Hikâyeciler arasında bir yer edinmek fikri taşıdığını düşünmemize gerek yok belki de. Peyami Safa arkadaşı Necip Fazıl`dan yöneteceği edebiyat bölümü için hikâyeler istemiştir. Necip Fazıl bu hikâyeleri kaleme alırken, günün, o dönemin Türk hikâyesini göz önünde mi tutuyordu? Belki, kendi orijinal ve denenmemiş yanına bakıyordu diye düşünmemiz gerekebilir. İlk hikâyedeki 'yüzücü' imgesine bağlanarak diyebiliriz ki: Necip Fazıl 24 yaşını sürdüğü o zamanda, yeteneğinin ilk açılımlarını yaşamaktadır. Şiirleri en zor beğenenlerde hayret uyandıran (Ahmet Haşim) 'beklediğimiz şiir' coşkularıyla karşılanan (Ziya Osman Saba) Necip Fazıl, şiiriyle beliren otoportrel sürprizleri, bu hikâye deneyişlerinde karşılamaya yönelmiş gibidir. Böyle bir gereklilik içinde bir denizde sükû net içinde kulaçlar atıyor sanki. Düşünce-yoğun bir gencin sadece şiirde değil şiirle birlikte, anlatıya da, ruh gerçekliğinin isteyeceği estetik hazzı aramaya yönelişi diyebiliriz buna. 'Eski Elbiselerin Hafızası' o güne kadar bizim edebiyatımızda görülmemiş bir örnektir. Bir ilktir bu hikâye. Hikâyedeki anlatıcı, Kapalıçarşı`ya çarşı kapandıktan sonra giren hayalgücünün sözcüsüdür. Bir Yahudinin işlettiği eski elbiseler dükkânında, gece birbirleriyle konuşmaktadırlar. Fantastik ögelerin birbiri ardınca sökün ettiği bu hikâyede kurgu, özgün ve bağımsız bir dışavurumun ürünüdür. Özel bir kurgu çabasıdır diyemiyoruz. O kadar doğaldır. Bu bakımdan da o dönem Türk Hikâyeciliğinden farklı, soyut bir anlatımın ilk örneğidir. Necip Fazıl`ın şiirlerinde zaman teması orijinaldir hikâyelerinde de doğuyor hayata ve oluşa bakışında. 'Eski Elbiselerin Hafızası' Ahmed Hamdi Tanpınar`ın şiirinin yanısıra hikâyeye de yönelmesinde ilham kaynağı olmuş olabilir: 'Geçmiş zaman elbiseleri' (Abdullah Efendi`nin Rüyaları, Hikâyeler, 1943)

Tanpınar hikâye ve romanlarında, 'başta zaman teması olmak üzere, psikolojik anları yansıtan bir anlatıyı geliştirmiş bir sanatçıdır. Bilinçaltında aradığı, yansıttığı görülür. O dönemde, Peyami Safa ile çağdaş Batı edebiyatını yakından izleyen başlıca iki isimden birisi olarak kabul edilebilir. Bazı anlatı tekniklerinde Rilke`den, V. Wolf`tan, James Joyce`tan haberlidir. Bazı yazısında, o dönemde bizde henüz tanınmayan bu romancıları görürüz. Necip Fazıl Kısakürek ile Ahmet Hamdi Tanpınar`ın hikâyelerinde birbirini hatırlatan bir mantığın bakışından söz edebiliriz. Onların anlatıları yer yer birbirinin eşdeğeri gibidir. Aynı nesilden bu iki şair, şiirlerinde de birbirlerini andırabilirler. Hikâyede bundan da ileri bir durumla karşılaşıyoruz. Kronolojik olarak Necip Fazıl`ın hikâyelerini yayımladığı yıl 1933, Tanpınar`ın Abdullah Efendi`nin Rüyaları`nın yayım yılı ise 1943`tür. Arada 10 yıl bulunmaktadır. Ü stelik bu hikâyeler 1928 yılında yazılmış ve Cumhuriyet`te yayınlanmıştır. Necip Fazıl`ın ölüme özel bir dikkat taşıyan şiir ve hikâyesiyle Cumhuriyet devrinin ilk 10 yılında bir çığır başladığı ortada. Yani Necip Fazıl tek başına bu çığırın sanatkârıdır. Ahmet Hamdi Tanpınar`ın 'Abdullah Efendi`nin Rüyaları' olsun 'Geçmiş Zaman Elbiseleri' olsun, 'Evin Sahibi' hikâyesi olsun modern bir anlatının öğelerini içerdiği anlatısında, başlangıçta Necip Fazıl`ın açtığı çığıra dikkat ettiği, Necip Fazıl`la glen yeni verileri benimsemiş olduğu düşünülebilir. Tanpınar 20. yüzyıl Türk Hikâyeciliğinde önemi bulunan 'Ev Sahibi', 'Yaz Yağmuru' gibi 'Erzurumlu Tahsin' gibi eserleriyle gerçek bir yer tutuyor. Necip Fazıl ise 1928`de yazdığı 8 hikâyesinde bulunan yeni ile bir çığır açmıştır. Bu gerçek göz ardı edilemez. Necip Fazıl şiirinde olduğu gibi hikâyelerinde de Cumhuriyet döneminin ilk orijinal çehresidir. Edebiyatla hayat sınırı arasındaki aşamalar olsun, edebiyat dışı bazı gelişmeler olsun. Türk edebiyatında yatan bu gerçeği örtmemelidir. Bu savımızda bir somut karşılaştırma da ortaya koyabilmeliyiz: Abdullah Efendi`nin Rüyaları`nda, Abdullah Efendi için o çok zorlu 'kış gecesi'ne gidelim: 'Evet odasında yapayalnız, bir türlü görünmeyen bir sevgiliyi beklerken birden bire tepesinde apartmanın çatısının uçtuğu ve odasına yıldızların dolduğu o büyük geceden beri Abdullah, Mavera ile arasında hiçde temenni etmediği bir şekilde kuvvetli ve derin bir münasebetin başladığını hissetmişti. (s.9)

Tanpınar`ın Abdullah Efendi kişisinde öykülediği, Necip Fazıl Kısakürek`in (1938-1939`da yayımlanan) 'Senfoni' (Çile) şiiriyle ilgisiz bulunabilir mi?

Gaiblerden bir ses geldi. Bu adam

Gezdirsin boşluğu ense kökünde

Ve uçtu tepemden birdenbire dam

Gök devrildi künde üstüne künde

Kendi içinde ilginç, edebiyatımızda mühim bir yeri olan 'Abdullah Efendi`nin Rüyaları' hikâyesinde, Necip Fazıl ile ilgi kurulabilir yerler bu kadarla kalmıyor. Sürekli bunalan, korku ve vehimlerinin âdeta mahkû mu gibi yaşayan Abdullah Efendi, 'hiçlik ' korkusunu doğrudan yaşayan 'Bir Yalnızlık Gecesinin Vehimleri'ndeki (1933 Necip Fazıl`ı) öznesine oranla, hiçliği dolaylı, uzun vadeli endişeler aracılığı ile dirak eder. Hiçliği yani sonrasız olma korkusu yayılmıştır toplumun içinden geçecek, bir gün onunla karşılaşacaktır.

Haftaya Perşembe son bölüm.