Ziya Gökalp, yazılarında millî iktisadın nasıl meydana getirileceğini de anlatır. Bunun için mevcut iktisadî kurumları tetkik etmek ve diğer milletlerin kurumları ile karşılaştırmak önemlidir. Bu makalelerinde konuya daha çok teorik açıdan yaklaşmakta, bizlere bir şema sunmaktadır. Ona göre millî iktisadımızı aramaya giriştiğimizde işe klasik iktisat ilmi ile başlamamalıyız. 'Çünkü klasik iktisatta, millî lik yoktur. Aynı zamanda da bizim iktisat hayatımıza tatbik edilemez. Bizde şehir ve aşiret iktisadi sistemleri vardır. Birbirinden büsbütün ayrı olan bu iki sistemi aynı kural ve kaidelerle idare etmek mümkün müdür?' diye sormaktadır. Yine millî iktisadımızı oluştururken memleketin ve milletin tarihini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Millî iktisadı oluştururken, mazi ve hâli bilmezsek, âti için düşüncelerimiz gerçek dışı olur. Eski Türklerde millî iktisat devreleri bulunduğuna dikkat çeken Gökalp`in, millî iktisadın devletin şekliyle yakın ilgisi olduğunu söyler. Ona göre iktisadın medine (şehir), saltanat ve millet iktisadı olmak üzere üçdevresi vardır. Bunlardan millet iktisadı günümüz devletlerinde bulunmaktadır. Türkiye`nin istikbali de millî iktisattaki başarısı derecesine bağlıdır.

Gökalp`e göre asrî devlet büyük sanayiye malik devlettir. Ü lkemizde de büyük sanayiye ulaşmak için, millî bir hamle ile askerlikte Avrupa`ya yetiştiğimiz gibi, sanayide en kısa zamanda onlara ulaşmamız lâzım. Avrupa`nın en son fennî terakkileriyle işe başlamalıyız. Mesela hareketimizin başlangıcı elektrik olmalı ve memleketimizi büyük bir elektrik şebekesi içine almalıyız. Ayrıca devlet (valilik, kaymakamlık, belediyeler dâhil) özel teşebbüsle rekabet etmemek şartıyla özel teşebbüsün gerçekleştiremeyeceği alanlarda her türlü fabrikaları kurabilmeli. Çünkü o an itibarıyla zayıf olan yerli şirketlerden büyük işler beklenemeyeceğini ayrıca siyasî müdahaleleri arkalarından sürükleyip getiren ecnebi sermayesinden bir hayır gelmeyeceğini dolayısıyla kendi yağımızla kavrulmamızın daha doğru bir davranış olacağını düşünmektedir. Gökalp, memleketimize büyük sanayinin bütün şubelerini ancak devletin kurabileceğini savunur. Türkler tabiatı icabı devletçi olduğundan, her şeyin devlet tarafından başlatılmasını bekler. Bu sebeple devletin iktisadî işlerde yetkili olması için kendisinin bir iktisadî devlet mahiyetine girmesi gerekir. Bunun için de, bütün devlet ricaliyle memurların tam manasıyla iktisadiyatçı olması şarttır. Ona göre hükümetlerin başarısızlığı, siyasiler tarafından idare edilen hükümetlerin, iktisadî işleri de siyasetçilere havale etmesinden kaynaklanmaktadır.

