Beyaz Saray’ın resmi X hesabında yayınlanan, başında taç ile olan resminin altına bir cumhuriyetçi şunları yazmıştı; “Dürüst olacağım arkadaşlar, gidişat iyi değil.” Her iki olayı da irdeleyelim.
İnsanları hayrete düşüren açıklamaları ve beklenmedik eylemleriyle Trump, dünya medyasının gündeminde. Bizde de gazeteciler, akademisyenler, emekli askerler Trump’ın yaptıklarına farklı anlamlar vermekle birlikte, onu her gün ekranlarda tartışmaktan geri kalmıyorlar. İşleri zor, çünkü çoğu yirminci yüzyılın soğuk savaş günlerine ait kriterlerle günümüzün küreselleşen dünyasını açıklamaya çalışıyorlar. Oysa o günlerden bu yana köprülerin altından çok sular aktı. Küresel paradigmalar değişti.
11 eylül 2001 salı günü Newyork’taki İkiz Kuleler hadisesi ile dünya için yeni bir dönem başladı. Dikkat ederseniz, saldırı demiyorum, hadisesi diyorum. Çünkü bunun bir saldırı olup olmadığı bile hala netleşmedi. Hologram uçakların binalara saplandığı üç boyutlu bir şov yapılıp, binaların içeriden “göçertildiği” söyleniyor. O zamanlar bu teknoloji yoktu demeyin, çünkü teknoloji, sahipleri tarafından uzun yıllar sonra halka sunuluyor, bildiriliyor. Hatırlarsınız havaalanında FBI’ın bulduğu bir poşetin içerisindeki Kuran-ı Kerim ile bu işi Müslümanların yaptığını iddia edip, ardından da Irak’ı işgal etmişlerdi.
11 Eylül hadisesi ile dünya siyasetinde bildiğimiz devletlerden öte, başka bir oyuncunun daha var olduğunu öğrenmiştik. “Küreselciler”. Önceleri bu kavramla neyin kastedildiğini pek anlamlandıramadık. Çünkü alışılagelmişin dışında, asimetrik bir yapılanma biçimi söz konusuydu. Ne istediklerini, kimler olduklarını anlamaya çalıştık. Biraz zaman aldı, ama şimdi onları iyi tanıyoruz. Bazı araştırmacılar, bu oluşumun binlerce yıllık geçmişe dayandığını ve dünya ile ilgili bin yıllık planlar yaptıklarını, dolayısıyla “bin yılcılar” olarak adlandırılmaları gerektiğini vurguluyorlar. Aynı şemsiye altında, küresel sermayenin ve politik uzantılarının dışında, dinsel ve mezhepsel merkezleri temsil eden güçlerin de var olduğunu ve hepsinin birden dayanışma içerisinde olduklarını düşünürsek, bu tanımlama çok daha doğru gibi duruyor. Bu açıklamanın hemen ardından şu soru: M.S. 325 yılında Hz. İsa’nın Tanrı olup olmadığının tartışıldığı ve çok sayıdaki İncil’in dörde indirilerek, dört Hristiyan mezhebinin doğduğu konsülün toplandığı yer olan İznik’i tam 1700 yıl sonra, önümüzdeki mayıs ayında Papa niçin ziyaret edecek? Vatikan’ın, Hristiyan mezhepleri arasındaki farklılıkları kaldırıp, tek bir çatı altında toplamakla ilgili bir çalışma başlatacağı tahmin ediliyor. Küreselcilerin öncelikli gayesi olan tek dünya devletine giden yolda böylesi bir inanç birliği kurmayı gerekli görüyor, istiyorlar.
Sorularla devam edelim, sözünü ettiğimiz bu küreselcileri nasıl tanıyacağız? Onları ayırd etmek hem zor, hem kolay. Haklarında biraz bilginiz varsa ve gözlem yapıyorsanız işiniz kolaylaşıyor.
