Coğrafi keşifler mi, altın ve gümüşün keşfi mi?

İki kutuplu Dünya düzeninde Rusya ile girdiği güçmücadelesinde kritik bir konum atfettiği Wietnam`a asker çıkartan ABD beklemediği bir direnişle karşılaştı. Yer altına yaptıkları dar tünelleri oldukça etkin kullanan ve ormanlık bir coğrafyada tek derdi vatanını savunmak olan Wietnamlılara, ABD savaş uçakları tarafından Dünya tarihinde çok az savaşta kullanılan miktarda patlayıcı madde atıldı. O güne kadar görülmemiş düzeyde yıldırmaya dönük vahşice bir saldırı gerçekleştirildi. Bu saldırılar tam ters bir reaksiyona sebep oldu ve Wietnamlılar daha fazla kenetlenerek uzun süre direndiler.

Wietnamlılar için bir savunma savaşı olan bu saldırılar, ABD`nin en büyük algı aracı olan Hollywood`ın Rambo filmleri ile dünya kamuoyuna görsel olarak aktarıldı. Doksanlı yıllarda birçok ülkede çocuk, genç, yaşlı çok geniş bir izleyici kitlesi esir düşen işgalci ABD askerlerinin Rambo tarafından kurtarılması için dua ettiği bir atmosfer oluşturuldu. Çizilen tabloya göre Rambo bir özgürlük savaşçısı, iyilik meleği, yenilmez bir savaşçıydı. Wietnamlılar ise esirlere her türlü işkenceyi reva gören zalim, vahşi bir general ve ona bağlı askerler üzerinden anlatılıyordu. O zamanlar vatanını savunan Wietnamlıların Rambo tarafından öldürülmesi alkışlanırken, Wietnamlıların Rambo`ya karşı yaptığı savunma izleyicinin zihnine vahşice bir saldırı olarak kazınıyordu.

ABD`de sinema, popüler bağlamda tarih yazımının en güçlü algı ve propaganda aygıtlarından biri olarak işlev görmüştür. Her Pazar sabahı keyifle izlediğimiz kovboy filmlerinde, asıl hedef 'Vahşi Batı' olgusunun zihinlere yerleştirilmesiydi. Mademki 'vahşi,' o halde yok edilmesi ve yerine iyilerin yerleşmesi kadar doğal ve istenen bir şey ne olabilirdi? 'Vahşi Batı`ya 'beyaz' uygarlığın yerleşmesi sürecinde,' bir posta arabasının kazasız-belasız yerine ulaşamaması, bir kasabanın Kızılderililere karşı savunulması, sonrasında bir Kızılderili kabilesinin yok edilmesi,' keyifle seyredilen sahnelerdendi. Fiziki olarak gerçekleşen işgal ve yerleşme süreci algı olarak da tüm dünyada meşrulaştırılıyordu.

Amerika`nın sözde keşfinin meyvelerini yiyen ve çok büyük kazanımlar elde eden Batı`nın Macellan ile başlayıp, daha da büyük bir hırsla Vasco da Gama gibi maceraperestlerle çıktığı yeni deniz aşırı yolculuklar yeni ulaşım yollarının bulunması ile sonuçlandı. Coğrafi keşifler adı altında okullarda okutulan ve gerçeklere çok uzak bir algı oluşturulan konunun arka planı çok farklıydı. Papa`nın büyük desteği alınan ve 'Efendimiz İsa Mesih`in inancı' gidilen her yerde ilan edilecek diye çıkılan yolculuklardı başlatılan. Atlas Okyanusu`nun doğusu ve Afrika kıyıları boyunca yapılan yolculuklar sonrası Afrika`nın ve Hindistan`ın yer altı ve yer üstü zenginlikleri gemilerle aralıksız Avrupa`ya taşındı. Savaşlardan ve Avrupa`nın sömürü düzeninden bihaber olan Afrika Kıtası`nın masum insanları, büyük topluluklar halinde öldürüldüler, zulme uğradılar. Binlercesi gemilere doldurulup, doğrudan köle olarak Avrupa`ya götürüldüler. Bir kısmı ise Avrupalıların 'yeni' dedikleri Amerika Kıtası`nda oluşturdukları sömürü temelli medeniyetin inşasında çalıştırılmak üzere buraya taşındılar. Bütün dünyanın ayağa kalkıp, 'dur,' demesi gereken bu yağma ve sömürü faaliyetlerinin coğrafi keşifler gibi albenisi yüksek, oldukça renkli bir şekilde adlandırılması sonucu ayakta alkışlandıklarını idrak eden Batı, oluşan bu algıyı çok iyi kullandı. Batı için bunlar Dünya siyasetine ağırlık koyma anlamında dönüm noktalarıydı. Savaşmaya gerek olmadan, çok daha büyük ganimetler elde etmenin yollarını bulmuşlardı. Savaşarak, kan dökerek küçük toprak parçalarına hükmedebilirsin fakat algıyı değiştirip doğru şekilde yöneterek kıtalara, okyanuslara sahip olabilirsin!

Dönemin en büyük deniz güçleri İspanya ve Portekiz`di. Keşfedilen yeni yerler ve zenginlikler çeşitli anlaşmalar sonucu Papa tarafından da bu iki güçarasında paylaştırılmıştı. Bu dönemde Avrupa`nın en büyük gümüş madeni konumunda bulunan fakat bugün Bolivya`ya düşen And Dağları`nın tepelerinde yer alan ve yaklaşık 8 milyon Kızılderili`nin yaşamını yitirdiği zengin kaynaklardan Avrupa`ya gümüş akıyordu. Buralardan oluşan yüzlerce ton gümüş İber Yarımadası üzerinden Asya`ya ihraçediliyor, büyük talep gören Doğu malları ve altın gibi değerli baharatlar Avrupa`ya taşınıyordu.

Peter Frankopan`ın İpek Yolu- Alternatif Dünya Tarihi kitabında, Yeni Dünya`nın zenginlikleri Avrupa`ya taşınırken inanılmaz bir kaynak havuzu oluştuğu anlatılır. Bu kitaba göre İspanya`nın Sevilla şehrindeki gümrük deposunda altın ve gümüş,' buğday gibi depolanıyordu.' Bir gözlemcinin, açık denizlerden dönen bir filonun yükü boşaltılırken yaşadığı şaşkınlığı anlattığı notlarında, tek bir günde, üçyüz otuz iki araba dolusu gümüş, altın ve değerli incinin getirilip resmi olarak sayıldığı, altı hafta sonra ise altı yüz seksen altı araba dolusu değerli metalin gelişine tanık olduğu yazıyordu.

Bu gerçeklerden sonra insan sormadan edemiyor. Bize okul kitaplarında okutulan Avrupa tarihi biraz farklı değil miydi? Algı olarak zihinlere, Sanayi Devrimi, teknolojik gelişmeler ve çalışkanlıkla özdeşleşen Batı Medeniyetinin temellerinde bu sömürge mallarının büyük payı varsa bunun bize farklı bir şeyler düşündürmesi gerekmez mi?

Sonsöz 'Sömürülen masumların canı, kanı ve alın teri üzerine inşa edilen bir medeniyet insani değildir.'

Algı yönetimi üçüncü ve son yazımızda buluşmak dileğiyle;