E. Deniz Yüzbaşı Dr. Vehbi Kara ile gerçekleştirdiğimiz e-mülakat serimizin ikinci bölümünün öznesinde muhatabımızın ‘Peygamber Ocağı’na hizmetleri, askerî okullarda ve kıta birliklerinde maruz kaldığı mobing uygulamaları ile 28 Şubat süreci yer alıyor.

`src=

Nihayetinde Allah, Türkleri tarih sahnesine çıkardı.

Hazreti Peygamber’den (sav) sonra da İslam düşmanları boş durmadılar. Devamlı surette ordular toplayıp Müslümanları yok etmek üzere saldırılar düzenlediler. Allah’ın izni ile bu ordular birer birer yok edildiler. Nihayetinde Allah, Türkleri tarih sahnesine çıkardı. Savaş sanatını en güzel şekilde icra eden bu kahraman millet, İslam müdafaası için canını seve seve fedâetti. Selçuklu ve Osmanlı devletleri kuruldu. Bu devletler İslam birliğini muhafaza ederek büyük bir medeniyet inşa ettiler.

Maide Suresi 54. Ayette Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, O onları sever, onlar da O'nu severler. O toplum mü'minlere karşı alçak gönüllü, Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenlere karşı, onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah lütfunda sınırsız olup, her şeyi bilendir”  

İşte, peygamber ocağına sahip çıkan Türkler; bu ayette geçen “Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, O onları sever, onlar da O'nu severler. O toplum mü'minlere karşı alçak gönüllü, Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenlere karşı, onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar” hükme mâsadak olmuşlardır.

Allah’ın izni ile bu zamanda da İslam’ın izzet ve şerefini korumak için askerlik mesleğini en iyi şekilde icra eden Türkler; ‘Peygamber Ocağı’nı yeniden diriltmiş ve kahramanlık destanları yazmaya başlamıştır. “Haza min fazlı Rabbi/Şüphesiz bu Rabbimin fazlındandır. “Neml Suresi 40. âyet’ten)  

`src=

Daha sonra Kocaeli Bölgesinde bulunan Uçaksavar Taburunda Bölük Komutanlığı görevinde bulundum. En sonunda İstanbul Boğaz Komutanlığı’nda Ordonat kısım amiri görevinde iken emekli oldum. Daha doğrusu eşimin başörtülü olması nedeniyle emekli edildim.   

Kelâmı, savaş gemilerindeki başarılarınıza, güdümlü mermi ve top atışlarındaki birinciliklerinize getirelim…

Teğmen rütbesi ile Deniz Kuvvetlerimizde göreve başladıktan sonra çok önemli vazifelere atandım. Örneğin Silah Elektronik Subayı iken donanmamızda sadece iki muhripte bulunan Harpoon isimli güdümlü mermiye komuta ettim. Bu görevim esnasında TCG Gayret muhribi ile ASROC adını verdiğimiz (Anti Submarine Rocket) denizaltılara karşı kullanılan roketli torpido atışlarına katıldım. Son derece önemli ve çok pahalı bu silahlar benim sorumluluğuma verilmişti. O yıllarda 5 yılda bir yapılan bu atışlar sadece benim görev yaptığım gemiye yaptırılmıştı.

`src=

Hâsılı, Bahriye’de 15 yılınız nasıl geçti?

Bahriye’de 15 yıl görev yaptım. Bu görevlerim esnasında Rabbime şükürler olsun ki çok başarılı işler yaptım. Çok sayıda asker yetiştirdim. Disiplinli ve çalışkan bir subaydım.

Bununla birlikte ordumuz ve deniz kuvvetlerimiz o yıllarda ABD’nin yoğun baskısı altında kalmış ve darbeci general ve amirallerin kontrolü altına girmişti. Bu dönemde ABD’nin bir başka örgütlenmesi FETÖörgütü aracılığı ile olmuştu.

Darbeci generaller bir taraftan FETÖ, diğer bir taraftan silahlı kuvvetler mensuplarını bir çeşit kıskaca almışlardı. Şöyle ki:

Darbeci generallerin başörtüsüne tahammülleri yoktu.

