Emekli yüzbaşı, uzun yol kaptanı, öğretim üyesi, Risale-i Nur Talebesi Dr. Vehbi Kara ile mufassal bir sözlü tarih çalışması gerçekleştirdik. Çalışmamızın birinci bölümünde muhatabımızın ailesine, çocukluk ve gençlik yıllarına, eğitimine, askerlik yıllarına nazar edeceğiz…

`src=

İbrahim Ethem Gören: Vehbi Bey, istirham etsem okuyucularımıza kendinizi tanıtır mısınız? Ne zaman nerede dünyaya geldiniz?

Dr. Vehbi Kara: 1965 Yılında İstanbul’da doğdum. Aslen Erzurumluyum. Rahmetli babam ve annem dindar insanlardı. Dini temel bilgileri ciddi ve şefkatli bir şekilde bana ve kardeşlerime öğrettiler. Kendilerine her konuda minnet borçluyum. Rabbim bütün geçmişlerimize ve anne babamıza rahmet eylesin.

Âmin. Kara soyadınıza nazar edelim… Bu isim nereden geliyor? Kim, neden, nasıl vermiş?

Karahanlılar Devleti ilk Müslüman Türk devletidir. Hükümdar Satuk Buğra Han, Müslüman olunca binlerce oba topluca Müslüman olmuştur. Bu meşhur zat nedeniyle “Kara” soy ismi Türkler arasında yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Anne ve babam uzaktan akraba olup aynı soyadını taşımaktadırlar.

İsminizi kim koymuş? Size isim olarak Vehbi denilmesinin özel bir sebebi var mı?

Konyalı değerli âlim ve müfessir Mehmet Vehbi Efendi nedeniyle “Vehbi” ismi Erzurum bölgesinde çok kullanılır. Bu nedenle rahmetli dedemin isteği üzerine annem ve babam bu ismi vermişler. Arapça “Allah vergisi kabiliyet” anlamındadır. 

Anne babanız hakkında bilgi verir misiniz?

Rahmetli babam “Hâfız” lakabı ile tanınan, hayat dolu, neşeli ve çok çalışkan bir zat idi. Bulunduğu mahalde köy mektebi olmamasından dolayı Latin harflerle okuryazarlığını askerlikte öğrenmişti. Çok Kur’ân okurdu. Fatih Camii’nde müezzinlik yapardı. Bu nedenle iş arkadaşları ve çevresinde “Hâfız” denilmesi bundan dolayı olsa gerektir. Babam, bazı medrese hocalarını evimizde misafir eder günlerce sohbet ederdi. Kardeşlerime ve bana Osmanlıca dini kitaplar okurdu. Babaannem de çoğu zaman bizde kalır, çok güzel, ibretli masal ve hikâyeler anlatırdı. Bu masallarda şiirler, özlü sözler ve beyitler de bulunurdu. Çoğu zaman babaannemize yalvarır bize macera dolu bu masalları anlatmasını çok isterdik. Ne zaman ki televizyonlar evlerimize girdi. Bu masallardan mahrum kalmaya başladık.

Babamın babası olan Molla Feramuz bir medrese hocasıydı. Âlim bir zat idi. Hac vazifesini yaptıktan sonra ben 3 yaşında iken vefât etmişti. 

Rahmetli annem dindar bir ev hanımı idi.

Rahmetli annem dindar bir ev hanımı idi. Benim ve kardeşlerimin eğitimi ile çok fazla ilgilenirdi. Anneannem Çerkez asıllı olup Köy Muhtarı olan dedem ile evlenmişti. Anne ve babam Erzurum ilinin Horasan ilçesindeki Horum köyünde doğup büyümüştü. Babam, askerlik görevinden sonra İstanbul’a gelmiş dört yıl boyunca çalışarak başlık parası biriktirmişti. Annemle evlendikten sonra İstanbul’a yerleşmişti. Rabbim makamlarını cennet eylesin…

Âmin. Kaçkardeşsiniz? Kardeşleriniz neler yapıyor, nerede yaşıyor?

Dört Kardeşiz. Ağabeyim, babamın mesleği olan kereste ticareti ile meşguldür. İstanbul ve Yenice’de ikamet etmektedir. Üçtorunu vardır. Kız kardeşlerim ev hanımı olup aileleri ile birlikte İstanbul’da yaşamaktadırlar, henüz torunları yoktur.

