Açık söylemek gerekirse, en ufak bir balıkçılık tecrübem yok, hatta hayatımda hiçbalığa çıkmadım ve balık da tutmadım. Fakat her yıl Eylül ayı geldiğinde, av yasakları sona erip balıkçılar 'Vira Bismillah' dediğinde, nedendir bilinmez, içimi bir heyecan, bir ürperti kaplar.

80`lerin ilk yarısında, lisede okurken, bazı sabahlar Fransızca dersini kırıp Kadıköy`e iner, bir bankta oturur, tam da o saatlerde balıktan dönen teknelerdeki telaşı, heyecanı seyrederdim uzun uzun. Belki de o günlerden içime sinen ve sonbaharla bütünleşen yosun ve taze balık kokusudur bu heyecana sebep.

Yine mevsim geldi, İstanbul Eylül`e dair bütün güzelliklerini kuşandı ve balıkçılar bereket umuduyla denizlere açıldı; Ben ise hem balıkçılığa dair müstesna bir kitaptan bahsetmek, hem de İttifak Gazetesi`nde taptaze bir başlangıca 'Vira Bismillah' demek için kalemi elime aldım.

İSTANBUL BALIK KÜ LTÜ RÜ

Bu yazıyı epeyice bir süredir yazmak istiyordum aslında. Çünkü bundan üçyıl kadar önce aldığım ve alır almaz da yutarcasına okuyup bitirdiğim bu kitapan daha fazla okuyucunun haberdar olmasını arzu ediyorum. İstanbul Balık Kültürü adıyla yayınlanan kitabın omurgası, II. Meşrutiyet dönemi aydınlarından Asaf Muammer bey ile yapılan ve 1950`lerde yayınlanan bir dizi röportajdan oluşuyor.

Balık ve Balıkçılık Dergisinde, Rıdvan Tezel imzasıyla çıkan bu röportaj silsilesi, belki de bugün 'nehir söyleşi' diye isimlendirilen edebi türün erken örneklerinden biri. İlk röportaj, derginin 1955 yılı Ocak sayısında çıkıyor ama bundan sonra bir yıllık fasıla veriliyor. 1956 Ocak`ından, 1958 Nisan`ına kadar yayınlanan 21 röportajlık seri, gerçek anlamda bir 'nehir söyleşi'.

İstanbul Balık Kültürü`nde, bu röportajlara ilaveten birkaçbölüm daha var: Asaf Muammer beyin 1938 yılında Tan Gazetesinde yayınlanan makaleleri, mufassal bir biyografisi ve dedesi Edip Efendi`ye dair Asaf Muammer bey tarafından kaleme alınan çok hoş bir mektup.

Aslına bakarsanız, sadece bu mektup bile başlıbaşına bir yazı konusu olmayı fazlasıyla hak ediyor. 1948 yılında yazılan mektup, bir Osmanlı beyefendisinin hayatına dair muazzam ipuçları, örnekler, dersler barındırıyor. Bu altı sayfalık metinde, yitirdiğimiz bir medeniyetin vücut bulmuş halini daha net müşahade etmek hayat ve ölüm karşısında, kendisiyle barışık o heybetli duruşun huzurunu hissetmek en nihayetinde de, yüz yıllık hödükleşme serüvenimizin izlerini sürmek mümkün.

Kitabın sonuna ise, okuyucuya kolaylık olması açısından, arktık pek kullanılmadığı için unutulmuş veya unutulmaya yüz tutmuş kelimlerin yer aldığı bir de sözlük eklenmiş.

`height=

BİR MEÇHUL BALIK Ü STÂ DI

Yazdıklarımı buraya kadar okuyup da 'amaan, kuru bir kitap tanıtımı işte' diye düşünmye başlayanlar varsa, en son söyleyeceğimi şimdiden söyleyeyim ki yazının bundan sonrasını okumadan gitmesinler. Okumaya zaman ayırma hususunda ülke ortlamasının az buçuk üzerinde birisiyim ve bütün samimiyetimle söylüyorum, bugüne kadar okuduğum Türkçesi en leziz kitaplardan bir tanesi, İstanbul Balık Kültürü.

Belki abartılı bulanlar olacaktır ama söylemezsem içimde kalır. Eğer Osmanlı Türkçesine az biraz aşina iseniz ve eğer lisanımızın bugün düçâr olduğu kargacık burgacık hâl size ızdırap veriyorsa, tedavi niyetine, ilaçniyetine, arada bir açıp okuyabilirsiniz.