Ziya Gökalp 'İktisada Doğru' isimli makalesinde 'Türkiye`de iktisadın inkişafıyla zengin bir sınıf yetişmediği için sadece zevk aldıkları işleri yapanlar çok azdır. Ü lkemizde büyük âlimlerin, sanatkârların, filozofların yetişmemesi iktisadî hayatımızın çok geri olmasındandır. Avrupa`da yalnız mütehassısların eserlerine kıymet verilirken bizde ise her şeyden bahsedenlerin otorite sayılmasının sebebini yine iktisadî hayatta aramalıyız. Bir memlekette iktisadî hayat ne kadar yüksekse, taksimi amalde o derecede derindir. Yüksek faaliyetlerin birer ihtisas mesleği olabilmesi, ancak taksimi amelin çok derinleşmiş bulunduğu yerlerde mümkündür. Yani, iktisada verilecek önem yalnız maddî refahı temin etmekle kalmaz yüksek faaliyetlerin mümkün olmasına da zemin hazırlar. Bir memlekette iktisadî hayat yüksek değilse, ne ilim, ne sanat, ne felsefe, hatta ne de ahlâk ve din yüksek tecellilerini gösterebilir. Demek ki, en manevi zevkleri, en ruhanî vecdleri duyabilmek için de, yine iktisadî hayatın yükselmesi gerekir' demektedir.

Ziya Gökalp, Cumhuriyet Gazetesi`nde, 'Çocuk Sütunu' genel başlığı altında da, çeşitli yazılar kaleme almıştır. Burada yayınlanan Hayvanlarda İktisadî Hayat, Hayvanlarda İktisat ve İhtiyaçları ile Ateş Yakabilen Mahlû k isimli oğlu Turgut`la babasının yaptığı sohbetlerde ekonominin bazı özelliklerine ve kavramlarına değinmektedir. Burada insanları diğer canlılardan ayıran en önemli farkın, ateş yakabilme özelliği olduğunu söylemektedir. Yine kâinatta çalışmayı sevmeyen yegâne canlının insanlar olduğunu kölelik, işbölümü, makineler gibi müesseseleri insanların kendi zahmetlerini azaltmak için icat ettiklerini ifade etmektedir. Yani insanlar çalışmaktan kurtulmak için çok çalışıyor. Ona göre şair Eşref bu durumu 'Az zahmete mukabil, çok menfaat husulü' mısraıyla çok güzel ifade etmiştir. İstediği ise insanın çalışmayı 'içtimaî hizmet' gibi şerefli bir mertebeye yükseltmesidir. Gökalp, sermaye ve mülkiyet olgusuna da dikkat çekmektedir. Proudhon`un meşhur 'mülkiyet hırsızlıktır' sözüne atıfta bulunur. Buna mukabil, Charles Gide`nin 'Mülkiyet hırsızlıktır ifadesi birçok itirazları davet edebilir. Fakat onu tarsine çevirerek hırsızlık bir mülkiyettir haline getirirsek, her türlü itirazdan azade kalır. Tabi olarak eğer mal sahipleri olmasaydı hırsızlık da olmayacaktı.' görüşünü öne sürerek Proudhon` a katılmadığını ifade etmektedir. İktisadın başlangıcı olarak ihtiyaçları gören Gökalp`e göre 'sermayenin alâmetifarikası, yeni bir servet husule getirmek için tasarruf olunmuş bir servet olmasıdır.' O 'Türkler özgürlük ve bağımsızlığı sevdikleri için, iştirakçi (komünist) olmazlar, fakat eşitliği sevdiklerinden dolayı, fertçi de kalamazlar. Türk kültürüne en uygun sistem, solidarizm yani dayanışmacılıktır. Kişisel mülkiyeti kaldırmaya girişmeleri doğru değildir. Yalnız sosyal dayanışmaya yarayan şahsi mülkiyetler varsa, bunlar meşru sayılamaz. Bundan başka, sadece şahsi mülkiyet olması gerekmez. Kişisel mülkiyet gibi, toplumsal mülkiyet de olmalıdır. Toplumun bir fedakârlığı veya zahmeti sonucunda meydana gelen ve kişilerin hiçbir emeğinden doğmayan fazla kâr, topluma aittir.' demektedir.

Ziya Gökalp bir bakıma 'Türklerin toplumsal ideali özel mülkiyeti kaldırmaksızın toplumsal servetleri fertlere kaptırmamak, genelin faydasına harcamak üzere korunmasına ve üretilmesine çalışmaktır' görüşünü savunmaktadır.

 

(Önümüzdeki hafta da bu konuya devam edeceğiz.)