Yakın akrabalarınız…

Rahmetli babaannem 13 çocuk sahibi olmuştur. Yüze yakın torunu vardır. Bu kadar torunu içinde beni diğerlerinden ayırt eder, çok sever ve dua ederdi. 

“Sen ne yapıyorsun da bu kadın hep sana dua ediyor?”

Hatta amcalarım bu yüzden bana defalarca şu soruyu sorarlardı. “Biz bu kadar hizmet ediyoruz fakat annemizin gözüne giremiyoruz. Sen ne yapıyorsun da bu kadın hep sana dua ediyor?”

Ben de cevap olarak “Babaannem yatmadan önce muhakkak su içerdi. Her gece kendisine su getirirdim. Suyunu içtikten sonra Erzurum şivesi ile bana dua ederdi. Belki bu yüzden beni seviyor” derdim.

Bir amcam Cami imamı, diğer amcalarım ise çeşitli mesleklerde ve serbest işlerde çalışmaktaydılar. Bir halam vefât etmiş diğeri ise İstanbul’da ev hanımıdır.

Dayılarım ise öğretmen ve müfettişlik yapmışlardır. Teyzelerimden bir tanesi vefât etmiş diğeri ise Erzurum’da ikamet ediyor. 

Evinizden, komşularınızdan bahseder misiniz?

İstanbul Fatih ilçesinin Beyceğiz mahallesinde doğmuştum. İlk ve ortaokulu bu semtte okudum. Babamın satın aldığı ilk evimiz Draman semtindeydi. Babam bu evimizi cami imamı olan, şu anda İsmailağa Cemaati’nin Şeyhi olan Hasan Efendiye satmıştı. Daha sonra Yavuz Selim mahallesine taşındık. Burada çok dindar komşularımız vardı.

Babam gençliğinden beri hep dualarında Fatih Camii’ne yakın bir ev vermesi için Allah’a çok yalvarmıştı. Bu nedenle çocukluğumda yatsı namazlarının çoğunu babamla birlikte Fatih Camii’nde kılardık.

Çevremizdeki aileler dindar idiler. Ağabeyim ve kız kardeşlerim bu komşularımızın çocukları ile evlendiler. Semtimizdeki hanımlar tesettür konusunda çok titiz idi. Mahallemize gelen hanımlar bir müddet sonra çevreye uyum sağlar, eğer örtülü değilse kısa zamanda tesettüre girerlerdi.

Çocukluk yıllarınız nerelerde geçti?

Çocukluk yıllarım Fatih’te geçti. Sur dışında hiçoturmadık. O yıllarda iki katlı binalar vardı. Yollar çoğunlukla toprak bazen de Arnavut kaldırımı denilen, taşlı yollardan meydana geliyordu. Beton yol ile 5 yaşında tanıştım. Tekir isimli bir kedim vardı. Bahçemizde onu beslerdim. Daha sonra başka kedilerim de oldu. Bunları yavru iken beslediğim için beni tanır ve sadece benden kaçmazlardı. Kasapların attığı et parçalarını alır, kedilerimi beslerdim. Babamın ortağı olan Orman Mühendisi Fethi Bey “bunları besleme, çünkü tembelliğe alıştırıyorsun” derdi. Fakat onu hiçdinlemedim.

Sonra…

Daha sonra ağabeyim pazardan altı tane civciv getirdi. Bunları besleyip büyüttüm. Üçtanesi horoz, üçtanesi tavuk oldu. Her birine bir isim verir, bu mübarek hayvanlar ile oyun oynardık. Küçük kız kardeşim tavuklarımızın yumurtaları ile beslendi.

Çocukluk yıllarınıza dair hatırınıza başka neler geliyor?

Arkadaşlarımla misket adını verdiğimiz camdan yapılmış oyun araçları ile çeşitli oyunlar oynardık. Bir ara bunlardan bin tane biriktirmiş ve bunları saklamıştım. Eşim “çocuklar bunları yutar, tehlikeli” diyerek hepsini attı. Çok emek vererek kazandığım bu misketleri unutamam.

