akdim:

Bu konuşma 2000 yılının Aralık ayı sonlarında gerçekleşti. İstanbul Ü niversitesi Sosyoloji Bölümünde okuyan sevgili Yasin ATUNCU konuyu seminer dersi için hazırlamıştı. Rahmetli Erhan ATİKER`in dersi için. Bu nedenle sorularına içten, samimi ve dürüstçe cevaplar verdim. Aradan geçen bunca zamana rağmen Türkiye`de memur sendikacılığı konusundaki görüşlerimin aynı kalışına ben de şaşırdım. Beklentim değişmesiydi. Hem de olumlu yönde. 

Yasin ile kısa dönem ev arkadaşlığı da yaptım. Çok iyi bir şairdi. Henüz kitaplaşmasa da birkaçşiiri Türk Edebiyatı dergisinin 2000 li yıllardaki sayılarında yayınlanmıştı.

Bu konuşmanın yapıldığı zamanlarda sendika aidatları maaşlarından kesinti yapılarak üyeler tarafından bizzat ödeniyordu. Günümüzde ise devlet sendikalara üyeler adına aidat ödüyor. Yekû n olarak muazzam bir meblağ devlet hazinesinden üyeler adına sendikalara aktarılıyor. Aktarılan bu muazzam meblağa rağmen sendikaların üyelerine ve haklarına yeteri kadar da sahip çıkmadıklarını görüyorum.

4688 Sayılı Kamu Görevlileri ve Toplu Sözleşme Kanunu da bu mülakattan sonra 12/07/2001 tarihli Resmî Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmişti. Okuyucularımızın bu hususu da göz önüne alarak mülakatı değerlendirmesinde fayda vardır.

 

Yasin ALTUNCU: Kamu-Sen`e bağlı, Türk Eğitim-Sen Ü yesisiniz. Sendikanızla ve sendikalarla münasebetleriniz nelerdir?

Cafer VAYNİ: İl toplantılarına davet edilirim. İstanbul İlde 25 kişilik bir kurulu vardır. Bu kurulun toplantılarına katılırım. Sendika karar verdiği ve katılmamızı istediği bazı eylemlere katılırım. Bazılarına da katılmam.

Örneğin 1 Aralık 2000`de Sultanahmet meydanında yapılan 'Bir günlük, iş bırakma' eylemine katılmadım. Provokasyona alet olunma ihtimalinden dolayı. Bizim sendikanın bu işe alet olacağını düşünerek katılmadım. Ama 18 Kasım 2020 tarihinde Ankara`da yaptığımız eylemde İstanbul`dan katılarak yer aldım.

Yasin ALTUNCU: 1 Aralık 2020 eylemine katılmadınız. Ankara`nın daha genel bir yürüyüş olduğunu mu düşünüyordunuz?

Cafer VAYNİ: Hayır. Daha genel olduğu için değil. Ankara`daki arkadaşlar aşağı yukarı aynı düşünceye ve kültürel dokuya sahip arkadaşlardı. Aynı kaynaklardan beslenen insanlar olduğumuzu düşünüyorum. Nitekim 18 Kasım 2020 tarihli eylemimiz Türk sendikacılık tarihinde çok enteresan bir dönüşümün habercisi oldu. En az 150.000 kişi vardı. Ankara`da Kızılay Meydanında. Kalabalığın bir ucu Yeni Mahallede kadar bir ucu Sıhhiye de bir ucu da Bakanlıklarda. Müthiş bir kalabalık. Bunların içerisinde siyasi partiler yoktu...Ü niversite öğrencileri yoktu. Marjinal gruplar da yoktu. Sadece kamu görevlileri vardı.. Ve bu eylem fazla da ses getirdi.

Farklı gruplar katıldığı vakit iş farklılaşıyor. Mesela: 1 Aralık 2000 de, Ortak Eylem Platformunun aldığı karara göre iş bırakma eylemine gidildi. Dev Sol, Dev-Gençgibi marjinal gruplara hizmet etti sendikacı arkadaşlar. Sultanahmet Meydanındaki gerek bayrakları gerekse sloganları gördük. İstanbul Ü niversitesi nin marjinal sol grupları da oradaydı. Bazı parti amblemlerini de orada bulduk. Kamu-Sen muhafazakâr kimlikli bir sendika. Eğitim-Bir-Sen de muhafazakâr. Onların bulunduğu yerde bunlar da bulununca istismarcıların ekmeklerine yağ sürülmüş oldu.

 

Yasin ALTUNCU: Bunlar solcu olduğu için provokasyona gelmemeyi mi hedeflediniz Sultanahmet`te. Yoksa bunların sendikacılığı aşan politikalarının olduğunu mu düşündünüz?

Cafer VAYNİ: Çok önemli bir nokta. Beni asıl ilgilendiren orası. Bunun için dünyadaki sendika hareketine ve Türkiye deki sendikacılık tarihine bakmak lâzım.

Yasin ALTUNCU: Oraya geçmeden, bir cümle söyleyecek olursak sendikanın amaçlarını aşıyorlar mıydı bunlar?

Cafer VAYNİ: Sendikanın amaçları yoktur. Türkiye de sendikacılık şu an itibarıyla amaçsız ve bir kuru gürültüden ibarettir. Kamu görevlilerinin sendikacılık yapması anayasal bir haktır ama özel kanunu çıkmamıştır. Siyasi Partiler Kanunu, Dernekler Kanunu gibi kanunları örnek almaya çalışıyoruz. Sol geleneğin pratiğine bakıyoruz. Sendikalar siyasi partinin yan kuruluşu. Örneğin İşçi Partisinin. Hal böyle olunca sendika üyeleri özlük haklarıyla iştigal edeceğine siyasetle yani genel ülke sorunlarıyla ilgileniyorlar. Ortaya ikilem çıkıyor. Gerçekten özlük haklarıyla İlgilense bir kaygı taşımam. Halbuki sendika siyasete talip olmamalı. Eğer devlet yönetmeye talipse siyasi partide bunu yapmalı. Yani Türkiye de işler karıştırılıyor. Adam sendikacı aynı zamanda siyasetçi, sanatçı, bürokrat vb.  Bir koltukta beş karpuz olmaz. Birini birine feda edeceksin. Büyük oranda hepsini siyasete feda ediyorlar. İleri gelenlerin milletvekili olduklarını ve sonra da sendikalarına sırt döndüklerini veya eski arkadaşlarının tepkilerini çektiklerini sıklıkla görüyoruz. 

Örnek vermem gerekirse sendika toplantılarımızda TBMM`sinde Kamu-sen kökenli 54 milletvekili var olduğu söyleniyor. 54 milletvekilinin çalışanlara hiçbir faydası yok. Umurlarında ve önceliklerinde de değil. Kamuoyu oluşturmuyorlar. Milletvekili olunca ilk işleri çalışanların meselelerine sırt çevirmek oluyor. 

Yasin ALTUNCU: Bir koridor, atlama tahtası olarak mı görüyorlar sendikayı, amaçlarına giden bir koridor?

Cafer VAYNİ: Evet, büyük ihtimalle.

Yasin ALTUNCU: Mesele güzel bir noktaya geldi. Özlük hakları ile ilgili olarak katıldığınız Ankara yürüyüşünde sizi çeken şey homojen bir şekilde, özlük haklarını bilen ve onları savunan kişiler miydi? 

Cafer VAYNİ: Ankara`da özlük haklarına dair taleplerimizden sapma olmadı. Ancak lider/sendika genel başkanı ön plana çıkarıldı. Halbuki çıkmaması gerekirdi. Elbette çevresindeki bir kısım insanlar da bunda etkili. Lideri öne çıkartmaları, lideri büyütecek ve dolayısıyla kendileri de statü olarak yükselecekler. Yükselince de ona göre işlerini döndürecekler.

İlginçbir değerlendirmem oldu. O gün konuşmasını dinlediğim Resul Akay`ın lider vasıflarını da taşımadığını anladım. Çünkü herhangi bir karizması yoktu. Şunları düşündüm: RTÜ K`te danışmandır kendisi. Acaba Sendika Ü st Yönetimi kimler tarafından hangi pazarlıklar sonucu oraya getiriliyor ve orada uzun süre tutuluyor. Burası işin önemli tarafı. Tahmin ediyorum ki Türk Sendikacılığında da Türk Particiliğinde olduğu gibi teşkilatın genel merkezindeki kişilerin önemli bir kısmı başka ve bizim göremediğimiz ilişkilerin sonucunda oraya getiriliyor. Onları önemli yere getiren ve vazgeçilmez kılan kendi başarı ve meziyetleri değil.

Ana kadrodaki tezat eylem pratiğine de yansıyor. Örneğin Çeçenistan`ın Rusya`ya karşı haklarını savunmak Kamu-Sen in meselesi değildir. Sendikal bir mesele değildir Çeçenistan. Siyasal bir meseledir. X Partisi programında Çeçenistan`a yer verir. Muhalefet yapar. Ama Türk Eğitim-Sen`in meselesi değildir.

Yasin ALTUNCU: Böyle bir meseleyi üzerine alıp propaganda mı yapıyor?

Cafer VAYNİ: Evet. Eylem yaptı Çeçenistan la ilgili. Sadece Kamu-sen değil bütün sendikalar bana göre aynı yanlışın içindeler. Eğitim-Sen de PKK terör örgütünün başı için 'özgürlük' taleplerini dile getiriyor ve bu yönde gazete ilanı bile verebiliyor.

Yasin ALTUNCU: Kendini Eğitim Sendikası olarak mı gösteriyorlar eylemde?

Cafer VAYNİ: Evet. Mesela X sendikası İsrail Bayrağını yakıyor. Bana göre onun meselesi değildir. Sendikanın doğasına aykırıdır. 

Yasin ALTUNCU: Bir de Özlük Hakları savunulması gereken bir yığın insan var. Ortada bir de sendikacılık adına yapılan eylemler var. Hem eylem var. Hem de özlük hakları savunulmayan, savunulmuş olabileceğini düşünen/uman bir yığın var. Bu ayrı bir sorun değil mi?

Cafer VAYNİ: İşin ilginçtaraflarından birisi de kitlelerin duyarsız hale getirilmesi var. Belki de karamsar ve bu yüzden böyleler. İşin özü şu: Türkiye nin 200 yıllık temel siyaseti olan Batılılaşma sonucunda. Türkiye ye aktarılan kurum, kuruluş ve kavramların çok sağlıklı iş görmediği ortaya çıkıyor. Gerek siyasi partilerde ve gerekse sendikalarda bu böyle. Siyasi partileri katmamın sebebi Türkiye de siyasi partilerin, nasıl gençlik kuruluşu, kadın kurulusu (kolları) varsa aynı zamanda sendikal kuruluşu/kolları da olduğu içindir. 

Yasin ALTUNCU: Bu da ayrı bir başlık oldu. Şimdi hangisinden başlamak istiyorsanız başlayın.

Cafer VAYNİ: Dünya Sendika Hareketi muhalif ve tutarlı bir harekettir. Sendikacılık yapısı itibarı ile muhalifliktir. Öyle olmalıdır da. Kime muhalif? Kurulu düzene, mevcut statükoya, hükümete ve üretim araçlarını ellerinde bulunduran kesime, artı ürünü ve kaynakları adaletsizce paylaştıran kesimlere muhaliftir. Batı da sanayi devrimiyle birlikte büyük eziyet çeken işçi zümreleri Marksist ideoloji etrafında öbekleşe öbekleşe sendikalaşma bilinci doğuyor. 'Dünyanın bütün işçileri birleşiniz' sözü yanılmıyorsam Marx`a aittir. Bugün Almanya`da rektör ile öğrenci aynı eylemde birlikte olabiliyorlar. Rektör de 'öğrenci harçlarının kaldırılmasını' talep edebiliyor. Ama Türkiye de hiçbir rektör öğrencilerle ortak eyleme giremiyor. Çünkü öğrenci harçkonusuna vurgu yapacağına 'Kahrolsun faşist devlet' şeklinde sloganlar atıyor.  Halbuki öğrencinin barınma, burs verilmesini isteme, yemeklerin daha iyi olmasını talep etmek gibi hakları araması daha uygun düşer. 

Türkiye ye sendika düşüncesi ve kurumu 1900 lü yılların başlarında sosyalist fikirlerle geliyor. Türkiye`deki sosyalist hareket işçi sınıfına dayandırmak istiyor kendini. Sınıf bilinci oluşmadığı için işçilerin sendikalaştırılmasıyla bu bilinci kazandırmak istiyorlar. Buna göre işçi sınıfı sendikalaşmalı ancak sendikalaşan işçi sınıf bilinci konusunda şuur sahibi olabilir. Bu anlayış söz konusu. Ü lkemizde işçi sendikacılığının uzun bir geçmişi var.

Bu konuşmamızın merkezi olan memur sendikacılığından ise ancak 1990`lardan itibaren söz edebiliriz.

(Haftaya Devam Edeceğiz)