Küreselciler, çeşitli ülkelerdeki kitleleri küresel şirketlere köleliğe sürükledikleri turuncu devrimlerle, çeşitli sosyal, siyasal veya dinsel grupları kullanarak ülkelerde yaptırdıklar askeri/sivil darbelerle, kendilerine bağlı finans kurumlarını kullanarak göçerttikleri ülke ekonomileriyle, hazırlayıp ülkelerin politik yaşamına soktukları yapay politik figürlerle, insan neslinin sonunu getirecek fikirleri insanlara benimsetmeleriyle, olmayan küresel sorunlar uydurarak tüm insanlık üzerinde baskı kurmalarıyla, virüsler ürettirerek dünya nüfusunu azaltmaya çalışmalarıyla, bölgesel savaşları ve terörü körükleyip ulus-devletleri kendilerine ait küresel finans kurumlarına borçlu/bağımlı hale getirmeleriyle, çevreci gözüküp ormanı ve doğayı çeşitli yöntemlerle yok etmeleriyle, sosyal yardım kuruluşu adı altında kurdukları örgütlerle ülkelerin yetişmiş insanlarını küresel kozmopolit bir kültürün kölesi yapmalarıyla, halk desteği olmayan politik figürleri siyasette hak etmedikleri mevkilere getirerek halka değil sadece kendilerine çalışan yöneticiler üretmeleriyle, kendi oluşturdukları sahte dinlerin peşinden insanları sürükledikleri gibi, var olan dinleri ve inananlarını da kendi çıkarları doğrultusunda kullanmalarıyla, hepsinden önemlisi kitlelerin algılarıyla oynamak için gerçekleri çarpıtıp, bilgiyi kurgulayarak yalanlar üzerine kurulu bir gerçeklik algısı peşinde olmalarıyla tanıyoruz. Orwellian yöntemlerle insanlığa hükmetmek istiyorlar.
Küreselciler bütün bu eylemleri kime karşı yapıyorlar? Karşılarında kim var? Elbette ulus devletler ve ulus devlet sistemi. Bunun devamı olarak da her ülkenin yerli ve milli güçleri. Algı operasyonlarında o kadar başarılılar ki, insanları kendileri için çabalayan, ülkesi milleti için küresel kan emicilere karşı duran yerli/milli güçlerden bile nefret eder hale getiriyorlar. Kurdukları vakıflarla her ülkede bazı medya kuruluşlarını ve gazetecileri fonluyor, istedikleri doğrultuda yayın yapmalarını sağlıyorlar. İstemediklerini kötü, istediklerini de sevgi pıtırcığı olarak göstermeyi başarıyorlar.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın politik ortamının oluşmasında belirleyici rol oynayan İngiliz Kraliyeti’nin de küreselciler karşısında konumlandığını söylememize gerek yok sanırım. Basit mantıkla düşünürseniz tek bir dünya devletini amaçlamak, elbette büyük bir imparatorluk kurmak anlamına geliyor ve bu çaba, var olan imparatorlukları hiç kuşkusuz rahatsız edecektir. İngiltere’nin ünlü Brexit ile küreselci kuruluş olan Avrupa Birliği’nden çıkışının arkasında elbette bu sebep vardı. Ancak unutmamak gerekir ki; küreselciler ülkelerin politik ortamına, kendi yanlarında yer alacak siyasi figürleri enjekte etmeyi iyi biliyorlar. Mesela, siyasi partilere el atar ve parti içerisindeki milli unsurları elimine ederler. Ulusalcı bir parti, “çeşitli yöntemlerle” göreve gelmiş yeni yönetimiyle küreselci çizgiye dönüşüverir. Bu açıdan baktığımızda, “Torries” lakabıyla anılan İngiliz Muhafazakar Partisi’nde 2019’daki seçimlere girmek üzereyken genel başkan Boris Johnson’un partisinden altmış yedi milletvekilini ihraç ettiğini görmüştük. Bu sayede Muhafazakar Parti kraliyetin