Bunların dışında okuldan sonra babamın kereste dükkânına giderdim. Kereste yükleme, boşaltma ve satışında ağabeyimle birlikte babama yardımcı olurdum. Miktar belirleme için mekanik hesap makinesi kullanır, hesaplama işlerini de yapardım. Liseden sonra askeri okula gidince babamın bu ticaret işlerinden uzaklaştım.

Çocukluk arkadaşlarınız kimler?

İlkokulda İdris Kalfaoğlu isminde çok sevdiğim bir öğretmenim vardı. Din dersinde öğretmen masasının üstüne çıkar, nasıl namaz kılınacağını bize fiili olarak gösterirdi. İkinci sınıftan itibaren sınıf başkanı ve bilgili olduğum için bu görevi bana verdi. 

“Öğretmenim Vehbi yanlış namaz kıldırıyor”

Sabah namazının iki rekâtlık sünnetini sesli olarak okuyor ve namazın nasıl kılındığını bütün arkadaşlarıma gösteriyordum. Bir gün Zeynep Zerey isimli bir kız öğrenci “Öğretmenim Vehbi yanlış namaz kıldırıyor” dedi. Hâlbuki yaz aylarında Kur’an kursuna gider, namaz sûre ve dualarını iyi bir şekilde öğrenirdim. Kendime de çok güveniyordum.

Ben sordum “Nerede yanlış yapıyorum?” diye. Bana her sûre ve duanın başında “eûzü besmele çekiyorsun” dedi. Doğru söylüyordu. Öğretmenimiz de hak verdi ve bana “Vehbi namazı doğru kıl” demişti. Bu olayı hiçunutmadım. Sadece namazın başında eûzü besmele çekileceğini o zaman öğrenmiştim.

Ortaokul ve lise arkadaşlarınız…

Ortaokulda Akın Oğuz Kaptı isimli çok sevdiğim bir sınıf arkadaşım vardı. Sınıf birincisi olmak için yarışırdık. Fakat İlkay isimli bir öğrenci ikimizi de geçmişti. Okul birincisi olan öğrenci ise başka sınıftaydı. Deniz Lisesi sınavlarını kazanmıştı. Yıllar sonra Deniz Harp Okulu’nda karşı karşıya geldik. Ben liseyi üçyılda tamamlamıştım. Bu arkadaşım ise hazırlık sınıfı okuduğu için liseyi dört yılda tamamlamıştı. Haliyle bir sınıf üste çıkmıştım ve askerlik yıllarında bir sene daha kıdemli bir subay olmuştum. Böylesine ilginçbir eğitim sisteminden geçmiştik.

Derslerimde çok başarılı idim.

İlk orta ve lise yıllarında çok sayıda arkadaşım oldu. Derslerimde çok başarılı idim. Bu nedenle öğretmenlerim faydalı olsun diye sıra arkadaşı olarak haylaz ve tembel öğrencileri yanıma verirdi. Bunlardan iki tanesi ile yıllarca sonra karşılaştım. Ahmet ve Celal isimli bu arkadaşlarımı hiçunutmam.

O yıllarda üniversite okumak bir hayli zordu. Zaten anarşi nedeniyle üniversitelerde terör kol geziyordu. Bununla birlikte öğretmenlerimiz bizi çok sever, iyi bir eğitim almamız için çaba sarf ederlerdi. Allah emeği geçenlerden razı olsun. 

Âmin… Kendileriyle hâlâgörüşüyor musunuz?

Öğrenci arkadaşlarımdan çok azıyla görüşebiliyorum. Çünkü askeri okuldan sonra doğup büyüdüğüm semtten ayrıldım. Yıllarca Kocaeli Gölcük’te savaş gemilerinde görev yaptım. Sonrasında ise askerlikten ayrılıp ticaret gemilerinde çalışmaya başladım. Gurbette olunca arkadaşlarınızla görüşemiyorsunuz.

Hangi okullarda okudunuz?

Vasıf Çınar İlkokulu, Ahmet Rasim Ortaokulu, Fatih Vatan Lisesi ve Deniz Harp Okulu’nda okudum. 1970’li yıllarda okullarda anarşi hâkimdi. Bu nedenle aşırı sol örgütlerin hâkimiyetinde olan okullar vardı. Bu okul ve liselerden nispeten daha iyi olan Fatih Vatan Lisesi’nde okudum. Bizim zamanımızda lise bitirmek dahi çok zordu. Ağabeyim yakın akrabalarım içinde liseyi bitiren ilk öğrenci olmuştu. Ben de ikinci mezun olmuştum.   

