Türkiye`de Anayasalı rejime geçildiği 1876`dan sonra 1877`de yapılan ilk seçimlere ve ondan sonrakilere kadınlar katılmamışlardı. Yalnız, 1908 hareketinden sonra Anayasa`nın daha demokratikleşmesi ve hürriyetlerin daha genişletilmesi sonucu kadınların siyasal alana ilgi duymaya başladıkları görülmüştür. Ne var ki, bu konuda çeşitli sebeplerden dolayı pek kayda değer bir gelişme meydana gelmemişti. 1923 yılı Nisan ayında 'İntihâb-ı Mebusan Kanunu'nun görüşülmesi esnasında kadına seçme hakkının verilmesi konusu gündeme gelerek çeşitli tartışmalara yol açmış, ne var ki, bu hakkın verilmesi kabul edilmemiştir. Aynı yılın Haziran ayında (16 Haziran 1923) Başkanlığını yazar Nezihe Muhittin`in (1889&ndash 1958) yaptığı Kadınlar Halk Fırkası kurularak, ilk siyasal oluşum meydana getirilmiştir. Fırka, siyasi bir görünümde olmakla beraber esas amacını, kadınların eğitim ve sosyal alanlardaki eksikliklerinin tamamlanarak cehaletin ortadan kaldırılması olarak açıklamaktadır. Ancak, Fırka`nın genel sekreteri Şukufe Nihal`e göre nihai hedefleri siyasi hakları kazanmaktır. Kadınların bu girişimi siyasal haklara sahip olmamalarından dolayı başarısızlıkla sonuçlanmış ve söz konusu fırkaya resmi izin verilmemiştir.

Cumhuriyet`in ilânı sonrasında, 7 Şubat 1924`te Türk Kadınlar Birliğini kuran kadınlar, çalışmalarını bu yolla sürdürmeye başladılar. Birliğin tüzüğünde amaçlarını: '... Kadınların sosyal ve siyasal haklarını elde edecek olgunluğa eriştirilmesi...' olarak belirleyerek konuya dikkatleri çektiler ve böylece isteklerinde ısrarlı olduklarını gösterdiler. Hatta 1927`de Birliğin tüzüğüne siyasal haklar sağlamayı amaçlayan bir maddeyi ekleyerek kabul ettirdiler ve aynı yıl yapılacak seçimlere katılmaları için birlik içinde tartıştılar.

Konuyu basında da gündeme getirmelerine rağmen, Anayasa`da kadınların seçime katılmalarını sağlayacak hükmün olmaması gerekçelerinden dolayı istekleri gerçekleşmedi.

Aynı konuda, 1926`da Türk Ocağı`nda bir konuşma yapan Süreyya Hulusi isimli hanım verdiği konferansta: 'Türk kadını tarihte siyasal rol oynamıştır. Kadın kendi benliğini idrak eder. İktisadi sahada haiz-i tesir olursa neden memleket işlerinde geri kalsın. Herkes anadan vatan dersi alır da ne için o vatanın idaresi ve mukadderatı mevzuubahis olduğu zamanda mahmul vaziyette bırakılır. Vatanda tüten ilk ocak eğer kadın parmağıyla tutuşmuşsa ve eğer vatan o ocakların müşterek bir ifadesi ise öyle zannediyorum ki vatan ve kadın yekdiğerinden ayrılmayan iki mefhum teşkil ederler...' sözleri ile Türk kadınının seçme ve seçilme haklarının verilmesinin gerekliliğini vurguluyordu. Bu ve benzeri pek çok girişimlerle siyasal hakların kazanılması için gösterilen gayretler siyasal anlamda olmasa da, öncelikle sosyal alanda çok önemli bir gelişmenin yaşanması ile sonuçlandı.

Bu gelişme 17 Şubat 1926 günü kabul edilen Türk Medeni Kanunu dur. Bu kanunla Türk vatandaşlar ayrım yapılmaksızın diğer uygar ülkelerin vatandaşları gibi eşit haklara kavuşmuşlardır. Bu yasa ile kadın, öncelikle anne ve eş olarak değerlendirilmektedir.  Poligami önlenmiş, evlilikte tek eşlilik gündeme gelmiştir. Kadına kocasından ayrılma hakkı tanınmış, tanıklıkta cinsiyet farkı ortadan kaldırılmıştır. 

Atatürkçü eğitim sistemi, laik bir niteliğe sahip olarak gelişip yaygınlaşırken, çağdaş uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Bu arada kadınlarımızın eğitim, sağlık, ekonomik faaliyetler vb. de yer ve görev almaları ile ülke kalkınmasına da katkıları artmaktadır. Ü lke kalkınmasını kadın-erkek eşitliği ile bilimsellikte gören Atatürk, gelişmelere bu anlayış ile yön vermiştir. Nitekim bu gelişmelerin ardından, kadınların ekonomik hayattan sonra eğitimde ve siyaset alanında da gerekli yerini almalarının önemi üzerinde durmuştur. Atatürk çok iyi biliyordu ki, kadının toplumda yerini alabilmesi eğitimle mümkündür. 3 Mart 1924 yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) ile kadın ve erkeklerin eşit öğretim imkânlarından yararlanması sağlanmıştır.

  (Önümüzdeki hafta devam edeceğiz.)