Kısıklı'dan Bağlarbaşı'na doğru inerken, Macar atların çektiği süslü arabasıyla Bihruz Beyin, bir zamanlar aşk gezintisine çıktığı yerlerden geçersin.
Çamlıca eteklerinde ve Millet Bahçesinde, peşinden koştuğu kırmızı şemsiyeli Periveş Hanımdan hiç bir iz kalmamıştır. Şu ileride, Nuh Kuyusu'na dönünce sağda, Kemal Tahir'in Esir Şehir'indeki Kamil Bey'in babadan kalma ahşap konağının da yerinde yeller eser. Eğer iyi bir roman okuyucuysan, yol boyunca sıra sıra dizilmiş büyük firmalara, hastane binalarına, bankalara, dershanelere gözlerini kapatır, mekana zihnindeki haritayı yayar, onun daracık yollarından ya Karacaahmet'e ya da Üsküdar'a varıncaya kadar bir zaman - mekan oyunu oynayabilirsin. Bunun muhafazakar bir hafızanın baş vurduğu sıradan bir oyun olduğunu düşünmeni istemem: Bilincin, kendini acımasızca yok eden bir kentin belleğine taşınabilmesi için, onu hayali olarak yeniden inşaya mecbur kaldığı durumlar vardır. Her inşa sonrasında, görünen kent görünmeyenle iç içe geçer ve bilinç bir kalıntı bile olmayan eski şehre yenisinin içinde can vererek zamanı günceller. Bu 'roman kent'in okur konuğuna sunduğu özel bir ev sahipliğidir ...
Kısıklı'dan Bağlarbaşı'na doğru inerken, Millet Bahçesini ve üst geçidi ardında bırakınca dönüp dikkatle sağına bakarsan, evlerin ahşap yapıldığı çağlardan kalma iki de konak çarpar gözüne. Eğer iyi bir roman okuruysan, küçük bir şok yaşamaktan alamazsın kendini. Cepheleri, çıkmaları, saçakları ve oymaları halen muntazam duran bu iki sahipsiz boş mekan, tuhaf bir vurdumduymazlıkla zamana bekçilik yaparlar. Vurdumduymazlıklarında, yıkımlarını mevsimlere ihale edenlere duydukları bir gurur da gizlidir. Gösterişli yeni kentin tabelaları ve ışıkları onları öylesine tenhalaştırmıştır ki, bir vakitler içeride aynaların, sehpaların, etek hışırtılarının, tıraş takımlarının, yastıkların bulunmuş olabileceğini aklına getiremeden, görünüşlerine takılıp kalırsın. Yine de bu iki konak öğreticidir: Gözden çıkarılmış ve kendi yıkımına terk edilmiş mekan özgürleşmiştir; bu, mimarları kıskandıracak hususi bir özgürlüktür. Değersizleşmiş nesne, irili ufaklı sayısız amaç tarafından canlı tutulan kentin ortasında kutsal bir yapıt gibi durur ve beyhudeliğiyle kentin iradesini gülünçleştirir. Gözden çıkarılmışlığın mimarisi, bir kez inşa edilmiş olmanın yazgısına boyun eğerken kibirli kente bir imada da bulunur. İma kendisidir..
Kısıklı'dan Bağlarbaşı'na doğru inerken, Millet Bahçesini ve üst geçidi ardında bıraktıktan sonra, sağına bakınca gördüğün iki konaktan ilkinin çatısına dikkat et. Kendi yıkımına terk edilmiş ahşap evler, eğer bir yangına kurban gitmemişlerse ilk ciddi yarayı çatılarından alırlar ve büyük savunma çökmeye başlar. Bir süre sonra çatıyı ikinci kattan ayıran, peşisıra da ilk katla ikincisi arasındaki tavanlar çöker. İşte benim yirmi yıldır selam vermeden geçmediğim iki arkadaşımdan biri, yağmurların, rüzgarların, kimi mevsimler ağır bir yükle gelen karın cebrine daha fazla dayanamamış. Savunma çöktüğüne göre, yıkıma terk edilenin yıkılışı üzerine konuşabiliriz artık. Soğukkanlılığımı duygusuzluğuma bağlamanı istemem; bazı evler yakın akrabamızdır, onların çocuklara bir korkuluk gibi görünmesini hiç istemeyiz. Ama işte sonuç ortada; çocuklar, araçların pencerelerinden akşam vakitleri konağa korkuya bakacaklar. Yıkım da öğreticidir; onda heves el değiştirir. Mekanı inşa eden heves çatıları, hatılları, geçmeleri, boğumları artık bir arada tutamayacak kadar soğuduğunda bu kez bir başka heves iş başı yapar. Ancak bir arada durduklarında bir hacmi, görüntüsü ve işlevi olan yorgun eşya zamanın yıkma hevesi sayesinde acı çekmekten kurtulur. Ondan geriye sebepsiz, bağlamsız, alelade parçalar kalır. Kendiliğinden yıkım, direncini yitirmiş mekanın boşluk tarafından kutsanmasıdır...
Kısıklı'dan Bağlarbaşı'na doğru inerken, Millet Bahçesini ve üst geçidi ardında bıraktıktan sonra, sağına bakınca gördüğün iki konaktan ilki daha şimdiden boşluk tarafından kutsanmaya başlamış bile. Sıra ikinciye de gelecek. Eğer yok oluşlarının aşamalarını takip edebilirsen, her iki konaktan artakalan boşlukla da yüzleşebilirsin. Ama bu kısa sürecek; sözde yasal korumaya alınmış bu mekanların geniş bahçelerinde ya eskilerinin imitasyonu bir mekan ya da bir yolu bulunabilirse yeni mimarinin tasarımlarından biri inşa edilecek. Cepheleri, duruşları ve güçlü çağrışımlarıyla bizi kentin şimdiki halinden koparabilme gücüne sahip yapılardan geriye kalan boşluk, onların nihai tanımıdır. Kendi çürümesine terk edilmiş olan 'beden yapı', tanıdık bir göz tarafından bir süre hayali inşa ile yeniden canlandırılır. İmitasyondan önceki bu son canlandırmalar, hayal kurucuyu, gerçek bir mekan aracılığıyla konusu eski mekanlarda geçen 'roman kent'e bağlar. Yalnızca binanın değil, tanığın da savunması çökmüştür artık. Uzunca bir zamandır kendi yıkımına terk edilmiş olanı izleyen göz, aslında yıkımına terk edilmiş birine aittir. Kişi kuşkuyla üstündeki hevesin kime ait olduğunu yoklar ve kendinden kalacak boşluğu düşler...