Daha sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde Uluslararası İlişkiler Bölümünde Yüksek Lisans ve aynı fakültenin Çalışma Ekonomisi Bölümü’nde doktora eğitimi aldım.

`src=

Askerlik mesleğini hangi âmillerle tercih ettiniz?

Lise yıllarında anarşi ve terör orta dereceli okullara kadar inmişti. Sağcı ve solcu öğrenciler birbirine karşı şiddet uyguluyordu. Sayıca çok olan gurup, diğerlerini döverek yıldırıyor bu sayede eğitim hakkından mahrum kalmasını sağlıyordu. Bu nedenle benim gibi başarılı öğrenciler askeri okulları tercih etmek durumunda kalmıştı. Ayrıca askerlik mesleğini seven birisiydim. İşte bu nedenlerle askeri okulda okumayı çok istiyordum. Fakat burada karşılaştığım sorunlar çok daha farklıydı. 

Ne tür sorunlardan bahsediyorsunuz?

Malum, namaz… Çünkü namaz kılan öğrenciler “irtica” gerekçesi ile fişleniyor yüklü bir tazminat ödettirilerek askeri okuldan atılıyordu. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin en berbat yıllarında öğrenci olmuştuk. Kaderimize çok zorlu bir eğitim dönemi rastlamıştı.

Deniz Harp Okulu yıllarınız için büyükçe bir paragraf açalım… Harp Okulu’nda öğrencilik yıllarınıza gidelim… Nasıl bir öğrenciydiniz? Komutanlarınızla, arkadaşlarınızla teşrik-i mesainize de değinelim…

Askeri okulda da aynı önceki okullarda olduğum gibi yine başarılı bir öğrenciydim. Disiplin puanım yüksekti ve hiçbütünlemeye kalmadan sınıflarımı geçiyordum. Öğretmenlerim de derslerdeki ilgi ve çalışmalarımdan dolayı beni severlerdi.

İkinci sınıfta Deniz Harp Okulu’nda en zor bölüm olan “Kontrol Sistemleri” bölümüne girmiştim. Bu bölümden mezun olan öğrenciler “Atış Kontrol Subayı” olarak güverte bölümü subayı oluyordu. Nitekim elektronik eğitimi o dönemde çok tercih edilen bir bölümdü. Deniz Lisesi’ni birinci bitiren Kemal Bahçekapılı isimli arkadaşım bizim bölümü seçmişti.

Arkadaşlarım bana “dadaş” derlerdi.

Arkadaşlarım bana Anadolu havasını yaşattığımdan dolayı “dadaş” derlerdi. Hâlbuki okulumuzda Batılı tarzdaki yaşam benimsetilmeye çalışılırdı. Maalesef dini ibadetler konusunda büyük bir baskı vardı. Okula girdiğim yıl Kuleli Askeri Lisesi’nden namaz kıldığı için yüzlerce öğrenci atılmış ve ailelerine yüklü tazminatlar ödettirilmişti.

O yıllarda subay okullarında dini ibadetlerinizi ne kadar ifa edebiliyordunuz? Okulda mescid/cami var mıydı?

O yıllarda askeri okullarda cami yoktu. Sadece Kara Harp Okulu’nda bir cami var ise de burası öğrencileri fişleyerek “irticacı” damgası vurmak için kullanılıyordu. 

ABD güdümündeki Kenan Evren dindar insanlardan nefret ediyordu.

Çünkü darbeci General Kenan Evren başkanlığındaki askeri cunta; ABD güdümünde olduğu için dindar insanlardan nefret ediyordu.

“İyisi mi evine geldiğin zaman namazlarını kıl!”