partisi, yani İngiltere için yerli ve milli olarak kalabildi. Pandemi döneminde küreselciler tarafından tertiplenen bir politik kriz ile başbakan Boris Johnson istifa etmek zorunda kalıp, yerine küreselcilerin istediği kişi olan Rishi Sunak geldi. Bu şahsı Gazze konusunda İsrail’e verdiği sınırsız destek ile hatırlarsınız. Muhalefetteki İşçi Partisi’nde de yönetim değişikliği engellenemedi ve genel başkan Jeremy Corbyn Yahudi kökenli olduğu halde İsrail’e karşı tarafsız tavrı yüzünden eleştirilerek görevden alındı, şimdi İşçi Partisinin başında bir Yahudi bayan ile evli olan başbakan Keir Starmer bulunuyor. Eski başbakan Boris Johnson’ı en son Amerika’da seçimleri kazanan Donald Trump’ın göreve geliş törenine katılırken görmüştük, başbakan Keir Starmer’i ise geçen hafta küreselci Avrupa Birliği’nin Trump’a karşı ne yapabiliriz konulu Paris’deki liderler toplantısında izledik. Brexit ile küreselci AB’den ayrılan İngiltere’nin şimdiki hükümetinin küreselcilerin yanında ve onlarla işbirliği içinde olduğunu gözlemlemiş olduk. Kuşkusuz bu durum, kraliyetin İngiltere ve İngiliz Milletler Topluluğu dediğimiz Commonwelt için istemediği bir eylemdi. Bu katılımdan sonra Keir Starmer’in yakın zamanda gidici olduğunu söylemek mümkün. Elon Musk’ın sahibi olduğu sosyal medya platformu X’de İngiltere ile ilgili anket düzenlemesinin de küreselci Starmer hükümeti aleyhine kraliyetin düşüncelerini yansıttığını söyleyebiliriz.
Herkes Trump’ın Kanada’yı ilhak etmek istemesiyle İngiliz Kraliyetine ters düşeceğini zannederken, aslında Trump kraliyetin talimatını açıklıyordu. Biliyorsunuz Kanada, İngiliz Milletler topluluğuna bağlı ve parlamenter demokrasi ve anayasal monarşi ile yönetilen bir federasyon yapısına sahip. Politik yapının en üstünde de en yetkili kişi olarak İngiltere Kralı bulunuyor. Anlaşılan o ki kraliyet, Kanada Liberal Partisi’nin başı ve başbakan Justin Trudeau’nun küreselcilerle olan işbirliğinden rahatsız, sadece ondan da değil, şimdiki idari/politik yapıyı oluşturan federal sistemin tüm yerel başbakanları da küreselci çizgideler. Trump, başbakan Trudeau’ya “vali” diyerek kralın emrinde bir vali olduğunu, yani gerçek konumunu hatırlattı. Kraliyet açısından Kanada’yı Amerika’ya bağlayıp dirsek temasında olduğu Amerikan ulusalcılarına yani cumhuriyetçilere teslim etmek çok daha mantıklı. Diyeceksiniz ki, Amerika’nın bağımsızlık günü 4 Temmuz’da şehitliği ziyaret eden milliyetçi Trump, nasıl oluyor da İngiltere kraliyetiyle birlikte davranıyor. Bunun için önce Amerika’nın kuruluşundaki olayların, hatta Kuzey Güney savaşının aslında Amerika’yı kuran İngiliz hanedanları arasındaki güç ve toprak savaşı olduğunu bilelim. Peki şimdi nasıl oldu da bu güçler bir araya gelip küreselcilere karşı ortak tavır aldılar? 2022’nin eylül ayında aniden ölüm haberi gelen Kraliçe II.Elizabeth’in 11 Eylül 2001’deki İkiz Kuleler hadisesinden sonraki çabaları hep bunun içindi. İngiliz hanedanlarını konsolide ederek, tek dünya devleti isteyen küreselcilerin karşısına “Büyük İngiltere” ideali için bir araya getirmeyi başarmıştı kraliçe. Yaşlıydı ama sebebi doğru düzgün açıklanmayan ani ölümü sır olarak tarihin sayfalarına gömüldü.
