ZEYNEP KARACA

Osmanlı Devleti tam 600 yıl dünyaya hükmetti. Peki Osmanlı’yı bu kadar güçlü kılan gerçekler neydi? Adalet anlayışı, yönetim biçimi, basiretli yöneticiler bu faktörler elbette bir devleti yüzyıllarca ayakta tutmaya yetti. Ama bunun dışında Osmanlı’yı Osmanlı yapan en önemli faktör manevi önderlerdi. Osmanlı manevi önderleri sayesinde yüzyıllarca ayakta kaldı ve kıtalara hükmetti. Osmanlı ve manevi önderler ilişkisini Çınarın Doğuşu isimli kitabıyla inceleyen Gazeteci Yazar İbrahim Karahan ile konuştuk.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile ilgili önemli bir çok eser yayımlandı. Sizin bu kitabı kaleme almaktaki amacınızı anlatır mısınız?

Ecdadımızın kurduğu devletler, sınırları belli, insanların günlük yaşamlarını sürdürdükleri toprak parçasından ibaret görülmemelidir. Selçuklu, dediğiniz vakit aklıma Erzurum’un Yakutiye ilçesindeki gizli hazine olarak bilinen Üç Kümbetler geliyor. En büyüğü Emir Saltuk’a ait olan 12. Yüzyıldan bu yana ayakta duran bu kümbetlerin en üst kısmında küçük pencereler var. Üçü kapalı üç açık. Yani, hem ahret hem bu dünyayı tasvir etmektedir. Peygamber Efendimizin (s.a.v), hadisi şerifi, gelecek kuşaklara ancak bu kadar güzel ifade edilebilir. 'Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya, yarın ölecekmiş gibi ahret için çalış!..'

Yine Osmanlı dediğiniz vakit hüzün doluyorum. Bugün, Afrika’da, Ortadoğu’da, Asya’da kan dökülüyor. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar bile en ağır bombardımanlarla katlediliyor. Medeniyetin eserleri yerle bir ediliyor. Oysa, üç kıtayı yöneten Osmanlı han, hamam, yol, imarethane, Darüşifa ve tıp medresesi gibi eserler inşa etti. Türklerin kurduğu devletlerin ve kadim medeniyetlerinin hafızasında emperyalizm denen insanlık dışı olguya asla yer olmamıştır. Tüm dünyayı kuşatan dışa dönük, ‘Allah’ı sevki insanı sevesin’ düsturuyla küresel bir güç olmuştur. Osmanlının yerinde başka bir devlet üç kıtada hakim olsaydı ne olurdu? Şu olurdu, Hindistan’daki gibi despot ve zalim bir komiser veya Bizans’taki tekfur yönetici yapılırdı. Köleleştirilen insanların bedeni, emeği kısacası her şeyi sömürülürdü!... Medeniyet dediğiniz şey ise yine o diktacıların muhteşem anıt mezarları ve kabirlerinden ibaret olurdu!...Osman Gazi’nin, Fatih Sultan Mehmet’in, Yavuz Sultan Selim’in kabirlerinde bile bir sadelik ve huzur var. Oysa Mısır Piramitlerinin gizemi hala çözülemiyor. Mezarı kazan kölelerin bile diri diri gömüldüğü mezarlardan bahsediyoruz…

Osmanlı Devleti’nin kuruluşu bu yüzden çok önemli!... Osmanlıyı en ince ayrıntısıyla tanımadan, bilmeden ve arşivine hakim olmadan dünya tarihini yazamazsınız. Japonya’dan ta Meksika’ya uzanan askeri, maddi ve manevi etkiden bahsediyoruz.