Darbeci generallerin başörtüsüne tahammülleri yoktu. Eşi başörtülü subay ve astsubaylar fişlenerek şüpheli ve sakıncalı statüsüne alınıyordu. Eğer subay ve astsubayların eşleri başörtülerini çıkarmaz ise bu sefer ordudan atılacakları söyleniyordu. Nitekim, bu acımasız süreçsonunda 10 bine yakın asker ordudan re’sen emekli edilmişti.

Diğer taraftan FETÖtarafından da bir baskı yapılıyordu. Darbeci generaller gibi bunlar da asker eşlerinin başörtülerini çıkarması gerektiğini söylüyorlardı. Bundan başka daha da ileri gidip namaz kılmamaları ve oruçtutmamaları gerektiği söyleniyor, yetmedi alkollü içki içerek kendilerini “irtica” suçlamasından kurtarabileceklerine dair telkin yapılıyordu.

Allah bir kapıyı kapar, bin kapıyı açar.

Bu dönemde asker arkadaşlarıma binlerce kez şu hususları söyledim: “Arkadaşlar. Rızık Allah’tandır. Kimse rızkımıza mani olamaz. Allah bir kapıyı kapar, bin kapıyı açar. Sakın! Namazınızı terk edip eşlerinizin başlarını açmaları için baskı yapmayın”

Bazı askerler benim sözlerimden etkilenip “Haklısın. Kimse bir askerin eşine karışamaz. İster başını örter, ister açar. Bu kişinin vicdan özgürlüğüdür” diyerek yapılan baskılara karşı direnmeye çalışıyorlardı.

28 Şubat 1997 tarihinden bir müddet önce bazı komutanlarımız da bu haksız ve usulsüz baskıya karşı direnmeye başlamışlardı. “Ben, askerin görevindeki başarısına ve disiplinine bakarım. Eşinin kıyafeti beni ilgilendirmez” demeye başlamışlardı.

İşte tam bu noktada araya dehşetli bir İslam düşmanı olan örgüt elebaşı FETÖgirmişti. “Başörtüsü fürûattır” diye açıklama yaparak; kadınların bunu takmaması gerektiğini söylemişti. Bunun üzerine bir kısmı aldanarak bir kısmı da “FETÖ’nün talimatıdır” diyerek eşlerine baskı yaptılar. Birçok kadın bu baskılara dayanamayıp başlarını açmak zorunda kalmıştı.

Bu dönemde Genelkurmay Başkanlığı bir talimat yayınlayarak bütün subay ve astsubayların eşleri ile birlikte fotoğraf çektirip bunu komutanlığa bildirmelerini istedi. Benim gibi eşi başörtülü olan 10 bine yakın asker, çeşitli aşamalardan geçirilerek soruşturmaya sokuldu.

Bir kısım komutanlar “Seni ordudan atacağız. Bu konuda talimat var. Eşine söyle, başörtüsünü çıkarsın” diye baskı yaparken diğerleri de “Yahu emeklilik olma hakkın var veya mecburi hizmet süren doldu nasılsa!” diyerek “Kendi isteğinle emekli ol. Yoksa biz seni re’sen emekli edeceğiz” demeye başladılar.

28 Şubat döneminde Kara, Hava, Deniz ve Jandarma Kuvvetlerinde binlerce insan ya kendi isteği ile emekli oldu ya da re’sen emekli edilerek ordu ile ilişkileri kesildi. Bu durumdan en çok istifade eden FETÖoldu. Bu örgüt mensupları silahlı kuvvetlerde her yere nüfuz ederek güçlenmeye devam ettiler. Nihayet 15 Temmuz 2016 tarihinde menfur bir darbe teşebbüsünde bulundular. Allah’ın izni ile halkımız sokaklara çıktı ve bu darbe teşebbüsünü göğsü ile durdurdu.

15 Temmuz 2016 darbe sürecinde ordudan re’sen emekli edilen 10 bine yakın subay ve astsubay darbecilere karşı büyük bir mücadele verdi. Askere kumanda etmesini bilen ve tankları çalışmaz duruma getirilmesi için gerekli tecrübeye sahip bu emekli askerler ülkemizin büyük bir badireyi atlatmasında önemli bir çaba gösterdiler.

