Uzun soluklu bu çalışmamızın konusunu Türk kadını ve sosyal değişme sürecinde elde ettiği statüsü oluşturmaktadır. Özellikle Cumhuriyet dönemindeki statü değişmesini ele alacağız.

Konu ile ilgili yüzlerce yüksek lisans ve doktora tezi hazırlanmış, onlarca kitap yazılmıştır. Bu yazı hazırlanırken bu kaynakların önemli kısmından da faydalanıldı. Ancak gazete yazılarında dipnot verme geleneği az olduğu için dipnot olarak kaynakları vermedik. Kitaplaşması halinde elbette kaynaklarımızı da sunacağız.

Konumuza dünyada kadınların siyasal haklarının kısaca gelişimine değinerek başlayacağız. Osmanlıda kadınların durumu, Atatürk ve Türk Kadını, Cumhuriyetin Türk kadınına kazandırdıkları ve günümüzdeki durum ile çalışmamız tamamlanmış olacak.

Kadınların tarih sahnesine çıkmaları 1789 Fransız İhtilali ile birlikte aktif olarak çıkmışlardır. İhtilalin sonucunda yayınlanan, 'İnsan hakları Beyannamesi' sinde insan tanımı sadece erkekleri kapsadığı için bildirgenin içeriğinde kadınlara yönelik bir gelişmeden söz etmek mümkün değildi. Bu nedenle feminist hareketin yaratıcılarından olan Olympe de Gouges 1793`de 'Kadın Hakları Beyannamesi'ni yayınlandı. Rose Lacombe ve Olympe de Gouges bazı kadınlarla birlikte 17 maddelik  kadınların haklarını yazdılar. Süfrajet, 1897`de Milicent Fawcett, kısa adı NUWS olan ve yasal,  şiddete başvurmayan yöntemlerle çalışmayı öngören kadınların Oy Hakkı İçin Ulusal Birlik`i (Nation Union for Women Suffrage) kurdu. 20 Ekim 1793`te Rose Lacombe bu hakları gerçek kanıtlara dayandırarak Paris Komününde savundu.

Bu bildirgede 'Kadınlar özgür doğar ve erkekle eşit haklara sahip olur' denildi. Ancak bu bildirinin yayınlanmasından sonra kadınlar haklarını almak yerine Meclis tarafından asi ilan edilmiştir. Hatta Napolyon dönemi ile birlikte kadınlar elde ettiği kazanımlarını da yitirmiştir.

Kadınlar 19. yüzyılın sonunda Batı`da mülkiyet ve miras hakkı, çocuğun velayeti, eğitim ve çalışma haklarıyla ilgili talep ve buna bağlı dönüşümlerin yanı sıra ekonomik ve toplumsal eşitliği yönlendirebilmek amacıyla seçme ve seçilme hakkı mücadelesine de girişmiştir. Bu amaçlar uğruna çaba gösteren Süfrajetlerin mücadeleleri 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başında bütün Batı ülkelerini saran bir hareket olmuştur.

Süfrajet mücadeleleri en sert şekilde İngiltere`de görülmüştür.  Parlamento mücadelesinden bir şey beklememek gerektiğine inanan kadınlar ise kendi örgütlü güçlerini kurmaya başladı. Parlamento dışı mücadelede en etkin örgüt, Emmeline Pankhurt öncülüğünde 1903`te kurulan 'Sosyalist ve Politik Kadın Birliği' olmuştur.

Avrupa`da kadın örgütlenmelerinin ilk kurulduğu ülkeler Kuzey ülkeleridir. Kuzey ülkeleri kadına seçilme hakkını veren ilk ülkelerdir. Finlandiya`da 1906 yılından beri 24 yaşında bulunan erkek- kadın bütün Finlandiyalılara seçim hakkı verilmiştir. Finlandiya kadınları, bu haklar sayesinde siyasi hayata faal olarak katılmaya başlamışlardır. Norveç`te 1907,Danimarka`da 1915 bu yana 25 yaşındaki kadınlar oy verme hakkına sahip olmuştur. İsveç`te ise 1919 yılından itibaren 23 yaşındaki kadınlar seçme hakkına kavuşturulmuştur.