'ÇINARIN DOĞUŞU İNSANLARIN HUZURLA BULUŞMASI ANLAMINA GELMEKTEDİR'

Osmanlının kuruluşu ile ilgili çok değerli bilgilere Bizanslı tarihçiler, tekfurlar, gezginlerin bıraktığı eserlerden öğreniyoruz. Yine Kitab-ı Cihannüma eserinin yazarı Mevlana Neşri, Oğuzlar, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı devleti ile ilgili eşsiz bilgilere yer vermektedir. Osmanlı döneminin baş eserleri arasında yine Âşıkpaşazâde’nin Tevârîh-i Âl-i Osmân’ı ve bunun da dayandığı Yahşi Fakih menâkıbnâmesi de bulunmaktadır. Halil İnalcık, Mehmet Fuat Köprülü, Halil İnalcık, İsmail Hakkı Uzunçarşılı gibi mümtaz tarihçilerimiz bu eserlerden istifade etmişlerdir. Yine yabancı tarihçilerden Nicolae Jorga, Alphonsede Lamartine ve von Hammer’i sayabiliriz.

Mesela Nicolae Jorga’ya göre, 'Osmanlı tarihi dünya tarihinin parlak bir bölümünü temsil etmektedir.

Hiçbir tarihçi, Osmanlının katliam yaptığını, medeniyetleri yok ettiğini, soykırım yaptığını yazmamıştır. Osmanlının kuruluş temelinde ilayı kelimetullah bulunmaktadır. Yani, Allah’ın insanlığın hayrı ve selameti için bahşettiği İslam dininin tanıtılması, benimsenmesi ve yayılması duygusu hakimdir. Yeniçeriler atlarının sırtında kılıçlarıyla cenk ederken, manevi önderler ise bir elinde Kur’an diğerinde tahtadan yapılmış kılıç taşıyordu. Osmanlının kuruluşu ile ilgili çok değerli eserler bulunuyor. Ancak, her tarihçinin ve yazarın kendine ait bir üslubu ve yazma yeteneği vardır. Çınar’ın Doğuşu kitabını kaleme alırken üslubuma sadık kalarak, 30 yıllık profesyonel gazetecilik mesleğimin sağladığı değerlerden istifade ettim. Sarı Gelin, İhtilal Yetimleri, Atilla, Hasan Sabbah’ın Fedaileri ve Erica Ana gibi tarihi, sosyal ve kültürel anlamı bulunan eserleri kaleme alırken, farklı ne yapabilirim, diye düşündüm. Bilinenlerin tekrarı gelecek kuşaklara ne verebilir? Ancak, ezberciliği teşvik eder. Oysa, benim arzu ettiğim okurumuz düşünsün, yargılasın, kafasındaki düşünceler çarpışsın, olumlu veya olumsuz tüm olayları tarafsız değerlendirsin. Tarihte yaşanan tüm olaylar günümüzde de tekerrür etmektedir. Bu yüzden muhakeme yeteneği kazanmış nesillere ihtiyacımız bulunuyor. Irak Savaşı, Suriye’deki iç karışıklıklar, Arabistan Yarımadası’ndaki huzursuzlukların tohumları yüzlerce yıl önce atılmadı mı?

Düşünceme göre, tarih ekilen tohumların biçilmesi, yeniden tohumların atılması, yeniden biçilmesi… Yani her şeyin tekrar etmesi… Şunu asla unutmamalıyız Ertuğrul Gazi’nin oğlu Osman Bey’in kurduğu devletin yönettiği topraklarda Rumlar, Ermeniler, Süryaniler, Araplar, Kürtler, Çerkezler de vardı. Ancak, tüm bu milletler Osmanlı hakimiyetinde huzur içerisinde yaşadılar. Süryani tarihçi Mihel şöyle diyor: 'Türkler, şerir ve rafizi Rumlar gibi kimsenin dinine ve inancına karışmıyor;hiçbir baskı ve zulüm düşünmüyorlardı!..'

Osmanlının kuruluşunun mihenk taşı ‘insan’ ve ‘devlet’ olmuştur. Bakınız, Osman Gazi devlete büyük bir kutsiyetle bağlıydı. Binlerce kilometrelik yolu kat edip ulaştıkları Anadolu toprakları Kayı aşiretinin varlığını sürdürmesi için tek şans olmuştur. Devletine, canından bile çok değer veriyordu. 1300’lü yılların başında Bilecik Tekfuru ile savaşmaya karşı çıkan amcası Dündar Bey’i öldürdü!...Aynı Osman Bey, 1326’da ölüm döşeğindeyken oğlu Orhan Gazi’nin 'Baba Bursa’yı fethettik' müjdesini aldıktan sonra hayata gözlerini yumacaktı… İnanıyorum ki; Osmanlı Devletinin o muhteşem tarihi hemen her alanda insanlığa dersler vermeye devam edecektir.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda manevi önderlerin ne gibi katkısı oldu!..