ABD’nin “darbe esnasında ordu içinde bize engel olurlar” diye tasfiye ettirdiği askerler bu sefer beklediklerinin aksine halk saflarında yer alıp darbeyi durdurmaya çalışmış ve sonunda muvaffak da olmuştu.        

Allah, İslam düşmanlarının tuzaklarını bu şekilde boşa çıkarmış ABD’li teröristlerin ordumuzu ele geçirmelerine engel olmuştu.

28 Şubat Sürecinde, az önce tarifini yaptığınız Peygamber Ocağı’nda; bahusus Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda neler yaşandı?

Deniz Kuvvetleri’nde görev yaparken daha teğmen rütbesini taktığım ilk yılda çeşitli defalar soruşturmalar nedeni ile Deniz Harp Okulu’na çağrıldım. Burada bazı askerî okul öğrencilerini karşıma çıkardılar.

Harp Okulu öğrencileri karşıma çıkıp kısaca “Bu Teğmen rütbesindeki subay, öğrenci iken bize namaz kılmamız ve dini kitaplar okumamız konusunda baskı yaptı!” demişlerdi. Bana sorulduğunda ise “Evet doğrudur, namaz kılmaları ve dini kitaplar okumaları konusunda tavsiyelerde bulundum. Fakat baskı yapmam bu yaşa gelmiş öğrenciler için mümkün değildir” diye cevaplamıştım.

“Seni niye çağırdık biliyor musun?”

Bu soruşturmalar esnasında çok ilginçolaylar da yaşamıştım. Birinci defa Deniz Harp Okulu’na çağrıldığım gün Öğrenci Alay Komutanı Deniz Kurmay Albay Gürkan Key bana biraz da saygısızca sorular sormuştu. “Seni niye çağırdık biliyor musun?” diye başlayıp açıkça “Saçmalama!” diye beni azarlamaya çalışmıştı.

İşte ne olduysa o andan itibaren oldu. Hayatım boyunca ilk defa benden kıdemli bir komutana bağırmaya başladım.

”Siz ne biçim Alay Komutanısınız! Okulda yaşanan olaylardan hiçhaberiniz yok mu? Askerî okul öğrencileri radikal sol görüşlü, komünist subayların etkisi altında” diye başlayıp birkaçdakika süren sinirsel bir boşalma yaşadım.

Alay Komutanı Key, mosmor olmuştu. Benden delil göstermemi istedi. Bende şimdi gülünçgelebilir fakat o tarihlerde çok önemli bir delil sundum. Dedim ki:

“Teneffüshanelerde devamlı Zülfü Livaneli’nin kasetleri çalınıyor”

Şimdi aklınıza şu soru gelebilir. “Bunun radikal sol örgütlerle ve komünistlikle ne alakası var?” diyebilirsiniz. Benim yaşımda olanlar çok iyi bilir ki; 1970 ve 1980’li yıllarda Livaneli, Marksistler arasında çok popüler bir sanatçıydı. Sol örgütlere sempatizan yapılan öğrenciler Livaneli’nin ses kasetlerini adeta ilahi bir müzik dinler gibi şevkle dinlerdi. Yetmedi, öğrencilerin ortak kullanma alanlarında yani teneffüshanelerde başka bir sanatçının eserinin dinlenmesine müsaade edilmezdi.

Kısaca söylemek gerekirse Deniz Harp Okulu her türlü radikal sol ve komünist faaliyetlerin yapıldığı bir askeri okul olmasına rağmen “irtica yuvası” imiş gibi propaganda yapılıyordu. Elbette bu durum insanı derinden üzüyordu. 

Komutan nasıl tepki verdi?

Bu sert çıkışım sonucunda Alay Komutanı çok rahatsız olmuştu. Beni odasında bırakarak mosmor bir şekilde odadan çıktı, gitti. Muhtemelen hemen yan taraftaki Okul Komutanı’nın ofisine gitmişti. Biraz sonra çıkageldi. Fakat eski şımarık halinden eser kalmamıştı.

Bundan sonra birkaçsaat daha sorular soruldu ve yapılan çirkin muamelenin karşılığını vermenin gönül rahatlığı içinde cevaplarımı verdim. Alay Komutanı’na karşı yüksek sesle konuştuğum halde bana şimdi çok nazik davranıyor, ciddi bir şekilde hareket ediyordu.