Askeri öğrenci olarak eğitim gördüğüm 1982 ile 1986 yılları arasında ibadetlerimiz yapmak son derece güçleşmişti. Bir taraftan henüz yeni yeni palazlanmakta olan Fetullahçı örgüt, diğer taraftan okul idaresi, öğrencileri adeta bir kıskaca almışlardı. FETÖcüler “sakın namazlarınızı kılmayın, aksi takdirde okuldan atılırsınız” derken diğer yandan okul yöneticileri olan bölük komutanları; namaz kılan öğrenci olup olmadığını öğrenmek için aramıza jurnalci öğrenciler sokuyorlardı. Öğrenci velisi olan aileler ise “Evladım sakın okulda namaz kılma! Çünkü seni okuldan atarlarsa imzaladığım bu senetleri nasıl öderim. İyisi mi evine geldiğin zaman namazlarını kıl” diyerek telkinde bulunurlardı.

“Her ne şart altında olursan ol beş vakit namazını kılmak zorundasın”

Buna rağmen Bediüzzaman Said Nursi’nin kitapları sayesinde “her ne şart altında olursan ol beş vakit namazını kılmak zorundasın” şuuruna sahip olmuştum. Kimsenin ne dediğine bakmadan namazlarımı kılmaya devam ettim. Bunun için okulda sakince ibadetimi yapacak yerler aramış ve bulmuştum. 

Mesela…

Örneğin hapishane olarak kullanılan yer hafta içi boştu ve namaz kılmak için pek uygundu. Ayrıca merdiven altlarında boşluklar vardı ve buraya temizlik malzemeleri koyuyorlardı. Burasını da keşfetmiştim. Beş vakit namazımı vaktinde kılabiliyordum. Spor saatlerinde ise yüzme havuzunun kalorifer dairesine giriyor, orada bulduğum bir namaz tahtasında ibadetimi yapabiliyordum. Sabah ve yatsı namazlarını ise yatakhane bölümünde pencere kenarında ve spor odası adını verdiğimiz bir odada kılıyordum.

`src=
Teğmen Vehbi Kara arkadaşlarıyla

“Bölük komutanına namaz kıldığını rapor et!”

İlginçolan bir tanesini söylemek isterim. İkinci sınıf sonunda Gölcük’te “Donanma Stajı” denilen askeri eğitimlere katılıyorduk. Bu dönemde yatıp kaldığımız yer ise meşhur “Savarona” yatı idi. Bir defasında içinde lambası olan malzeme dolabı gibi bir yerde sabah namazını kılmıştım. Tam dışarı çıkarken bir bölük komutanı “içeride ne yapıyorsun?” diye sordu ve hiçcevap beklemeden etrafı aramaya başladı. Ben şaşkın bir şekilde bu adam ne yapıyor diye bakınırken “çabuk söyle nereye sakladın?” diye bir soru daha sordu. Anlamadım tabii ki. Bana tekrar “içkiyi nereye sakladın?” dediği zaman bölük komutanının neyi aradığını o zaman fark ettim. Bizim başımızda bulunan bu Yüzbaşı, benim namaz kıldığımı bilmiyormuş. Kendisine “namaz kıldığımı” söyleyince derin bir “oh!” çekti ve dedi ki: “Kendi bölük komutanına namaz kıldığını rapor et!”

Ben de “başüstüne” dedim ve oradan ayrıldım. Bölük komutanımız bir üsteğmen idi. Bu durumu kendisine söyleyince ciddi bir tepki göstermedi ve “disiplinli olmam gerektiğini” söyleyerek, beni gönderdi.

Fakat asıl üzücü olan bir hatıram ise bu seferki gibi sonuçlanmadı. Üçüncü sınıfta idim ve yatakhane katında pencere boşluğu olan bir yerde yatsı namazını kılıyordum. Devriye gezen nöbetçi subayı yatağımın boş olduğunu görünce içeri girdi ve etrafa bakmaya başladı. Bu sırada namazımı kılmaya devam ediyordum. Beni secde ederken görünce birden çığlık attı. Cırtlak bir sesi vardı ve herkes “ne oluyor/” diye baktı. Bütün yatakhane uyanmıştı.

Benim numaramı alıp disipline vermek için yatakhaneden ayrıldılar. Sonra sınıf arkadaşlarım arasında bir tartışma başladı: Bir tanesi “Yahu Vehbi bu terbiyesiz adamın çığlık atmasına ne gerek vardı. Namazını bozup yatağa girseydin ya!” dedi. Diğer öğrenci ise argo kelimelerle “Niye yatacakmış? Adam namaz kılıyor. Bu suçmu?” diye beni savunmaya başladı. Çoğunlukla beni savunuyorlardı. Sanırım hafta sonu izinsiz kalma cezası alarak bu olayı kapattım. 

