yapmamıştı. İletişim çağında Türkiye, İtalya ve Belçika üçgeninde bir söyleşide gerçekte neler konuşulduğunu ve nelerin eleştirildiğini doğru ve kesin bir şekilde öğrenemedik. Hepimizin önyargıları devreye girdi, algıları çalıştı ve yorumlarımızı, tepkilerimizi bunun üzerine bina ettik.

Şahsen her romanını büyük bir keyifle okuduğum ve edebiyatçılığını her platformda savunduğum Orhan Pamuk`un yurt dışındaki yayınlara verdiği söyleşileri hatırladığımızda, çoktan İngiltere`ye yerleşip kendini sürgün ilan eden Elif Şafak`ın yine yabancı gazete ve yayınlara iftiralarını gözümüzün önüne getirdiğimizde Aslı Erdoğan`ın yalanlanan sözleri için şaşırdık mı, hayır;

İyi eğitimli ve nitelikli bir kitlenin, pasaportunu taşıdığı ülkeye aidiyetinin bu kadar zayıf olmasını mutlaka ert etmemiz gerekiyor. İstanbul`un sokaklarını, Kars`ın iklimini bu kadar hoş anlatan Pamuk`un bir bütün olarak ülkeye olan inancının neredeyse yerlerde sürünmesini değerlendirmek zorundayız. Kapıkule`den çıktıktan sonra veya Kapıkule`nin dışındaki her gazetede, televizyonda benzer sözleri sarfetmelerinin üzerine kafa yormalıyız. Ortada kocaman bir sorun dururken, buna gözlerimizi kapatmanın manası yok. Tahammülü zor sözlere ve davranışlara rağmen bu insanlar da ülkemizin birer değeri ve ülkemize kazandırmak da ülkesini seven bizlerin, siyasilerin, devlet adamlarının ve Türkiye Cumhuriyeti kimliği taşıyan her ferdin görevidir.