Bu soruşturma yapılırken bir Ramazan günüydü. Ben de çocukluk yaşımdan beri orucumu tutuyordum ve hiçara vermemiştim. O gün de oruçtutuyordum. Nihayet soru sorma faslı bitmiş, verdiğim ifadeleri imzalamam istenmişti. İlk birkaçsayfaya şöyle bir baktım. Ne söyledim ise bir astsubay tarafından aynısı yazılmıştı. Bütün sayfaları imzaladım.

Akşam saati girmişti. Hatta yarım saat geçmişti. Alay Komutanı “oruçlu olup olmadığımı” sordu. Oruçlu olduğumu söyleyince; iftar zamanını geçirdiği için benden özür diledi. Hemen yemek söyledi.

Bir müddet sonra asker karavanasından kuru fasulye ve pilav geldi. Besmele çekip orucumu açtığımda dahi Alay Komutanı soru sormaya devam ediyordu. Yemek yerken cevap vermedim. Bu davranışı kendisi dahi beğenmediği için sustu ve beni beklemeye başladı.

Soruşturma bitmişti ve Alay Komutanı bana gideceğimi söyledi. Ben de askeri birliğime geri döndüm.  

Bu askeri okul soruşturmasından sonra tekrar beni Deniz Harp Okulu’na çağırdılar. Bu sefer Okul Komutanı Tuğamiral Ekmel Totrakan makamına çağırmıştı. Bana konuşma fırsatı vermeden saygısızca bağırıp çağırdı. Adeta zembereği boşalmış saat gibi konuşuyordu. Bir ara, susacağını zannettim cevap verecektim ki; tekrar bağırıp çağırmaya başladı.

Bu arada siyah üniformamızı giymiştik. Teğmen rütbesini takalı daha birkaçay olmuştu. Kollarımdaki rütbe işareti olan sırma pırıl pırıl parlıyordu. Asker olduğumu hatırlatan bu sırmaları görünce tekrar kavga etmenin yersiz olacağını düşündüm ve Komutan Amirali dinlemeye devam ettim. 

Neden bahsediyordu?

Askerî okul disiplininden bahsediyordu. Hâlbuki ben o anda gençbir subay olarak savaş gemilerinde görev yapıyordum.

Nihayet söyleyeceklerini söyledikten sonra gidebileceğimi söyledi. Alay Komutanı’nın yanına gittim bu sefer, eski tabur ve bölük komutanları da soruşturma esnasında bulunuyorlardı. Bir başka sınıfın bölük komutanı bana saygısızca bir söz söyledi. Ben de askerlik disiplini bir tarafa bırakarak cevap vermeye başlamıştım ki diğer bölük komutanları bu subayı ite-kaka odadan dışarı çıkardılar. Soruşturmalar ciddiyetle devam etti.

Yine akşam olmuş ve Birliğime geri döneceğim söylenmişti. Yorgun, fakat huzurlu bir şeklide birliğime dönmüştüm. Aradan günler, hatta haftalar geçmiş soruşturma derinlik kazanmıştı. Bu sefer radikal sol örgütler ve Marksist görüşlü subaylar soruşturuluyordu.

Deniz Harp Okulu’nda yapılan bu sorgulamalar sonucunda bu okulun bir irtica yuvası olmadığı ortaya çıkmış bilakis eskiden olduğu gibi Sabetaycı ve Marksist bir yapılanmanın yoğun olduğu ortaya çıkmıştı.

Gerçekler ortaya çıkınca bu meselenin kapatılması gerektiği ileri sürülmüş ve soruşturma sona erdirilmişti. Fakat bu olayın en önemli kişilerinden birisi olarak daha Teğmen rütbesinde olduğum halde Deniz Kuvvetlerinin birçok birliğinde adım duyulmuştu. Hakkımda neler konuşulduğunu bilmemekle birlikte savaş gemisinde yaşadığım bir olay az çok bir fikir verebilecek nitelikteydi.

Nasıl bir olaydan söz ediyorsunuz?

Yeni görev yapacağım savaş gemisinin silah subayı olan Üsteğmen, gemiye katıldığım ilk gün benimle konuşmak istediğini söylemişti. Bu zat daha sonra Deniz Kuvvetleri Komutanlığı rütbesine kadar yükselecek bir subaydı.

