Abdullah`ın korkusuna daha yakından bakalım(...) 'Birdenbire Abdullah, kendisi için hayatın artık sırrı kalmadığını görerek korktu.' Bu aşırılık mağduru adam için her kapalı şey andırır. 'Gülümsemeli bir insan yüzü' ile 'sımsıkı örtülmüş demir kapılar' farksızdır onun için. Ama anlarız ki onun asıl korkusu, 'kâinatı saran ve ona güzelliğini veren büyük sırrın ortasından kesilmiş meyve gibi birdenbire bütün çıplaklığıyla görünmesinden korkunçmanzarasıyla onda her nevî yaşama zevkini bir anda, tıpkı bir nefeste söndürülen bir mum gibi söndürülmesinden korkmuştu. İşte şimdi, o kadar ürktüğü ve bununla beraber beklediği saat gelip çatmıştı. Abdullah`ta bu korku, apartmanın çatısının uçtuğu gece başlamıştır anlatıcı (Tanpınar)ya göre. Ama Abdullah, Mavera ile arasında kuvvetli ve derin bir münasebetin başladığını istemektedir aslında. Bana göre hikâye mantığı ile açıklanabilir bu gelişme, Tanpınar`ın yaratma gücünü gösterir bize. Abdullah Efendi belki de temporal bir hikâye kişisidir. Kurgudaki hayatta da onun sayısız anormal davranışlarını izleriz nitekim.

Ayrıca şu: '...Ve o konuştukça sandalyede yığılmış kalmış olan manto, elbiseler çamaşır yığını yavaş yavaş sanki içlerine kuvvetli ve muntazam bir şekilde hava verilmiş gibi şişerek şekillerini aldılar' cümlesi Necip Fazıl`ın:

Elbisem çivide canlanır o an

İçinde başka bir vücudu saklar

dizelerinden hareket etmiyor mu? Sonra 'daha çocuk denecek kadar gençbir yaşta çıplak ve sefil bir evde bütün bir kış gecesini bir ölüyle başbaşa geçirmişti' parçası da 'Bir Yalnızlık Gecesinin Vehimleri'ne uymakta. Necip Fazıl orada: 'ölüler yaşıyor, anlar yaşıyor derken 1930-31`de yazacağı 'Geçen Dakikalarım' şiirine de hazırlanıyor.

Necip Fazıl Kısakürek 1936`da Ağaç'mecmuasını' çıkarmaya başlar. Baş yazılarında 'sanat tasavvuruna' derinden bir bakış bulunur. O, her şeyi irdelemeye yönelmiştir. Sanatçının her şeyden önce derin bir 'nefs muhasebesi'ne talip olmasını, kişiliğinde özeleştirinin vazgeçilmez bir öge olarak bulunmasını gerekli görür. Nesildaşlarının ürünlerine de açıktır. Ağaç`ta Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dıranas, Sait Faik Adalı &ndash daha sonra soyadını değiştirecek Abasıyanık`ı alacaktır- gibi şair ve hikâyecilerin yeni ürünleri yayımlanır. Bu arada bir isim Ağaç`ta ilk kez takdim edilmiştir. Sabahattin Ali... Necip Fazıl bu gençhikâyecinin 'Kafa Kâğıdı' başlıklı ürünü, yerli hikâyeye bir örnek olarak göstermektedir. Bu sonuç: Necip Fazıl hikâyede de kolay sanatı kabul etmez. Hatıralarında, Paris`ten döndükten sonra, bazı gazeteler için oturup hikâyeler yazdığını okuyoruz. Bunlar isimsiz yayımlanmışlardır. Necip Fazıl bunları hikâye sanatı içinde görmediği için kitabına almamıştır.

Sait Faik`in Bursa`da yayımlanmış 'Beyaz Mendil', 'Zemberek' gibi öğrencilik yılları ürünlerinden sonra ününü sağlayan ilk hikâyeleri, 1934`te Varlık`ta çıkmıştır. Necip Fazıl`ın hikâyede en yakını kuşak arkadaşı, 1905 doğumlu Bekir Sıtkı (Kunt)dır. Bekir Sıtkı`nın ilk hikâyesi 1924`te Adana`da Yeni Adam gazetesinde yayımlanmıştır. Tanınışı ise 1930-31`de İstanbul`da çıkan Vakit gazetesinin 'edebiyat ilâve'lerindeki 'gözleme ve gerçeğe bağlı' hikâyeleri ile olmuştur. Kenan Hulusî (Koray) 1928`de Servet-i Fünun-Uyanış dergisinde ilk hikâyesini yayımlar.