Meşhur tarihçiler Osmanlının kuruluşunda 'gaza' düşüncesinin önemli etken olduğunu savunmuşlardır. Dönemin en kanlı, yıkıcı ve acımasız milleti olan Moğolların saldırısı yüzenden Orta Asya’dan Anadolu topraklarına göç eden Türkmenler, adeta ayrı bir kimliğe bürünmüşlerdir. Göğüslerinde iman, ellerinde Kuran gaza duygusuyla yaşıyorlardı. Ahmet Yesevi Hazretlerinin öğrencileri çoktan Anadolu topraklarına tohumları ekmişti. O tohumlar filizleniyordu…Osman Gazi için 'gazilerin önderi' övgüsünde bulunulmuştur.Osman Gazi’ye gördüğü meşhur rüyası sonrasında ‘sen dünyanın en büyük devletini kuracaksın’ müjdesini Şeyh Edebali vermiştir. Sultan Murad Hüdavendigar’ın düzenli ordu olarak Yeniçeri Ocağını kuruyor. Bir yiğit askeri, Hacı Bektaş-i Veli Hazretlerinin huzuruna çıkarıyorlar. O da elini boynunu bükmüş vaziyette dizüstü bekleyen delikanlının başına bırakır, gözlerini yumar ve dua yapar. Bu sırada cüppesinin kolu uzanıp, başından beline kadar düşer. Çandarlı Halil Paşa bunu görünce, Yeniçeri askerinin kıyafetinin nasıl olacağına karar verir. Askerin beline kadar uzayan başlığına bir de küçük kaşık eklenir. O kaşık ki; İslam sancağını dalgalındıracak olan Osmanlı Devleti’ne kendisini adayan ‘kul’ anlamına gelmektedir.Manevi önderlerin kurduğu vakıflarda fakir, fukara ve kimsesizlere bakılırdı. Aç ve açıkta kimse bulunmazdı. Vakıflar, devletin ulaşamadığı veya bilgisi olmadığı her köşede yardım elini uzatmıştır. Yine esnafların dayanışması olan Ahilik geleneği başka hangi millette var?

Ecdâdımız, tarih boyunca 'İ'lâ-yi Kelimetullâh' dâvâsını esas alarak pek çok fetihler gerçekleştirmek sûretiyle, İslâm'ın yayılması konusunda önemli hizmetlerde ...

Eseri kaleme alırken sizi etkileyen bir hikaye oldu mu?

İnsani anlamda da gözyaşı tellerimize dokunan nice olay var. Mesela, Orhan Gazi’nin kardeşi Alaeddin Paşa’nın hayatı çok etkileyicidir… Kendisi aynı zamanda Şeyh Edebali’nin kızı Bala Hatun’dan olan Alaeddin, kocaman yüreği olan, gerçek bir ‘gaza’ neferi… Orhan Gazi’ye diyor ki; ‘devleti sen yönet, ben de askeri, sosyal ve yardımlaşma alanında hizmet vereyim' Orhan Gazi, kardeşinin bu cengaver davranışından çok etkileniyor. Yeniçeri Ocağı onun yaptığı icraatler ve reformlar sayesinde maaşını düzgün almaya başlamıştır. Düzenli haline gelmiştir. Esnaf hak ve adalet içerisinde hizmet vermeye başlamıştır. Bu koca komutan, at sırtında seferden sefere koşmaktadır. 1323 yılında Ege kıyılarında atının yere düşmesi neticesi başını ağaca çarparak oracıkta şehit düştü. Alaeddin Paşa’nın vefatı Orhan Gazi’ye ulaşınca koca Padişah üzüntüsünden gözyaşına boğulacaktı. O yiğit insanlar, devleti at sırtında yönetmiştir!... Ayaklarını uzatıp, eğlenerek değil!.. Bizlere Anadolu’yu vatan yaptılar, canları ve kanları pahasına…

Eseriniz okuyucuya neler vaat ediyor, gençlere hitap ediyor mu?