Beni, geminin baş direğindeki Dayrektör adını verdiğimiz radar odasına çağırdı ve şöyle dedi:

“Vehbi, duyduğum kadarı ile sen sağcı birisi imişsin. Bense solcuyum. Fakat bu durum bizim askerlik görevimizi etkilememelidir. Biz görevimizi en iyi yapacak şekilde disiplinli bir subay olmalıyız”

Buna benzer daha birçok sözleri söyledikten sonra bana diğer subaylar gibi eşit şekilde davranacağını söyledi. Fakat bu sözleri siyasetçilerin vaatleri gibiydi. Neredeyse hiçbir konuda adaletli davranmadı. Keza, diğer üst rütbeli subaylar da bu şekilde hareket ettiler.

Bunun çok faydasını gördüm. Çünkü diğer subaylardan daha fazla çalışıyor, işimde çok titiz davranıyordum. Zira en küçük bir hata yaptığımda bunu derhal yüzüme vuruyorlardı.

Ne ilginçtir ki; yaptığımız görevlerde hep başarılı olmuştuk. Top ve güdümlü mermi atışlarında gemimiz Harp Filosu Komutanı’nın övgüsünü kazanıyordu. Cumhurbaşkanı’nın iştirak ettiği tatbikatlarda daima bizim gemimiz çağrılıyordu. Birçok gemi komutanı ve silah subayı devlet bürokrasisinin en üst noktası olan Cumhurbaşkanından kol saati ve benzeri ödüller alıyordu.

Uçaksavar atışlarında da çok başarılıydık. Neredeyse her atışta hedef uçağının çektiği teli vurarak “manş” dediğimiz hedefi düşürüyorduk. Zabitan salonunda düşürdüğümüz manşların fırdöndüsü sergileniyordu.

Bu şekilde Deniz Kuvvetleri’nde tam 15 yıl görev yaptım. Sonunda 28 Şubat 1997 dönemi geldi çattı. Namaz kılan, alkol kullanmayan subaylara öcü gibi bakıldığı bir zamana denk geldik. Üstelik evlenmiştim ve eşim başörtülü bir hanımefendi idi.

İşte bu tahammül edilemez bir durumdu ve zaman içerisinde önce “şüpheli” sonra da “sakıncalı” kategorisine alındım ve 1997 yılında ordudan re’sen emekli edildim.  

Bu keyfiyet dindar subayları, öğrencileri ve aileleri nasıl etkiledi?

28 Şubat dönemi, sayısı binleri bulan subay ve astsubayı aileleri ile birlikte derinden etkilemiştir. Bazı komutanlar asker eşlerinin başörtülü olamayacaklarını söyleyerek baskı kurmaya başlamışlardı. Üstelik, FETÖdenilen bir sahte vaiz “başörtüsü fürûattır” demiş, bazı ilahiyat fakültesi dekanları “dinimizde başörtüsü zorunluluğu yoktur” diyerek darbeci general ve amirallerin eline koz vermişti.

Bu dönemde 10 bin subay ve astsubay ordudan zorla emekli edildiler. (Re’sen emeklilik dedikleri budur). Bunların 2.000 civarında olanı Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararı ile, 3.000 civarındaki asker ise üçlü kararname ile ordudan emekli edildiler. Ayrıca emeklilik süresi dolan 5.000 civarındaki subaya ise “Bak eşin başörtülü olduğu için seni üstlerimize bildirmek zorundayız”. Bu duruma düşmemek için “bas istifayı, ayrıl” diyerek baskı kurulmuştu. Nitekim birçok asker bu baskıdan kurtulmak için en verimli yıllarında askerlik mesleğinden ayrılmak zorunda kalmışlardı.

Askeri okul öğrencileri ise FETÖdenilen azılı İslam düşmanının tuzağına düşmüş “ima ile namaz” adı altında İslamiyet’te yeri olmayan bir uygulama ile dinden uzaklaştırılmıştı. Nitekim, sadece namaz ibadeti değil, oruçtutma ve alkol kullanma konusunda da sahte fetvalar ile bir çok askeri okul öğrencisi okuldan atılmadı, lakin FETÖörgütünün tuzağına düştü.