`src=
Deniz subayı Vehbi Kara yol arkadaşlarından biriyle

Her şeye rağmen teğmen rütbesini taktığınız zamana ilişkin hâlet-i rûhiyenizi öğrenmek isteriz…

1986 Yılında Deniz Harp Okulu Tuzla’daki şu anda bulunan yere taşınmıştı. İlk mezun olan sınıf bizim sınıfımızdı. Mezun olduğuma başta FETÖcüler olmak üzere birçok insan inanamıyordu. Çünkü o yıllar gerçekten de dindar askeri okul öğrencilerine kan kusturulan yıllardı. Nitekim ertesi yıl içinde Deniz Lisesi Birincisi Hakan Yalman isimli bir arkadaşım ile beraber 6 öğrenci çok başarılı olmalarına rağmen askeri okuldan atılmıştı. Suçları ise çok ilginçti. Bu 6 öğrenci benim gibi namazlarını kılıyordu. İlave olarak derslerinde ve askeri okul disiplini içerisinde benden çok daha iyi idiler. Her sene “Komutan Onur Listesi” içinde yer alıyorlardı. Fakat darbe yılları henüz bitmemişti.

Her şeyin dizgini Allah’ın emrindedir.

Rahmetli Anneciğim namazımı kıldığım için çok dua ederdi. O duaların bereketi üzerine mezun olduğumu düşünüyorum. Çünkü aşırı sol görüşlü ve FETÖcü öğrenciler ile namaz ve ibadet konusunda bazen çatışmaya varacak derecede sert tartışmalarımız oluyordu. Okul yöneticileri ise açığımı bulmak için fırsat kolluyorlardı.

Fakat her şeyin dizgini Allah’ın emrindedir. Kimse O’nun iradesi dışında hiçbir şey yapamaz.

Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?

Deniz Harp Okulu’nda her yıl kuruluş yıldönümü kutlamaları yapılır. Geçen yıl yani 18 Kasım 2022 tarihinde bu merasimlere iştirak ettim. Çok güzel duygularla geri gelmiştim. Çünkü yıllardan beri açılması için emek verdiğim Deniz Harp Okulu Camii, hizmete girmişti. Bu konuda bazı internet sitelerinde yayınlanan makalem şu şekildeydi:

Deniz Harp Okulu Camii’nde Cuma namazı

“Bir denizci olarak gitmiş olduğum ülkelerde Cuma namazı kılmış ve buralardaki Müslümanlar ile ilgili hatıralarımı makale olarak yazmıştım. Fakat 18 Kasım 2022 Cuma gününü Tuzla'daki Deniz Harp Okulu’nda bambaşka duygularla yaşadım. 

En son Deniz Harp Okulu’nda Değişenler ve Değişmeyenler başlığı ile bir yazımda değindiğim üzere 18 Kasım 2019 günü Heybeliada’da Deniz Harp Okulu’nun Kuruluş Yıldönümü törenlerine de katılma fırsatı bulmuştum. Lakin bu sefer çok daha anlamlı idi. Çünkü yıllarca makale yazmış yüzlerce insanla askeri okullara cami yapılması için konuşmuştum.  İşte bu gayretin bir sonucunu ölmeden görmek nasip oldu. 

Elhamdülillah…

Bununla birlikte değişmeyen hususlar da vardı. İşte bu ziyaret sonrasında ülkemizin en köklü ve önemli okullarından biri olan Bahriye Mektebi’nin son halini anlatmaya çalışayım…  

Kaptan-ı Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa tarafından 1773 tarihinde kurulan Mühendishane-i Bahr-i Hümayun, yani Deniz Harp Okulu, 1930 yılında camisiz kalmıştır. Ne yazık ki bu çağdışı uygulama 92 yıl devam etmiş ve nihayet bu yıl Cumhurbaşkanının yaptığı açılış töreni ile camii yeniden açılmıştı.