Görüleceği üzere ilk Cumhuriyet kuşağı Bekir Sıtkı ve Necip Fazıl`dır.

Necip Fazıl hikâyesini değerlendiren isimleri anımsatalım.

İsmail Kıllıoğlu, 1970`te Diriliş`te o yıl Hikâyelerim ismiyle yayımlanan kitap için bir yazı yazar. Diriliş dergisinde, o yıl Sezai Karakoç, Sait Yeni müstearı ile 'Necip Fazıl`ın Şiiri' I, II yazılarıyla boykotu etkisizleştirmek amacıyla, uzun ve kapsamlı bir inceleme yazar. Böylece Sezai Karakoç`un Diriliş`inde Necip Fazıl gerçeği bir kez daha vurgulanmış olur. Daha önce 1955`te, 1932`deki Ben ve Ötesi`nden sonra yeni şiirlerini de toplayan Sonsuzluk Kervanı yayımlandığında Sezai Karakoç, çıkardığı Şiir Sanatı`nda bir kitap yazısı yazmış, bu yazı Necip Fazıl hakkındaki boykotu kıran bir yazı olmuş, gençşairler Necip Fazıl`ın 'konuşulabileceğini' düşünmeye başlamışladır. Sonsuzluk Kervanı için Ayhan Doğan ile Orhan Okay da yazı yazmıştır. O yıl Necip Fazıl`ı 1952`de yeniden hikâye yazmaya ve onları Büyük Doğu`da yayımlamaya başlamış buluyoruz. 1967`de ise Büyük Doğu`da her hafta bir hikâyesi yayımlanıyor. Bunlar yeni hikâyeleridir. 1964`te çıkan Ruh Burkuntularından Hikâyeler kitabından sonraki ürünleri, Parantez: 'burkuntu' Necip Fazıl`a özgü bir fiil-isimdir. 'Zından`dan Mehmed`e Mektup' şiirindeki 'bilekçe' de 'kelepçe' yerine kullanılmıştır.

İsmail Kıllıoğlu`nun değerlendirmeleri önemlidir: 'Bir Yalnızlık Gecesinin Vehimleri'nde ölüm olgusu, çocuk şuurda kızkardeşin ve daha sonra da büyükbabanın ölümü ile tokuşur ve ölüm tanınır böylece. Ama tedirgin etmez onu, varoluşa doğru sürükler'. Â lim Kahraman Bir Duyarlığın Çağdaş Biçimleri`nde, Ömer Lekesiz Yeni Türk Edeiyatında Öykü isimli 5 ciltlik antolojisinde, bu hikâye dünyasına daha bir girdiler. Â lim Kahraman 'Anlatımda Mauppasant yoluna bağlanabilecek hikâyeleriyle Necip Fazıl Kısakürek metafizik ve ruhçu özellikler taşıyan bir çizgiyi hemen tek başına temsil etmektedir. (...) Bu hikâyeler fizikötesi arayışlar içindeki 'ben'in hikâyesidir.' Taşıdığı ruhî marazlarla (Necip Fazıl`ın 'ruh burkuntuları' der, burkuntu 'komplex' karşılığından farklı duruyor. K. E. B. ) Mauppasant`ı, bir çeşit korku metafiziği ile Poe`yu hatırlatan Necip Fazıl 'her şeyde ilâhi bir ihtar ve şifre gören' temel yaklaşımıyla onlardan ayrılır.

Hayattaki ÖZNE ile eserlerindeki ÖZNE, özenli okurda bir araya gelir toplumda birleşir. Bu ise çoğaltılmış Necip Fazıl demek değil, net Necip Fazıl`dır. Sanat ve düşünüşüyle tüm ÖZNE.

Bu ülke için olduğu gibi tüm yeryüzü için de.