Asıl gündemin ekmek meselesinden daha önemli olduğunu kaydeden Abdurrahman Dilipak ölülerin yemek yemediğinden bahis ederken söz konusu tehditlerin İHA-SİHA’larla bertaraf edilecek cinsten olmadığını belirtti:  

“Eğer bu DSÖ fitnesini anlayıp bundan yakamızı kurtaramayacak olursak, felaketin dehşetini anladığımızda geri dönüş için çok geç kalmış olabiliriz.”

“Kıyamet kavşağında ‘Beni’ merkeze almak” başlıklı ve Haber Vakti’nde yayınlanan yazısında kıyamet kavşağında nerede durduğunu okurlarına anlatmaya girişen Dilipak satırların devamında şu ifadelere yer verdi:

“Bugün, her şeyi yeniden düşünmemiz gereken bir zaman. İnsan-insanlık tehdit altında. İnsanın olmadığı yerde insanlıktan ya da devletten, milletten, ümmetten, ulustan, halktan söz etmenin ne kadar anlamı olabilir ki? Ben, bu kıyamet kavşağında size nerede durduğumu anlatmaya çalışacağım bugün…

Ben, muhkem nas ile sabit olmayan bir konuda kendi tercihimin iddiacısı değilim. Benim fikir ve eylemimin tam aksi yönünde bir irade, söz ve eylem en az benim kadar tercihim kadar doğru olabilir. Rabbim bizi uyarıyor: “Size hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir.” Biz bilmeyiz Allah bilir.

Önemli olan Allah'ın rızasını aramak ve bunu yaparken usul ve şartlarını yerine getirmek. İnsanlara bakıp şaşıyorum, kendi zanları konusunda nasıl da eminler ve buyurganlar. Ve onların peşinden gidenler, başlarındakilerden nasıl bu kadar emin olabiliyorlar. Hayır, hayır, bin kere hayır. Bu yol, yol değil. Bu bir çıkmaz sokak.”

Önde giden din ile devlet büyüklerini İlah edinilmemesini hatırlatan Dilipak şirke de dikkat çekiyor:

“Hani din büyüklerinizi ya da devlet ya da herhangi bir konuda önde giden, itibar edilen kişileri İlah ve Rab edinmeyecektiniz. “Biz din ve devlet büyüklerimizi İlah ve Rab edinmezdik ki” diyeceksiniz. Zaten bu ayet geldiğinde Hatem İbni Adiy de aynen böyle demişti. Resulullah da ona şöyle demişti: “Hani onlar size bir şey söylerdi de, siz o konuda düşünmeden, araştırmadan, o şeyi kabul ya da reddetmez miydiniz, işte bu onları İlah ve Rab edinmek demektir.”

Allah ve Resulü dışında kesin delil /Hüccet/Taklit makamı olarak kabul edilecek kimse yoktur.

“Resul”, zatı olarak değil, sıfatı olarak, Allah'tan o vahyi bize getiren açıklayan, uygulayan, kişi olarak, Cebrail tarafından bize ulaşan vahyin doğru anlaşılması açısından Resul beşer olarak özel bir yere sahiptir. Onun için biz O'nun adını anarken “abduhu ve resuluhu” deriz. O'nu risaleti dışında mutlaklaştırarak İsevilerin yaptıkları gibi “İlah ve Rab konumu”na yükseltmeyiz. O şirk olur.

Hal böyle olunca, o din adamları (!?) ve devlet adamları da kim oluyor. Biat konusu, cenneti satın alacak bir eylem için örgütlenmeyi ifade eder. Biat'ta bir kişinin başka bir kişiye bağlanması değil, Nass'a mugayir olmayan, Nass'a dayalı bir uygulama konusunda tarafların karşılıklı olarak birbirlerine verdikleri sözün uygulanmasına yönelik idari tasarruf akdine bağlılık sözüdür.”

(HABER MERKEZİ)

Editör: Mehmet Poyraz