Sevgili okuyucularımız,

Sosyal medyada olsun yazılı ve görsel medyada olsun insanların ekonomileri, sağlıkları, sosyokültürel yapıları hakkında binlerce konu ele alınıyor;

Bunlardan biri de nesiller arası farklılıklar; Nesiller arası çatışmalar; Uyuşmazlıklar;

Önceki nesillerin 'doğal hayat' adını vererek huzurlu bir dönem diye maziye sığınmasına karşın yenilerin 'farklılığın' keyfini çıkartma gibi haşinliği var;

Okumuşsunuzdur, bir asırlık nesli sınıflandırıyorlar artık. 1930`lu 40`lı yıllarda doğanlara sessiz kuşak, 40`lı -50`li yıllar arasında doğanlara çocuk edinme, 60-70`li yıllara x nesli, 80`li 90`lı yılların gençliğine de y kuşak diyorlar.

Ve toplumun bir doğa olayı gibi evrim geçirdiğine, nesillerle birlikte anlayışların da kültürlerin de olaylara bakışların ve tepkilerin de çok farklı oluşuna dikkat çekiliyor.

Örnek olarak yeni neslin bireysel özgürlüğüne çok düşkün olduğuna işaret ediliyor. Daha iyi eğitimli olduklarına, kimseye eyvallah etmediklerine ve gerçekleri yeri geldiğinde küt diye söylediklerine ve acımasızca eleştirebildiklerine dikkat çekiyorlar.

`height=

***

Geçen gün bir toplu taşıma aracında, yer açılınca yanına oturduğum bir gençki, yaşı 25 en fazla 30 idi. Y kuşağı dedikleri gençlerden; Toplumun % 35`ini oluşturduğu söylenen kesimden; Okumakta olduğum gazetedeki bir köşe yazının bir paragrafının altını çizdiğimi görünce göz atmış, hiççekinmeden sordu:

'Okuduğunuz gazeteyi öğrenebilir miyim?'

Gazetemin ismini söyledim ardından da ekledim.

'Şu anda bu gazeteyi okuduğuma bakmayın, bir eğitimli insanın hemen her görüşten gazete ve köşe yazarlarını okuması gerekir'

'Biliyorum' dedi, hiçmahcupluk duymadan ve ekledi:

'Ben Siyaset Bilimi son sınıf öğrencisiyim'

Sevindim böyle rahatlıkla iletişim kurabilen bir gençle tanışmış olmama. Dedim ki kendisine:

'Çok güzel bir alan seçmişsiniz. Size önerim, İbni Haldun`un eserlerini; '

Sözümü tamamlamama bile fırsat vermedi:

'Okudum' deyip sıralayıverdi: 'Altı bölümden oluşan Mukaddime eserinden başka mantık ve matematik üzerine de eserleri var, inceledik.'

Sanki bilgi yarıştırır duruma düşmüştüm ama yine de söyleyeyim dedim:

'Yine Mercimek Ahmet`in Kabusnâmesi'

'Okudum'

'Kenzü`l Küberâ, Mehekkü`l Ulemâ'

'Şeyhoğlu Mustafa 1401 yılında tamamlamış. Hepsini bölüm bölüm inceliyoruz'

Dedim ki:

  'Ne güzel; Siz pırıl pırıl gençler bizim geleceğimizsiniz; Sizlerle gurur duyuyoruz'

Bu cevap karşısında gülümseyip 'sağ olun' demesini bekliyordunuz değil mi?

'Biz sizinle gurur duyamıyoruz maalesef' deyiverdi; Benim şaşkınlığımı belli etmesem de yutkunmama aldırış etmeden gerekçesini sıraladı:

'Çünkü siz bize sizinle gurur duyabileceğimiz bir gelecek bırakmadınız'

Sustum; 'Haklısınız' diyerek sustum; O devam etti:

'Ben şu an iki üniversiteyi aynı anda bitirmek üzereyim. Ana dilim hariçüçdil biliyorum. Ama henüz staj yapabilecek bir kurum bulamadım, bulamıyorum. Eğer bu şekilde mezun olursam diplomalı işsizlerden birisi olacağım'

Bir ağabeyimin yıllar önce söylediği söz geldi hatırıma: 'Bana Fatih`in İstanbul`u fethettiği yaştan söz etmeyin. Bana Fatih`i fatih yapan o çağdan söz edin; Getirin o çağı, size ben de Fatihler yetiştireyim' demişti;

Toplumun bireylerin ekonomisi, sağlığı, sosyal hayatı ve siyasetini konuşuyoruz da, toplumun geleceği olan gençlerin içinde bulunduğu ruh hallerini hiçdile getiriyor muyuz?

Buna gücümüz, cesaretimiz var mı?

Yüreğimiz yetiyor mu?

Mehmet Akif Ersoy`un Seyfi Baba`sı geldi hatırıma:

Diyordu ki kendisini ziyaret eden Mehmet Akif`e, yaşlı ve hasta halinde çalışmak zorunda olduğunu dile getiren Seyfi Baba:

'Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası,

Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası'

Uzunca halleşmenin ardından Mehmet Akif, oradan ayrılırken ne mırıldanıyordu kendi kendine:

';

Ortalık açmış, uyandım dedim, artık gideyim,

Önce amma şu yoksul adamı memnun edeyim.

Bir de baktım ki, tek onluk bile yokmuş kesede

Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sade!

O zaman koptu içimden şu sonsuz üzüntü:

'Ya insaniyetsiz olsaydım ya param olsa idi!'

Ben de o gencin yanından ayrılırken aynı hüzünlü duygular içindeydim. Ya vurdumduymaz biri olsaydım ya da o gence staj imkânı sağlayabilecek yetkide biri olsaydım'

`height=

Gençliğe sahip çıkmak nedir?

Nerede YÖK`ün değerli yöneticileri? Nerede Milli Eğitim Bakanlığının ve ilgili bakanlıkların ilgili birimleri?

Bu öğrencileri sadece okutup diploma vermekle sorumlulukları bitmiş mi oluyor?

'Benim şu dalda şu alanda öğrencilerim var. Bunların alanlarında staj görmesi konusunda onlara imkan sağlamak da bizim sorumluluğumuz' diye niçin kafa yormazlar?

Avrupa`da örneğin Almanya`da öğrencilerine devlet daha ortaokul seviyesinden itibaren mesleki alanda devlet olarak iş bulur ve öğrenci işinde ve okulunda hem eğitim hem staj/ uygulama görerek eğitimini tamamlar. Diplomasını alan öğrenci zaten mesleğinde de deneyimli bir kimse olmuştur.

Bilemeyeceğim de bu konumdaki gençlere sadece diploma vererek göndermek, kademe kademe YÖK`ün, İçİşleri ve Dış İşleri Bakanlıklarımızın hatta tüm siyasi partilerimizin, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin bir bakıma sınıfta kalması değil midir?

Yoksa gençliğe nasıl sahip çıkılır? Gençliğe sahip çıkmak ne demektir?