Kadının İngiltere`de Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki iyileştirici şartlardan yararlanmıştır. 6 Şubat 1918`de kabul edilen seçim yasasına göre 30 yaşını geçen mülk sahibi, mülk sahibiyle evli, haftada 5 pound gelir getiren bir işte çalışan ya da üniversite mezunu olan kadınlara oy hakkı tanımaktaydı.

August Bebel`in 'Kadın ve Sosyalizm' adlı yapıtı Almanya`daki birçok kadına kaynak olmuştur. Bebel`in kadının siyasal hayata girişi ile ilgili düşünceleri şu şekildedir: 'Kadınların erkekten geri oldukları, bu nedenle kendilerine oy hakkı verilmemesi iddiasının yanlış olduğunu birçok örnekle gördük. Ama hala kadınlara tam eşitlik verilmesine yanaşılmaz. Bu arada bazı aydınlar da kadınların doğuştan tutucu dinsel saplantılara bağlı oldukları için, bu hakkın kendilerine verilmesinin tehlikeli olduğunu söylerler. Bu iddia, kadınların cahil bırakıldığı dönemler için doğrudur. Bizim amacımız onları okutmak, onlara gerçek çıkarlarının nerede olduğunu göstermektir.'

Alman kadınlarını ilk savunan kadın Luise Otto`dur ve bu konuda etkin bir şekilde çalışmıştır. Almanya`da kadınların politik haklar mücadelesi ise 19. yy. da başlamıştır. Alman kadın hakları mücadelesi, sosyalizmle birleşen bir hareket olmuştur.

Almanya`da, bu doğrultuda verilen zorlu mücadelelere rağmen, kadına Birinci Dünya Savaşı öncesinde her hangi bir hak tanınmadığı gibi, 1908 yılına kadar kadınların siyasal partilere üye olması ve siyasal toplantılara katılması bile yasayla yasaklanmıştı. 1918`de Almanya İmparatorluğu çökünce Sosyal Demokratlar iktidara gelecek ve kurulan Weimar Cumhuriyeti kadınlara savunduğu ilkeler doğrultusunda oy hakkı tanıyacaktır.

Amerika Birleşik Devletleri`nde kadının seçim hakkını ilk olarak 1868 yılında Wyomink eyaleti kabul ve tanzim etmiştir. Wyomik Eyaleti`nin önderliğinde ABD`de başlayan kadının siyasi hakları mücadelesi zamanla bütün ülkeyi etkilemiştir. Eyaletler birbirinin arkasından kadınların siyasal haklarını tanımaya başlamış 1920 yılında yapılan bir değişiklikle Amerikan Anayasa`sına  'kadınlık ve erkeklik nedeniyle seçim hakkından hiçkimse mahrum edilmeyecektir,' ifadeleri ilave edilerek kabul edilmiştir. Bu hükmün kabulü ile 1920 yılında yapılan devlet başkanlığı seçimlerine 20 milyon kadının iştiraki sağlanmıştır.

Kadınların hak arayışları çerçevesinde gelişen akımlardan biri de feminizmdir. Feminizm kavramı Fransızcaya 1837`den sonra girdi. Poul Robert tarafından hazırlanan sözlükte feminizm kavramı 'kadınların toplum içindeki rolünü ve halklarını genişletmeyi öngören bir doktrin' olarak tanımlamaktadır. Kavramın doğuşundan bugüne kadar kadınların toplum içindeki haklarının genişletilmesi adına birçok eylem yapılmıştır. Bu yüzden Feminizm hem düşünce hem de eylem bakımından tanımlanması zorunlu olmuştur. Başlangıçta kadının sosyal hayat içerisinde eşit olması anlamındaki Feminizm teoriğine yeni kavramlar yüklenmiştir. Bu kavramların başında ise cinsel kimlikler yer almaktadır. Feministler cinsiyetçiliği Amerika Birleşik Devletleri`ndeki zencilerin veya Fransa`daki renkli derili işçilerin ırkçılığı kınadıkları gibi kınamaktadır. Bunun nedeni olarak ise kadın cinsiyetçiliğine yapılan ayrımcılığı görmektedirler.

Feminizm 19. yüzyıldan 20.yüzyıla kadar geçtiği süreçte toplumsal dönüşümde büyük bir hız kazanmıştır.

(Önümüzdeki hafta da bu konuya devam edeceğiz.)