Kitabı yayına hazırlayan Dr. Ruhi Güler, aslında Çanakkale Onsekiz Mart Ü niversitesi`nde siyaset bilimi hocası. Ama kendi sahasında yaptığı araştırma ve tarama çalışmaları esnasında İstanbul`daki balık ve balıkçılık kültürüne dair geniş bir arşivi de derleyip toparlamış. İstanbul Balık Kültürü ise, bu geniş arşivin ilk meyvesi niteliğinde.

Siz benim 'derlemiş' dediğime bakmayın, zira İstanbul Balık Kültürü`nden, derleme eser olarak bahsetmek haksızlık olur. Çünkü Dr. Ruhi Güler, öncelikle, hakkında pek bilgi bulunmayan Asaf Muammer`in farklı mecraladaki izini sürerek kaynakları birbiriyle karşılaştırmış. Ardından, orda burda bölük pörçük yer alan, birbirinden kopuk bilgiler arasındaki münasebeti kurmak suretiyle Asaf Muammer beye dair etraflı bir biyografi inşa etmiş.

Sonraki adımda ise, bir dedektif gibi farklı kaynaklardaki bilgileri analiz eden Dr. Güler, dergide isim verilmeden röportajları yayınlanan ve 'bir meçhul balıkçı' olarak tanıtılan kişinin aslında Asaf Muammer bey olduğunu keşfediyor.

Asaf Muammer, yazarlığın yanısıra bir ressam ve bir siyaset adamı. İyi bir denizci olduğu kadar, zamanın en seçkin balıkçılarından biri. İttihat Terakki`ye karşı yürüttüğü mücadele yüzünden 6,5 yıl yurt dışında sürgün hayatı yaşamış ve 1918 senesinde Türkiye`ye dönmüş.

Çocukluğundan itibaren, sürgünde olduğu süreler hariç, vefat ettiği 30 Ocak 1964 tarihine kadar, Boğaziçi`ndeki Edip Efendi Yalısı`nda yaşamış. Yalı, ismini, II. Abdülhamid Han döneminde iki defa Maliye Nazırlığı yapan ve aynı zamanda Asaf Muammer`in de dedesi olan İbrahim Edip Efendi`den alıyor.

ENTLEKTÜ EL BALIKÇI

İyi yetişmiş donanımlı bir entelektüel olan Asaf Muammer bey, balık ve balıkçılık hususunda muazzam bir bilgiye, görgüye ve eşine az rastlanır bir tecrübeye sahip. Röportajlarda ve makalelerinde verdiği detaylar, bu konudaki vukufunu açıkça ortaya koyuyor. Zaten onu eşsiz kılan en önemli detay da bu. Enfes metinler kaleme alabilen bir balık ve balıkçılık üstâdı olması.

Osmanlı son dönem aydınlarından olan, Cumhuriyet döneminde ise uzun yıllar radyoculuk, aynı zamanda da balıkçılığa dair radyo programları yapan Eşref Şefik bey ona dair diyor ki: '; Marmara nişanlarının kerterizlerini profesyonel balıkçılara parmak ısırtacak kadar bilen yegâne meraklı, Kadillili Asaf Muammer Bey`i göstermek hakşinaslık olur (; ) Balıkçılığa ve denize aklını vermiş, vasıtası ve imkânları geniş, kültürlü bir meraklının, basit tahlilli düzinelerce profesyonele bedel olduğunu kabul ederek Asaf Muammer Bey`in Marmara balıkçılığındaki derecesini tayin edebiliriz; '

İstanbul Balık Kültürü için, balık tutmaya, balığa, balıkçılığa, Boğaziçi`ne merakı olan herkesin hayatını ve bu sahadaki kültürünü zengilşetirecek mümbit bir kaynak desek, abartmış olmayız.

BU GAFİLANE AVLAYIŞLA;

Boğaz, Karadeniz ve Marmara`daki insafsızca avlanmalardan şikayet eden ve bu hususa ilk dikkat çeken de yine Asaf Muammer beydir. Neredeyse feryat edercesine, gaflete karşı sesini yükseltir.

Şu satırlar, onun 4 Mart 1938 tarihli Tan Gazetesinde çıkan makalesinden:

'; Siz ise balığı yalnız tutmak ihtirasına kapılıyorsunuz. Ötesini düşündüğünüz yok (; ) Elinize geçen, ve galiba sahipsiz ve tükenmez zannettiğiniz serveti kökünden ağaçsöker gibi aslından yoluyorsunuz. Binlerce balıkçının da kâr ve kesplerine kibrit suyu döküyorsunuz (; ) Dostluğuma inanınız aziz vatandaşlar bu gafilâne avlayışla bereket çok sürmez (; ) alnınızı insafsız bir kesat karışlar; '

TADIMLIK

Her neyse, lafı uzatmaya lüzum yok. Zira bir yemeğin ne kadar lezzetli olduğu sayfalarca anlatılsa da, tadına bakmadan hakkıyla bilmek mümkün değil. O yüzden size tadımlık bazı bölümler seçtim kitaptan.

Hangi Sofrada Hangi Balık?

Boğaziçi`nde oturan kibar sofralarında, en rağbet gören balık sırasıyla, levrek, kılıç, kırlangıç, lüfer, kefal, kalkan gibi balıklardı. Adalar`da oturanlar ise, sofranın baş ve muteber yemeği olarak mercan, karagöz, lipsos, hani ve bilhassa barbunya balığı yerlerdi.

Kayık, Türk İcadıdır

Kayık doğrudan doğruya Türk yapısı ve Boğaz hususiyetine göre tasarlanmış bir teknedir. Sebebine gelince, bilirsiniz, Boğaz mevsimi haziran ile eylül ayları arasında tabiat severlere, kendi hüsnünde birçok güzellik gösterir. Bu müddet zarfında da, tabiat hayranlarına fırsat vermemek isteyen hırçın bir rakip vardır ki, o da tam isminin müsemması olarak kabak meltemidir (; ) Şu halde çırpıntıdan hoplayan, küpeştelere tırmanan dalgacıklardan kolay kolay bir insan masun kalamaz. Kayıkların en önemli hususiyetleri de, bu yaramaz dalgacıklara kolayca karşı koyuşudur.

Lakerda

Lakerdanın keskin bir bıçakla kesilmiş olan sathında, az çok sarıya kaçan bir pembelik vardır. Kırmızı soğanın koyu rengi, bununla bir kontrast teşkil ettiği cihetle daha iştahâver bir manzara teşkil eder.

Balıklarımızı Nasıl Yok Ediyoruz?

Boğaz ağzında, yani balık medhalinde yapılan bu avcılığın mazarratını anlayabilmek için uzun uzadıya tetkikata lüzum yok. Şöyle basit bir misal davayı mükemmelen aydılatabilir:

Bir ağıl farz ediniz ki, kapısının önünde sürülerle kurt biriksin meralardan süzülüp gelen koyunlar bu manzara karşısında ne olur? (; ) Miniminicik Karadeniz`den beklediğimiz balıklar da aynı akıbete uğruyor. (; ) ağılımıza çekip kendimize mâl etmemiz icap eden balıkları ürkütüp gerisin geri püskürtüyoruz.

Eski Balıkçılar

Kızın başını boş bırakırsan ya davulcuya ya balıkçıya düşer, derler. Zımnen balıkçıyı adî bir meslek sahibi telakki ettiğimize işaret eden bir sözdür bu amma, gel gelelim, o eski profesyonel balıkçı, zannettiğiniz gibi bir serseri değildi. Maişetini pazısındaki kuvvete bağlayan, altındaki denizin zaman zaman kükreyişine metelik vermeyen yürek cesaretine sahip ve istiklalini hiçbir şeye feda etmeyen serazat ruhlu bir adamdı. Aynı zamanda bu balıkçılar öyle bir içzenginliğine maliktiler ki, yekdiğerinin kısmetine asla mani olmazlardı.

KİTABI NEREDEN ALIRIM?

Balığa ve balıkçılığa dair bu kadar engin bir tecrübeyi ve mufassal bilgiyi, böylesine güzel bir Türkçeyle okuyabileceğimiz fazla kaynak yok. O sebeple, İstanbul Balık Kültürü`nü büyük emeklerle hazırlayan Dr. Ruhi Güler ve yayınlayarak bize ulaşmasını sağlayan Küre Yayınları, ayrı ayrı teşekkürü hak ediyor.

İstanbul Balık Kültürü`nü, zincir kitap mağazalarında ve internet kitapçılarında kolayca bulmak mümkün.

https://twitter.com/manavdukkani

`height=