15 Temmuz 2016 askeri darbe teşebbüsünün en önemli nedenleri arasında FETÖörgütünün bu yıllardaki faaliyetlerini sayabiliriz.

Sizin serencamınız?

Çeşitli soruşturmalara uğradığım halde 11 yıl daha orduda görev yapmış bir subay olarak büyük bir özgüven içinde hareket ediyordum. Allah’a iman eden ve imanını güçlendirecek şekilde namazlarını kılıp kendini yetiştiren her insan gibi yapılan haksızlıklara karşı üzülsem dahi boyun eğmiyordum.

Asker arkadaşlarıma ve özellikle de üst rütbeli subaylara “Kimse eşinin dini hassasiyetleri yüzünden suçlanamaz. İster başı örtülü olsun ister olmasın insanların din ve vicdan özgürlüğü vardır. Eğer görevinde başarısız ise işte o zaman ceza verilebilir” şeklinde konuşuyordum. Birçok kişi bana haklı olduğumu, yapılıp edilenlerin çok yersiz bir uygulama olduğunu söylediler.

Fakat Türkiye’ye askerler üzerinden faşist bir baskı kurulmuştu. Akıl, mantık ve vicdan devre dışı bırakılmaya çalışılıyordu. Benim ve birkaçarkadaşımın haklı çıkışları etkili olamamıştı.

Başka ne türden baskılar söz konusuydu?

Elbette başka türlü baskılar ile de karşılaşıyor idik. Nitekim bir defasında İzmir Orduevi’ne gemi komutanımız alkollü içki göndermişti. “Hayatımda hiçalkollü içki içmedim” diyerek nazikçe karşı çıkmama rağmen almış olduğu alkolün de tesiri ile herkesin içinde bana bağırmaya başlamıştı. Gemi komutanının tavrı beni çok etkilememişti. Nihayetinde “Komutan bir ceza verir, ben de gider, gururla bu cezamı çekerim” diye düşünürken bütün gemi subayları sanki ben suçlu imişim gibi bana kötü bir şekilde bakıyorlardı. İşte “hayatım boyunca en çok zorlandığım an budur” diye düşünüyorum.

“Komutanım, Vehbi çok çalışkan bir subaydır.”

Sonunda Ümit Saydam isimli Çarkçıbaşımız “Komutanım, Vehbi çok çalışkan bir subaydır, üstüne gitmeyiniz” dedikten sonra Gemi Komutanı sesini kesmek zorunda kalmıştı.

Bir başka gemi komutanı ise “Kurban bayramında niçin hayvanlar katlediliyor?” diye bana çıkışmıştı. “Komutanım senede birkaçgün fakir fukara et yiyor” diyerek geçiştirmeye çalıştıysam da “her taraf mezbahaya dönüyor” diye tekrar tekrar sorulara muhatap olmuştum.

İlginçtir ben vejetaryan, yani et yemeyen biri olduğum halde gemi komutanına nazikçe cevaplar vermeye çalışıyordum. Sonuçta birçok subay bu duruma isyan etti ve Gemi Komutanı’na itiraz ettiler. Hatta alkole müptela derecesinde bir subay arkadaşımız “Komutanım, Allah bütün canlıları insanların hizmetine vermiştir. Ne yani! Balık da yiyemeyecek miyiz?” demişti.

Gemi Komutanı geri adım atmış ve “Bakmayın öyle söylediğime… Ben çok yardımsever bir insanımdır. Eşim de çok iyilik yapar” gibi sözler söyleyerek yaptığı ayıbı örtmeye çalışmıştı.

Fakat ertesi gün beni makamına çağırdı ve açıkça tehdit etti. “En ufak bir hata yaparsan seni derhal hapse gönderirim” diye yüzüme karşı söyledi. Ne çare ki:

Takdir-i Hüda kuvve-i bazu ile dönmez. Bir şem’aki Mevla yaka, üflemekle sönmez!

15 Yıllık askerlik hayatımda bir gün dahi hapse girmedim. Çok tehditlere maruz kaldım lakin Allah, haksızlık yapan bu insanlara fırsat vermedi.       

Ordudan ihracınızla ilgili size nasıl bir geri bildirim yapıldı?

En son görev yerim İstanbul Boğaz Komutanlığı idi. Personel Şube Müdürü beni çok severdi. Bir türlü Yüksek Askeri Şura kararını tebliğ edemiyordu. Birçok mesai arkadaşım “Ne güzel bu zor meslekten kurtuldun” diyerek beni teselli etmeye çalıştılar.

Ordudan ihraçedildiğinizde neler yaşadınız?

Böyle bir kararı beklediğim için benim için bir sürpriz olmamıştı. Her Askerî Şûra toplantısı döneminde telefonlar çalmaya başlar “Vehbi ordudan ayırdılar mı?” diye sorularla karşılaşırdım. Sonrasında “Aman, dikkat et” derlerdi. Ben de ne yapayım “eşime başını açmasını mı söyleyeyim” diye cevap verir, bir gün sıranın bana da geleceğini söyleyerek yakınlarımı teselli etmeye çalışırdım. 

Süreçsizi ve ailenizi nasıl etkiledi?

Çocuklarımın yaşları o dönemde daha çok küçük olduğu için hiçbir şey anlamadılar. Eşim de böyle bir kararı beklediği için herhangi bir olumsuzluk yaşamadı. Lojmanda oturuyorduk. Kiralık bir eve taşındık. Çeşitli işlerde çalışmaya başladım.

Ancak iki sene geçtikten sonra şunu anlayabilmiştim. Askerlik mesleği çok stresli ve zor bir meslek imiş. Sivil hayatta çalışmak çok daha kolay ve huzurlu imiş.

Bu vetirede maişetinizi temin sadedinden neler yaptınız?

O günlerde arkadaşlarıma hep şu sözleri söylerdim:

“Rızkı veren Allah’tır” Başka bir zaman “Allah bir kapı kapa,  bin kapı açar” dediğimi hatırlıyorum.

Gerçekten de askerlik kapısı kapanmış fakat önümde yeni kapılar açılmıştı. Subay maaşından kat kat fazla denizcilik işlerinden gelirim olmuştu. Bu sayede kimseye yük olmadan ev ve araba sahibi olmuştum. Hamd olsun, Allah’ın rahmeti ve bereketini hep üzerimizde hissettik. 

İBB’deki hizmet süreçleriniz…

Askeri Şura kararlarını imzalayan Cumhurbaşkanı Demirel ve Başbakan Erbakan idi. Her iki zat, seçim konuşmalarında “Eşleri başörtülü olduğu için ordudan atılan askerler bizim dönemimizde son bulacak!” diye seçim beyannamelerinde bulunuyordu. Haliyle 28 Şubat 1997 döneminde çok fazla sayıda dindar asker ordudan kendi imzaları ile atılınca zor duruma düşmüşlerdi.

Başbakan Erbakan, o tarihte İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a talimat vererek bizim gibi Askerî Şûra kararı ile emekli edilen subayların işe alınmasını istemişti.

Erdoğan da birçok baskıya ve aleyhteki tutuma rağmen beni ve 30 civarındaki arkadaşımı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde işe aldı. Su Ürünleri Hal Müdürlüğü’nde Müdür Yardımcısı olarak görev yapmaya başladım.

Sonunda bizlerin işine son vermediği için direnen Erdoğan’ı bir şiir okudu diye hapse attılar. Hâlbuki kendisi Türkiye’nin en başarılı belediye başkanıydı. “Bizim yüzümüzden görevden alındı” desem, haksız sayılmam.

Nitekim, Erdoğan’dan sonra işbaşına gelen yardımcısı Ali Müfit Gürtuna derhal işlerimize son verdi. İkinci kez memuriyetten atılmış olduk. Fakat Askerî Şûra kararları yargıya kapalı olsa da Belediye Başkanının kararı yargıya açıktı. İdare Mahkemesi’ne başvurduk ve mahkemeyi kazanarak görevimize iade edildik. Fakat devletin baskısı sonuçverdi ve Danıştay bu kararları bozdu.

Bu sayede Belediyeden ayrılmış ve ticaret gemilerinde çalışmaya başlamıştım. Önce İkinci Kaptanlık sonra ise Gemi Kaptanlığı yaparak maişetimizi çıkarmaya çalıştık. Hamd olsun Allah bizi kimseye muhtaçetmedi…

`src=