Ser verir sır vermez Sırlı Süleyman Efendi’nin gönül dilinden tuluat eden hakikat namelerini dinlemeye hazır mısınız?
Sırlı’dan belli belirsiz vakitlerde veyahut vakti merhununda neş’et edecek âvâza nazaran kimi zaman sohbet, kimi zaman şiir, kimi zaman da hakikate yaslanan hikâye tadında asliyet ve terkip şuuruyla bezeli yazılar, şiirler, diyaloglar İttifak gazetemizin hoş kokulu satır aralıklarında yayınlanacak biiznillah.

Öyleyse buyurun efendim. Şimdi, Zengin Baba, namıdiğer İnebolulu Deniz Taciri Mehmet Reis’in, içinden Haliç’in fukara mavnaları, yosun kokusu, tiz sesler ve dahi ilk gün ışığı Cibali’nin iki katlı ahşap evlerine selâm vermezden önce yer minderinden kalkılan çocukluk yıllarının orta yerine gidiyoruz!
Zengin Baba…
O yıllarda Haliç kıyılarında omuz askılarıyla yoğurtçular dolaşırdı, çinko teneke kaplı ekmek arabası ve eşek ile su getiren sakamızın geçtiği mahalle yıllarımızda…
Neredeyse cumbasına değecek kadar yakın, tıpkı geniş kenarlı Fransız şapkasına benzer sokak lambamızın ışığı ile ders çalıştığımız, iki katlı ufacık ama bana kocaman gelen ahşap evimizin olduğu sokağımızın bir ucu ‘reji’ denilen Cibali cigara fabrikasına açılırdı.
Evin girişinde küçük bir taşlık ve yaz günleri babamın içine elli kuruşluk buz kalıbı aldırtarak attırdığı kırmızı bir küpümüz vardı. Cigara fabrikasının Haliç kıyısına bakan tarafında birbiri ardına depolar, hangarlar uzanırdı.
Avni Şasa Müessesesi!
Kocaman sürgülü kapılı, yüksek tavanlı Billur Tuz ile bitişiğindeki devasa kereste deposunun alınlığında Ammo Metin ile ne kadar uğraşsak da bir türlü dilimizi döndüremediğimiz “Avni Şasa Müessesesi” yazıyordu.
Bazı sabahlar evden kaçar, iki hangarın, çamurlu çöplü izbe yollarında, farelerin kol gezdiği daracık ara boşluğundan Billur Tuz’un, belinde kurmalı yuvarlak saati bulunan bekçisine yakalanmadan dar aralıktan sıyrılarak Haliç kıyısına balık avlamak için inerdik.
Reji’nin ikinci düdüğü tam saat yedide çalardı. Ol vakitte sabah karaltısının içinden insanlar sökün eder, genişçe çantalı, yeşil önlüklü biçare kadınlar, sefertası taşıyan, gönülsüz ağızlarında cigara olan gölgeler akın akın fabrikaya doğru ilerlerdi.
Bir gün -hafta sonu olmalı- cam göbeği mavisi, göz alıcı Cadillac bir araba yaylanarak girdi sokağımıza… Çocuğuz ya hemen üşüştük arabanın başına… Batumlu Nermin Abla, yan komşumuz Afili Yıldız Hanım, Arap Sabahat Teyze velhasıl mahalle kadınları da camlara çıkıverdi.
Afyonu henüz patlamamış Kaynakçı Recep Abi de belirdi o esnada. Haddizatında mesleği kaynakçı filan değildi, o gece işe çıktığı için mahalleli ona bu ismi takmıştı. Elinde buruşuk mendili, tek omuzundaki ceketinin cebinden cigara paketini diğer eli ile ararken, kapının önünde olan biteni gözlüyordu.
İç içe geçmiş bitişik ahşap evlerde düğün, sünnet ve bayramlarda elbise kravat ödünç alınan komşuluklar vardı.
Kadınların pencerelerden tiz sesleri işitilirdi: “Boynu devrilesi, kızla gönül eğlendiriyor!”. “Ay kız, dün gece yine dövdü duymadın mı!” sesleri… Hasılı Cibali’de mahalle arasında sohbetler yayılır, dedikodular gırla giderdi.
Cibali böyleydi. Çakır Ağa Camii, Bostan Hamamı sokağımız buydu işte!
Kıt kanaat geçimli, gizlisi saklısı becerilemeyen, zor günlerde dert dinleyen gönül insanlarıydı sokağımızdakiler.
Ama şimdi iş bu cam göbeği yaylanarak ilerleyen Cadillac’ın ne işi olabilirdi sokağımızda! O esnada seslerden bir ses işitildi. Batumlu Resmiye Teyze’nin âvâzıydı bu. “Ayy kız bu fabrikatörün kızı, tanıyorum.” Öteden belli belirsiz bir takım sesler daha: “Aaaa o değil mi?”, “Bilmem ki pek hoş!”, “Bak şoförü kapısını açtı, iniyor arka koltuktan.”, “Elindekiler ne öyle kız aaa!”
Atladık üzerine haliyle! Kapacağız ne getirdiyse! Miladi takvimin yaprakları o zamanda 1967 yılını işaret ediyordu.
Kırk yıl sonra ayrılacaktık Cibali’den.
Cadillac’taki kız Ayşe Şasa imiş. Robert’te ve Amerika’da okumuş, hayatı roman! Babasının
modernleşme yıllarına denk gelen, hayat ve hakikat yolcusu, koca yürekli hanımefendi, Çerkez kızı, Paşazade Ayşe Şasa.
Onun için; “zavallı bir zengin kızı” diyecekti, bebekliğinden yetişkinliğine bakıcısı, yetiştiricisi olan Yahudi mürebbiyesi…
Robertli zengin kızın ömrü, psiko-akıl yorgunlukları ve hakikat arayışı ile geçti. Amerika dönüşünde sinemaya senaryolar, piyasaya kitaplar yazdı. Ünlü yönetmen eşi ile dikiş tutturamadı.
Uzun yıllar süren hastalıklarını atlatmıştı. Şehitlik Dergâhı’nda, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bir söyleşisinde “İsmet özel ile İslam’ı tanıdım, huzuru buldum” diyordu. Bilahare Cerrâhi Âsitanesi’nin gülü oldu!
Heyhat! Bir gece uyku tutmadı, Haliç kıyılarına gittim, Tütün fabrikasından Tekel çektirmelerine balyaları yüklüyordum.
Bazen oluyor…Hayat işte… Hepimize başka oynuyor.

Zengin Baba…
Onurlu Baba…
Çakal Baba…
Kaçak Baba…
Kaptan Baba…
Ethem Baba…
Ya hu ben nasıl bir Babayım!
Fotoğraflar
Foto-1: Sırlı Süleyman Efendi Zeytinburnu’nda Hezarfen Hasan Derviş’in atölyesinde. Fotoğraf Mahmut Şahin
Foto-2: Zengin Baba, İnegöllü Deniz Taciri Mehmet Reis Hollanda’da Kral Günü kutlamalarında panayır hokkabazı Folkert Lawrence ile…
İbrahim Ethem Gören 26/06.2025 Yazı No: 674

YORUMLAR