Buradan hemen geliyoruz Trump’ın kendisini başında bir taç ile gösterdiği Beyaz Saray resmi hesabından yapılan paylaşıma. Bu resim de çok yanlış okundu. Resim hala Beyaz Sarayın resmi X hesabında duruyor açıp bakın, Trump’ın başında kraliyet tacı var, resmin alt kısmında da “Çok Yaşa Kral” deniliyor. Ben kral oldum veya olacağım demiyor, krala mesaj gönderiyor “çok yaşa” diyor. Böylesi bir paylaşımın arkasında, İngiltere Kralı’nın Trump yönetimine verdiği bir hediyenin var olduğunu düşünüyorum. Bu hediye Kanada olabilir. (Galiba Kanada’nın Fransaya bağlı olan ve Fransızca konuşulan Quebec bölgesi ile ilgili sorunu da çözdüler.) Trump başına koyduğu kraliyet tacına teşekkür ediyor, bizdeki deyimle baştacı ediyor. Yoksa krallık ilan edecek olsaydı yine aynı Beyaz Saray resmi hesabının en üstüne sabitlediği iletideki “Donald Trump, Amerika’nın 47. başkanı oldu” ibaresini kaldırtır, törene ilişkin resmi de yok ederdi, oraya kendi taçlı resmini çoktan koyardı. Ayrıca medyada takip ediyorsunuzdur, Trump’ın gümrük tarifelerinde yapmış olduğu değişiklikler çok eleştiri aldı. AB, Kanada, Çin, Meksika gibi ülkelerle yapılan ticarete ağır gümrük vergiler koydu. Yabancı arabalar Amerika’da artık %25 daha pahalı satılacak. Direkt Almanyayı hedef alan bir karar. Ama diğer taraftan Trump, sessizce bir tek ülkeyle olan ticaretindeki gümrük tarifelerinde hiçbir artışa gitmedi. Bu ülke; İngiltere’ydi.
Dünyaya baktığımızda bütün mücadelelerin küreselciler ve ulusalcılar arasında olduğunu görüyoruz. Sağ-sol gibi veya ideolojik farklılıklara dayalı kutuplaşmalar üzerine oluşturulmuş politik kriterler de, küreselcilerin varlıklarını belli edip, politik arenada bayrak açmalarıyla çöp oldu. Çünkü onlar bir ülkeyi istedikleri çizgiye çekmek için, etnik milliyetçilik hatta ırkçılık temelli partiler kurdurup desteklemeye varıncaya kadar geniş bir yelpazede hareket ediyorlar. Geçmişe baktığımızda Sovyet Rusya’da bile komünist partisinde istediklerini yaptırabildiklerini, Lenin’in Rusya’dan ayrılıp Avrupa’ya giderken trenden indirilip devrim için geri döndürüldüğünü, devrimin dış ilişkilerden sorumlu halk komiseri olan Troçki’nin küreselcilerin adamı olduğunu, küreselcilerin Çin’de Mao’yu iktidara el koyması için desteklediklerini biliyoruz Ülke yönetiminde inisiyatifi kaybetmek üzereyken de yetişmiş çok sayıdaki Çinli sosyalist aydını Kültür Devrimi adı altında katlettirip, Mao’nun tekrar güçlenmesini sağlayanın yine küreselciler ve arkalarındaki küresel sermaye olduğunun da farkındayız.