18 Kasım 2022 tarihinde Deniz Harp Okulu’na kuruluş törenlerine gitmiş Cuma namazı kılmıştım. Bazı öğrencilerle tanıştım. Tarih öğretmenleri ile konuşup kitaplarımı verdim. Güzel değişimlere de şahit oldum. Eski aşırı disiplin yerine saygılı bir askeri disipline şahit oldum. Özellikle dini duyarlılıklara karşı olumlu bir hassasiyet meydana gelmişti. Camiye giden öğrencilerde bir baskı ve takip edilme endişesi yoktu. Herkesin doğal bir şekilde ibadetini yapabiliyor olduğunu gördüm.

Camiden başka sınıf aralarında aynı üniversitelerde olduğu gibi mescitler de vardı. Deniz Lisesi mezunu Prof. Dr. Mustafa Nutku ağabeyin imamlığında cemaatle ikindi namazını kıldım. 

Okulda öğretmen öğrenci ilişkilerinin son derece doğal ve eğitim saygınlığı içerisinde devam ettiğini gördüm. Öğrencilere bizim dönemimizde olduğundan çok fazla değer veriliyordu. Öğrenciler de hocalarına karşı daha saygılı idiler.

Eğitimi çok güzel ve karşılıklı anlayış çerçevesinde sağlıklı bir şekilde yapılıyor, gördüm. Yani askerlikten doğan yapmacık ve riyakâr bağlılıklar yok denecek kadar azdı. Saygılı bir düzen görülüyordu.

`src=

Cami ve ibadetten başka söyleyeceklerim de var elbette. Bunlardan en önemlisi geleneksel olarak her yıl yapılan kuruluş yılı törenlerindeki karşılama ve uğurlama etkinlikleridir.

Gerçekten de daha önceki yıllarda gördüğüm misafirperverlik ve öğlen yemeği, değişmeyen işlerin başında geliyor. Deniz Harp Okulu’ndan başka hiçbir yerde bu kadar lezzetli olmayan dalyan köfte ve samsa tatlısı, hiçbir etkinlik olmasa bile Heybeliada’ya gitmeyi gerektirecek güzellikteydi.      

Donanmada iken yurt içinde ve dışında onlarca törene katıldım. Silah bölümü mensubu olduğum için bizzat törenleri icra ederdim. Özellikle Sovyetler Birliği döneminde liman ziyareti için gittiğimiz Sivastopol şehrinde gemici askerlerimle çok güzel törenler icra etmiştik. Daha sonra ticaret gemisi kaptanı olarak defalarca Sivastopol’a gitmiştim. Gölcük Poyraz Rıhtımında, İstanbul Anadolu Kavağında ve Kırım’ın Sivastopol şehrinde katıldığım törenleri hiçbir zaman unutmadım.

İşte Deniz Harp Okulu öğrencilerinin ve bandosunun icra ettiği törenler bu açıdan geçmiş güzel günlerimi hatırlama vesile oldu. İşte bu törenler de değişmeyen kuruluş merasimlerinden sadece bir tanesiydi.

Merasimlerde Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu, donanmamızın geldiği seviyeyi çok güzel bir şekilde izah etti. Yıllarca ABD ve Alman savaş gemilerinde çalışmış bir asker olarak üzülürken bu sefer kendi milli gemi ve silahlarımızın erişmiş olduğu seviyeyi görünce; bütün okul mezunları olarak hep birlikte gurur duymuştuk. 

“Cennet ucuz, cehennem de lüzumsuz değildir…”

Bu vesile ile göstermiş oldukları misafirperverlikten dolayı bütün okul yöneticilerine teşekkürü bir borçbiliyorum. 15 Temmuz 2016 hain FETÖdarbesi ile yara alan donanmamızın yeniden eski gücüne kavuşması hatta çok daha ileriye gitmiş olduğunu görmekten büyük bir gurur duydum. Allah emeği geçen bütün bahriye mensuplarından razı olsun, vesselam…

Âmin… Son olarak okuyucularımıza nasıl bir mesaj iletmek istersiniz?

Bu dünya bir imtihandır. Yeryüzü, semâvât ve dağların yüklenemediği teklif sırrını insan yüklenmiştir. Bu imtihan ise pek çetindir.

Hayat bize şu hususu gayet net bir şekilde öğretmiştir: Cennet ucuz, cehennem de lüzumsuz değildir…

-Birinci Bölümün Sonu-

YARIN-İkinci Bölüm: Yüzbaşı Vehbi Kara’nın Peygamber Ocağı’nda hizmetleri…