Bahsini ettiğimi kaynaklar başta Osmanlı olmak üzere bir çok devlet ve medeniyetle ilgili bizlere ışık tutmaktadır. Tarihi, bir ders kitabı, roman, macera gibi algılamak bizleri dünya gerçeklerinin uzağında bırakır. Bakınız, Japonlar, 2. Dünya Savaşı’nda Nagazaki ve Hiroşima’ya ABD’nin attığı atom bombalarıyla yıkıldılar. Japon Başbakanı, bir meydan konuşmasında aynen şöyle diyor: 'Üzülmeyin, yıkılmayın, hayata küsmeyin, cesaretinizi koruyun. Asıl savaş şimdi başlıyor. Bu savaş medeniyetini koruyarak teknolojiye hakim olma ve endüstride ilerleme savaşıdır. O Japonlar, Almanya’ya işçi olarak gönderdikleri genç üniversiteli öğrenciler sayesinde bugün hemen her alanda büyük başarıya ulaşmışlardır. Tarih budur! Geçmişte Papa Leo vardı, bugün Francis var!Geçmişte Hasan Sabbah vardı, bugün başkaları… Geçmişte haçlı orduları vardı bugün eski Başkan Bush’un itiraf ettiği, ‘haçlı savaşı yapıyoruz’ dediği Pentagon var… Garp cephesinde değişen bir şey yok. Tarih, bilgidir, derstir, asalettir, güçtür, güvendir, varlıktır, topraktır… Çınarın Doğuşu eserimde Osman Gazi’nin, Sultan Murad Hüdavendigar’ın, Şeyh Edebali’nin, Orhan Gazi’nin, Yıldırım Beyazıt’ın hayatını ders, şan, şeref ve ibret dolu olaylara samimiyetle bağlı kalarak anlatıyorum. Bugün doğu sınırımızda yaşananların müsebbipleri Tevrat’tan, Zebur’dan, Eski Ahid’den Kitab-ı Mukaddes’ten bahsediyorlar. Yüzlerce, binlerce yıl önce yazılan kitapları günümüze uyarlıyorlar. 'Denizleri yakacağız, deccali yok edeceğiz, yeni bir dünya kuracağız', diyorlar. Vaad edilmiş topraklar, diyorlar. Neresi? Anadolumuz, Irak, Suriye, İran, Arap topraklarıdır… Yani, Osmanlının 630 yıl yönettiği mukaddes topraklar! Irak’ta, Suriye’de nice Selçuklu ve Osmanlı eseri olan camileri, külliyeleri, mescitleri, sarayları, hamamları, çeşmeleri yerle bir ettiler. Özellikle İslam eserlerini yıkıyorlar! İz kalmasın istiyorlar. Eserimde, günümüzdeki gelişmeleri örnekleyen olayları, diyaloglar halinde sunuyorum. Gençlerimiz rahatça okusun, istedim. Tüm bu gelişmeleri detaylarına kadar en iyi şekilde değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Manevi önderler olmasaydı, Osmanlıdan söz edemeyecek miydik?

Böylesine iddialı ifade kullanmam doğru olmaz. Milletleri ayakta tutan sütunlar vardır. İman, güçlü olma, inanma, hedefine ulaşma azmi, çok çalışma, birlik ve beraberlik duygusu ile zorunlu ihtiyaçlar!... Vefa Hazretleri, Fatih Sultan Mehmet’in kendisini ziyaret etmesine asla izin vermez. Ziyaret edeceği haberini ulaştırmasına rağmen, kabul edilmez. Dünya hükümdarı Fatih Sultan Mehmet, kızar!.. 'Bu ne anlama gelmektedir?' diye düşünür. Bir gün haber vermeden Vefa Hazretlerinin kapısını çalar. Heyecan ve korku içerisinde hizmetliler tarafından huzura alınır. Derken, sohbet sohbeti açmıştır. Konu derinleşmiştir. Vefa Hazretleri ile Fatih Sultan Mehmet derya deniz tasavvuf, ilim, askerlik, devlet idaresi, musiki, şiir derken saatlerce sohbet etmiştir. Vefa Hazretleri en nihayetinde gülümser ve Fatih’e şöyle der: 'Haşmetli Sultanım sizi huzuruma niçin kabul etmediğimi anladınız mı? İşte bu yüzden… Her gün burada saatlerce konuşursak, devleti kim yönetecek?' Osmanlı Padişahları, henüz şehzadeliklerinde en iyi şekilde yetiştirilmişlerdir. Birkaç dil biliyorlardı, askeri, ekonomi, sanat gibi alanlara hakimdiler. Yine, Çandarlı, Akşemsettin, Ebu Suud, Yavuz Sultan Selim’in nedimi Hasan Can ve daha nicelerini de sayabilir…