Ülkelerin vatandaşları henüz küreselcileri tanıyamadılar. Çünkü alışılmış, belirgin bir kriter söz konusu değil. Kendi çıkarları doğrultusunda, cıva gibi kayıp her yöne gidiveren bir yapıdan bahsediyoruz. Üstelik ülkelerin sınırları dışında ne gibi uzantıları/ortakları olduğu konusu da özel ilgi ve araştırma gerektiriyor. İnsanlar bu tür şeyleri araştırmaya alışmamışlar. Kendi ülkelerinde gördükleri politik figürlerle, bir kaç siyasi klişeyle tüm dünya siyasetini açıklamak gibi basit bir politik bakış istiyorlar. Küreselciler ise toplumların bu tür eğilimlerini çok iyi araştırıp, algı savaşına hazırlanmış durumdalar. Bu itibarla, yine mi dış güçler sözü de küreselciler tarafından Türkiye için özel üretilmiş bir klişe gibi duruyor. Evet tabii ki dış güçler, çünkü bu gezegende onlarla birlikte yaşıyoruz. Ama mesela Amerika’da Cumhuriyetçi Parti üyelerinin çoğu, globalizm (küreselcilik) ve globalistler (küreselciler) konusunda net bir ayrım yapabiliyorlar. Eskiden Amerika’da solcuların partisi sayılan Demokratların aslında solcu filan olmadıkları, küresel sermayenin uzantısı oldukları da netleşti. Kısacası Trump, sadece Demokratlar değil, başta Amerikan merkez bankası FED olmak üzere pek çok küreselci kuruluşla mücadele etmeye hazır olarak iktidara geldi. Geçen sefer neyin ne olduğunu anlayamadan süresi doluvermişti. Biden dönemindeki dört yıl Trump için iktidara hazırlanma dönemiydi. Trump’ın şimdi yaptığı bütün icraatleri küreselcilerle mücadele kapsamında değerlendirmek gerekiyor. Gazze konusunda da, dini saiklerle siyonistlere verdiği desteğin muhafazakarlık anlayışlarının uzantısı olduğunu bilelim. Ortaya bir fikir attı ve herkesi meşgul etti, gerçekleştirebileceğini hiç zannetmiyorum, dikkate alınması bile gerekmiyor. Gerçekleşmemesi İsrail’in saldırganlığını atırır mı, evet olabilir. Ancak Amerikan devletinin kendisini her anlamda zorlayan Netanyahu’yu artık istemediği, bir yolunu bulup ekarte edecekleri kanaatindeyim.
Zelensky’ye karşı aldığı tavrın sebebi de ünlü komedyenin küreselciler tarafından Ukrayna’nın başına getirilmiş olmasıydı. Küreselci medya o yüzden Trump-Zelensky kavgasında Zelensky’yi destekliyor. Kendileri için önemli, çünkü ona emek verdiler, milyarlarca dolar akıttılar, Ukrayna’nın geleceğinde de var olmasını istiyorlar.
Trump-Putin yakınlaşmasının temelinde de iki liderin küreselci karşıtı olması yatıyor. Bu aslında mecburi bir tercih ve dayanışma. Her iki lider de küreselciler tarafından hedefe konuldu ve diktatör olarak nitelendirildiler. Şimdi Trump, Zelensky seçilmemiş (halkının desteği olmayan) bir diktatördür derken, aslında küreselcilerin bu nitelemesine atıf yapmış oldu.
Trump’ın bizim cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan hakkında söylediği övgü dolu sözlerin arkasında da Tayyip Bey’in küreselciler tarafından hedefe konulması, küreselcilerle ve piyonlarıyla politik arenada karşı karşıya gelmesi var. Trump ve Putin gibi Erdoğan da küreselci medya tarafından defalarca diktatör olarak kitlelere tanıtıldı. Erdoğan’a karşı yapılan Gezi ayaklanması ve 15 Temmuz da küresel sermayenin emrindeki küreselci tayfanın tertibiydi. Trump ve Putin herşeyin farkındalar.
Özetleyelim; cepheler belli. Küreselciler ve ulusalcılar çatışıyor. Ancak hemen belirtmem gerekiyor, böyle tespitlerimizi yazınca Putin’e, Trump’a hayranlık duyduğumuz filan zannedilmesin. Sadece gerçekleri yazma derdindeyiz, Türkiye Cumhuriyeti’nden başka bir yere bağlılığımız ve sempatimiz yok. İzleyip, gözlemleyerek kendi tespitlerini aktaran insanlara önyargısız davranmak önemli. Yoksa dünyanın bütün sorunlarını önünüze konulan bir iki nefret objesine bağlayarak, gerçekte ne olup bittiğinden habersiz yaşar gidersiniz, değişik görüşleri dinlemek, okumak bile istemezsiniz. Devir, algısal klişeleri aşma devri. Hele hele yapay zekanın ortaya çıkışı ve kullanıma sunulmasından sonra kendi görüşlerimizi araştırarak, kendi süzgecimizden geçirerek oluşturmak önemli. Hiç bir şey ilk bakışta görüldüğü kadar basit ve yüzeysel değil, mutlaka derinliği var. Bitirirken hemen belirtelim, herşeyin doğrusunu âlim olan Allah biliyor.

YORUMLAR