`height=

Ü stad Alparslan Babaoğlu ile gerçekleştirdiğimiz 'Usta'sıyla A`dan Z`ye bir ebrû sohbeti'nin ikinci ve son bölümünü değerli sanatsever okuyucularımızın irfanına arz ediyoruz

Alparslan Bey, 'meşk usulü' ve 'ustaya tam teslimiyet' dediniz. Sözün bu yerinde size 'Geleneksel sanatlarda, bahusus ebrû sanatında hoca-talebe, usta-öğrenci münasebeti nasıl olmadır?' sualini iletmemiz bir nevi vacip oldu!

Ustasız ebrû cu olunmaz, hüdâyinâbit ebrû cu olamazsınız, ebrû yu kendi kendinize öğrenemezsiniz. Ebrû da bir rehber lazım gelir; Ben hocam gibi ebrû yapmak için, onun gibi lâle başı yapmak için belki bin adet lâle yaptım, her yaptığımı götürdüm, gösterdim yanlışlarımı gösterdi. Sonunda bir gün 'bunun altına imza atsam kimse fark edemez' diye iltifât etti.

Usta talebesinin yolunu kısaltır, kolaylaştırır; Nasıl hüsn-i hat talebesinin hocasının kaleminin harfi nasıl şekillendirdiğini görmeden harfi yazması söz konusu değilse tekne başında hocanın ebrû yapışını, bizini nasıl kullandığını görmeden doğru ebrû yapamazsınız; Hocanın kısaltacağı yol varken, siz hoca tanımazsanız yıllarca kendi başınıza olduğunuz yerde dönüp durursunuz.

Ebrû nun tekâmülü ustanın ebrû larını taklî d etmekle olur

Tüm sanatlarda durum böyledir. Mû sıkî eğitimi de meşk ile, hocanın yanında diz dövüp usû l öğrenilerek başlar. Ebrû nun tekâmülü ustanın ebrû larını taklî d etmekle olur. Talebe hocasını taklî d ede ede gün gelir ustası gibi, gün gelir ustasından da güzel ebrû yapmaya başlar. Az önce de arz ettiğim gibi ebrû da hoca lazım gelir hüdâyinâbit ebrû cu olunmaz.

'Ustasız ebrucu olunmaz' dediniz. Ustası, talebesi kendisi gibi ebrû yapmaya başlayınca kendisine icazet verir. Siz de pek çok talebenize icazet verdiniz. Sizin talebeleriniz de öğrencilerine icazet verdi. Ebru sanatında icazet geleneğini ve ilk erû icazetini konuşalım.

Ebruda bildiğimiz ilk icazet, Necmeddin Okyay Hoca`nın Akademi`de öğrencisi olan Prof. Dr. Süheyl Ü nver Hoca`ya verdiği icazettir. Ancak bir şeyin gelenek olabilmesi için tekrarlanması lazım, dolayısıyla 'Ebruda icazetin gelenek haline gelmesi, Hocam Mustafa Düzgünman`ın talebelerine icazet vermesi ile başlamıştır' diyebiliriz.

Necmeddin Hoca`nın akademide hoca iken Süheyl Hoca`ya icazet verdiğini biliyoruz. Bu icazetle ilgili Süheyl Bey`in kızı Gülbin Mesara Hanımefendi ile yaptığım bir görüşmede bu icazetin akademinin kuralları gereği öğrencinin o sanatı öğrendiğine ilişkin verildiğini söylediğini hatırlıyorum. Ancak, Süheyl Bey dışında birkaçkişinin daha bu şekilde icazet aldığı konusunda rivayetler dolaşmakla birlikte Necmeddin Hoca konusundaki en önemli bilgi kaynağımız olan Uğur Derman Hoca`ya bunu henüz doğrulatamadım.

Ebrû sanatında icazet hangi anlamları hâvidir?

Bütün diğer gelenekli sanatlarımızda olduğu gibi önemli bir karmaşanın ve tanımsızlığın yaşandığı ebruda da icazetin bence çok önemli bir anlamı var daha doğrusu böyle olması lazım. Ebruda icazet, bir ebrucunun hangi çizgide ebru yaptığını gösteren en önemli kanıt. Ancak biraz önce sözünü ettiğim karmaşa o boyutta ki, icazetlerinde Mustafa Düzgünman ve Necmeddin Okyay`ın isimleri yazan bazı ebrucuların yaptıkları ebruların hocalarımızın yaptıklarıyla ve söyledikleriyle alakası yok. Öte yandan, öyle ebrucular var ki icazetleri yok ama yaptıkları ebrular Mustafa Düzgünman mektebinin temsilcisi denebilecek nitelikte;

Bana göre, yaptıklarıyla, yetiştirdikleriyle ve ebruya kazandırdıklarıyla ebruda bir Mustafa Düzgünman mektebi, bir Mustafa Düzgünman ekolü var. Kimse adına konuşmak istemem ama kendi adıma bugüne kadar korumaya gayret ettiğim çizgimle, tavrımla ve ebru karşısındaki duruşumla bu mektebin temsilcilerinden birisi olduğumu düşünüyorum. Buna dayanarak da Mustafa Düzgünman mektebinde icazeti, icazet alan ebrucunun Necmeddin Okyay ve Mustafa Düzgünman çizgisinde ebru yapması gerektiğini gösteren bir belge olarak değerlendiriyorum.

`height=

Ebrucu Babaoğlu`nun icazetini de konuşalım;

Eyvallah, Kendisine rahmet olsun, hocam Mustafa Düzgünman üstadımdan ebru çalışmaya başladıktan dört sene sonra gösterdiğim ebrû larımı beğendi ve 'bunları götür bir de Süheyla Teyze ne göster' dedi. Bir sonraki hafta gittiğimde anklaşılan Süheyla Teyze de ebrû larımı beğenmiş ki 'sen artık icâzetlik oldun bir icâzet yazdır da imzalayayım' dedi.

Fuat Ağabey den bana bir icâzet yazmasını rica ettim çünkü ebrû icâzetinin nasıl olması gerektiğini bilmiyordum ve Hocam a sormayı da akıl edememiştim. Dolayısıyla Fuat Ağabey in yazdığı ve Hocam ın fakir için imzaladığı ilk icazet metni hat icazeti gibi olmuştu. Bu metni imzaladıktan sonra birkaçgün geçmişti ki beni telefonla arayarak 'Alparslan, o icazet hat icazeti gibi oldu benim içime sinmedi ben bir icazet metni hazırladım bunu yazdır da yeniden imzalayayım' dedi. Yazdığı metni verirken de 'Bundan sonra da ebrû cuların icâzet metni bu olsun' dedi.

Mustafa Düzgünman Ü stadın 'Bundan sonra da ebrû cuların icâzet metni bu olsun' dediği metne de teberrüken değinelim;

Tabii ki; Hocam, ebrû cuların icazet metnini bir kartpostalın arkasına kendi el yazısıyla yazdı. Bu kartpostalı muhafaza ediyorum ve kısa sürede de metni ezberledim:  'Geleneksel sanatlarımızdan ebrû culuk hakiki bir Türk sanatıdır. Zamanımıza kadar intikal eden bu sanata azim ve dirâyetle hizmet eden Alparslan Babaoğlu yapımına muvaffak olduğu ebrû sanatımızı icra ve öğretmeye mezun olmuştur. Kendisine bu icâzeyi vermekle bahtiyarım. Hayatı boyunca başarılar ve mutluluklar dilerim. Ebrû cu Mustafa Düzgünman, Ustası Necmeddin Okyay, onun ustası Özbek Şeyhi Ethem Efendi. Geçmişlere rahmet olsun.'

Cümle geçmişimizin ervâhına ve bahusus sanatkâr cedlerimizin ruhlarına Fatihalar okuyalım ve ebrû da üçüncü boyuta gelelim;

İbrahim Ethem Bey, Türk ebrusunda 3. boyut yoktur.

İslâm sanatçısı tabiatı bire bir taklî d etmez. Onun bu âlemle bir işi yoktur. Peki ne yapar? Soyutlar. Yani bu âlemde gördüklerini değil onların gerçek âlemdeki sû retlerini arar hep. Bunun yolu da asırlardır soyutlama ile bulunmuş. Bizim sanatlarımızda 3. boyut yoktur. Bu durum ebrû da da böyledir, minyatürde ve diğer sanatlarımızda da.

Maalesef ebrû da üçboyutlu çiçek resmi yapılıyor. Çok güzel! Ancak bizim sanat geleneğimizde üçüncü boyut yoktur. Çiçekler iki boyuta indirgenmiş, üsluplaştırılmış. Zira üçüncü boyutta resmederseniz Allah`ın yarattığını yeniden yaratmak olarak addedilmiş. Bu bizim kültürümüzde böyledir, bunu ben söylemiyorum. Türk sanatının temeli olan çiçek motiflerinin, hayvan figürlerinin hepsi üsluplaştırılmış. Bunların hepsi iki boyuttadır. Ü çboyutlu yapılmasın diye ben söylemiyorum. Bunu atalarımız, ecdadımız böyle yapmış. Dolayısıyla bu bizim sanat geleneğimizin temelini oluşturur. Ebrû da da çiçeği hep iki boyutlu yapmışlar, stilize etmişler. Mesela Necmeddin Okyay gül çalışmış. Ama gülün üstten görünüşünü iki boyutta ifade edemeyince vazgeçmiş, bir daha gül yapmamış. Mustafa Düzgünman da denemiş, ama bir daha yapmamış. Mustafa Hoca televizyon için yapılan bir röportajda, gülü ebrû da yapılan çiçekler arasında saymıyor. Bu elbette kimse gül yapmayacak anlamına gelmiyor ama içini gösterip kat kat degrade yapraklarla yaparsanız o gül resmi oluyor. Yeteneğiniz varsa gülü iki boyutta yaparsınız;

Çiçek üslû plaştırmak için insanda karikatür yeteneği olmalı. Ancak karikatür yeteneğiniz varsa çiçekteki gereksiz bütün detayları atıp üçbeş biz hareketiyle bir çiçeği üslû plaştırarak ifâde edebilirsiniz. Ben çok denedim ama böyle bir yeteneğim olmadığı için ustalarımın yaptığı çiçeklerle yetiniyorum. Necmeddin Okyay`ın mesela bence çok büyük bir karikatür yeteneği varmış. Eminim çizseymiş çok güzel karikatürler çizebilirmiş.

`height=

İslâm sanatında üçüncü boyut yoktur.

Böylesi üstadlar ebrû ya üçüncü boyutu katmadığı için biz de katamayız. Çünkü İslâm sanatında üçüncü boyut yoktur. Necmeddin Okyay, Mustafa Düzgünman da geleneği bildikleri ve özümsedikleri için ebrû da üçüncü boyutu çalışmadılar.

Ama şimdi yapılanların hepsi üçboyutlu, içi gözüken çiçek yapıyorlar. Bu bizim sanat geleneğimizde yok. Bunu yapıyorsanız, adına 'Geleneksel Türk Ebrû su' diyemezsiniz. Çok başarılı yapıyorlar ama hakikaten ressam çizmiş gibi oluyor. Bunlara ebrû diyemezsiniz bunlar ebrû tekniği kullanılarak yapılmış çiçek resimdir.

Eskiler 'usul olmadan vusul olmaz' demişler. Ebrû sanatında usul vardır, gelenek vardır. Gelenek de zaten usulden beslenir. Peki ebruda tarz-ı kadî m battal ebrû da 5`e 4 oranına ne dersiniz?

Ne diyeceğim! 'Böyle bir şey yok' derim. Efendim tarz-ı kadî m battal ebrû da 5`e 4 oranı varmış. Ebrû nun kuralı yoktur, usulü vardır. Geçmiş ebrû cularımızın hiçbirisinin battal ebrû larında böyle bir kural yoktur. Bunları ortaya atanlar bu cesareti nereden alıyor Allah aşkına! Bu gidişle birileri de çıkıp sülüste elif 45 derece yatık yazılmalıdır derse sezâdır!'

Hasbihalimizin başında ebrû için kâğıt bezeme sanatıdır dediniz. Şimdiki zamanda kravattan perdeye, fayanstan cep telefonu muhafazasına kadar hemen yer malzemenin üzerine ebrû alındığını görüyoruz. Bu konudaki mülahazalarınızı da öğrenmek isteriz;

Ebrû bir kâğıt bezeme sanatıdır. Ebrû gündelik hayatımıza ancak ciltte ve levha pervazlarında kullanılarak doğru yerden girebilir. Ebrû yazının pervazında yer alır, hatip ebrû ları yazıların kenarlarına konur. Ebrû hayatımıza, hat ile, cilt ile, kitap ile girdiyse doğru yeden girmiş demektir.

Lâle, hilâl ve Allah lâfzının ebced hesâbıyla değerleri aynıdır. Bunun içindir ki lâleye kıymet verilmiştir. Bunun içindir ki edebiyatta ve sanatta lale figürü çoklukla kullanılmıştır.

Bunun içindir ki Müslüman ülkelerin bayraklarında hilâle yer verilmiştir.

Bunun içindir ki Mehmet Aşkî

Mazhar-ı ism-i Celâl olmasa hakkā lâle

Bulamazdı bu kadar rütbe-i vâlâ lâle

demiştir.

Bunun içindir ki ebrû cular laleyi ebrû larında sıklıkla kullanırlar.

Yozlaşma öyle bir noktaya geldi ki insanlar lâleyi fayans üzerine alarak banyosuna, tuvaletine koyuyor ve def-i hâcet ederken lâle seyrediyor. Olacak şey mi bu?

Bildiğim kadarıyla Türk ebrucusu boyasını kendi yapar. İbrahim Ethem Efendi de, Necmeddin Efendi de böyle yapmış. Bugün bu usul büyük ölçüde terk edilmiş gibi;

Maalesef İbrahim Ethem Bey. Bugün seramik boyasıyla ebrû yapanlar var. Seramik ya da oto boyasıyla, daha doğrusu içinde asit bulunan boyalarla kâğıda ebrû yapılmaz.  Bizim boyalarımızda asit yoktur. Asitli boyalarla yapılan işlerdeki boyalar 30-40 sene içinde kâğıdı yakar.

Biz boyalarımızı topraktan yapıyoruz. Toprak, boyalarımızın ana maddesi. Kendi boyamızı kendimiz yapıyoruz. Yaşlı atın kuyruk kıllarını gül dallarına sararak kendi fırçalarımızı kendimiz yapıyor ve ebrû yaparken bunları kullanıyoruz. 

Son olarak okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?

Ebrucular tekne başına geçince geçmiş ustalarının ruhları için Fatiha-i Şerife okurlar. Hep beraber geçmiş ebrû cularımızın ruhlarına Fatihalar okuyalım; . 
BİTTİ.