Kitabın yayımlanmasından sonra ne gibi tepkiler aldınız?

Vakti zamanında muhterem tarihçimiz merhum Halil İnalcık’a, bir öğretim üyesi yaptığı çalışmayı anlatmaya başlar. Hoca bir süre dinler ve sonra şöyle der: 'Ülkemize, memlekete faydası var mı?'

Her ne kadar küreselleşiyoruz, sınırlar ortadan kalkıyor, dünya insanı oluyoruz, hümanistleşiyoruz; gibi sömürge kokan, batı lansmanlı kulağa hoş gelen sloganlar yayılsa da biz şu gerçeği unutmamalıyız:

'Afrikalıları, Kızılderilileri ve Asyalıları, insan yerine koymayan küresel emperyalistlerin hüküm sürdüğü dünyada Türklere, Müslümanlara ve kendilerinden olmayan diğer milletlere asla yer yoktur!... Onların dünyası başka bir dünyadır. Yalnızca güçlülerin yaşadığı birdünya. Onlara göre, dünya yalnızca beyazlar için yaratılmıştır. Onlar için ahiret de yeryüzü.. Yeniden başka bedenlerde doğduklarına bile inanmaya başladılar!...Veya inandırılıyorlar… Uydurdukları dini kitaplarda, misyonerlerin eserlerinde, seyyahların belgelerinde bu duyguya sıkça rastlamaktayız. Bu yüzden tüm çalışmalarımızı milletimize, insanımıza, gençlerimize yararlı olması duygusuyla kaleme alıyoruz. Bana bir çok teklif geldi, ‘bizim için yaz’, ‘gel birlikte çalışalım’ kabul etmedim. Biliyorum ki, onlar insanımıza zarar vermek istiyorlar. Genç dimagları zehirleyecekler. Geleceğimizi karartacaklar. Şükürler olsun Rabbimizin verdiği imkanları en iyi şekilde değerlendirerek, ayaklarımız üzerinde yürüyoruz. Çünkü, samimi ve düzgün işler yapmaya çalışıyoruz. Eğer bugün Anadolu’da bağımsız Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırları içerisinde huzurla yaşıyorsak biz ecdadımıza borçluyuz. Bu cennet vatanın değerini bilmeliyiz. Bu topraklar hepimize yeter. Bölünmeyelim… Çınarın gölgesi hepimizi kuşatıyor. Dalı ve yaprağı Çin’den, Avrupa’nın hatta Amerika kıtasının en ücra yerlerine kadar uzanan bir çınar… Okuyucularımız bizzat beni ziyaret ediyorlar, eserimizi imzalayarak hediye ediyoruz. Parola Yayınlarından çıkan eserimizde, okuyucuyu sıkmamak için bolca diyaloglara yer verdim. Yine çok yeni ulaşılan tarihi bilgileri değerlendirdim. Her kesimden insanımız huzur içerisinde okuyabilirler. Hepsine şimdiden teşekkür ediyorum.

Önsözü Abdülhamit Kayıhan Osmanoğlu kaleme aldı

Önsözü de kadim dostum ve kardeşim kıymetli Abdülhamit Kayıhan Osmanoğlu kaleme aldı. Eserimize ayrı bir anlam kattı. Teşekkür ediyorum. Bu vesileyle; eserimizin muhterem okuyucularımızla buluşabilmesine imkan sunduğunuz için sizlere de teşekkür ediyorum. