Sultanahmet Meydanı`nda bulunan ve her gün yanından geçtiğim bir sütundan size bahsetmek istiyorum.

Burmalı Sütun adıyla da anılan Yılanlı Sütun birbirine dolanmış halde yükselen üçyılandan meydana gelmiştir. Sütunun heykeltıraşı ve yapım yeri bilinmemekte ancak döküm tekniğinden bu konuda ünlü Aigina Adası`nda yapılmış olduğu tahmin edilmektedir. Orijinalinin 6,5 metre (tepesindeki çanakla birlikte 8 metre) olduğu tahmin edilen sütunun bugün sadece 5 metrelik bir kısmı ayakta durmaktadır. Sütundaki yılanların başlarının 18. yüzyıla kadar yerinde olduğu bilinmektedir. Tarihi belgelerde en son olarak Avrupalı seyyah A. De la Motraye`nin 1699 tarihli gravüründe anıt yılan başları ile birlikte resmedilmiştir. Osmanlı döneminde gençlerin ok ve mızrak atıcılığı eğitimleri için nişangah olarak kullanılan yılan başlarının koparılışıyla ilgili çeşitli rivayetler vardır. Silahtar Fındıklılı Mehmet Ağa`nın 'Nusretname' isimli eserinde anlattığına göre 'TunçEjderha' olarak adlandırdığı sütunun yılan başları, kalabalık bir maiyetle birlikte İstanbul`a gelen ve Sultanahmet Meydanı yakınlarında misafir edilen Lehistan elçisi Viniava Lescynski`nin adamları tarafından 20 Kasım 1700 tarihinde koparılmıştır. Evliya Çelebi, yılan başlarından birinin bir yeniçerinin tek bir kılıçdarbesi ile koparıldığını anlatmaktadır. Topkapı Sarayı Kütüphanesi`nde bulunan 'Hümernâme' isimli eserde ise Fatih Sultan Mehmed`in meydana geldiğinde mızrağını fırlatarak yılan başlarından birinin alt çenesini kırdığı yazılıdır. Velhasıl bugün yılan başlarının üçü de kopmuş durumdadır. 1847 yılında yapılan kazıda ünlü İtalyan mimar Gaspar Fossati tarafından bulunan bir yılan başı İstanbul Arkeoloji Müzesi`ne konulmuştur. Diğer iki baş ise halen kayıptır.

Sütunun tepesinde, dışarı doğru uzanan üçyılan başının taşıdığı büyük bir tütsü çanağı bulunmaktaydı. İstanbul Arkeoloji Müzesi`nin atası sayılan Müze-i Hümayun`da Osman Hamdi Bey`den önce müdürlük yapmış olan Alman bilgin Dr. Phillip Anton Dethier bu çanağın altından olduğunu ve 1204`teki Latin işgali sırasında yerinden sökülerek eritilip sikke yapıldığını söyler. 2. yüzyılda yaşamış Yunan gezgin Pausanias ise Delfi şehrinde gördüğü anıtın üstündeki çanağın, anıt İstanbul`a getirilmeden önce muhtemelen M.Ö. 353`te Delfi`yi kuşatan Phokisliler tarafından sökülerek götürüldüğünü söyler.

Roma Dönemi`nde İstanbul`da bulunan bir çok sütunun tılsımlı olduğuna ve bu sütunlardan her birinin şehri savaş, doğal afet, hastalık gibi değişik felaketlerden koruduğuna inanılırdı. Bu batıl inançlar Osmanlı döneminde de devam etmiştir. Evliya Çelebi, Seyahatname`sinin 'İstanbul`un içinde ve dışında olan acayip ve garip tılsımları bildirir' başlıklı bölümünde İstanbul`u koruduğuna inanılan 17 sütunu ve bunların tılsımlarını anlatmıştır. İstanbul`u haşere ve sürüngenlerin istilasından koruduğuna inanılan Yılanlı Sütun hakkında Evliya Çelebi şunları yazmıştır: 'İstanbul`da 17. tılsım burma direktir. Bu direk üçbaşlı ejderha suretini gösterip başının birisini bir yeniçeri, kılıçile bir vuruşta kırmıştır. O tarihte kısmen tılsımı bozulmuş olup İstanbul içine yılan, çıyan ve akrep misali hayvanlar yayılmıştır.

Fatih Sultan Mehmed, anıtın içinden çıkan bir dut ağacını kestirerek anıtın zarar görmesini önlemiştir. Sultanahmet Camii`nin inşası ile zemin seviyesinin yükselmesi sebebiyle sütunun kaide kısmı toprak altında kalmıştır. 1856 yılında British Museum arkeologlarından Charles Newton tarafından yapılan kazıda sütunun kaidesinden Bozdoğan Kemeri`ne doğru gittiği tahmin edilen bir su yolu bulunmuştur. Bu keşif ile birlikte sütunun Doğu Roma döneminde şadırvan selsebili olarak kullanıldığı fikri doğmuştur. Hatta sütunun Latin işgali sırasında tamamen sökülmemiş olmasının nedeni de çeşme olarak yararlı bir işleve sahip olmasıyla açıklanmıştır. Aynı kazıda meydandaki diğer eserler, Örme Sütun ve Dikilitaş`la birlikte Yılanlı Sütun`un da çevresi kazılarak kaidesi ortaya çıkarılmış ve etrafı bugünkü korkuluklarla çevrilmiştir. Yılanlı Sütun, İstanbul`daki günümüze ulaşan en eski büyük boyutlu tunçeserdir.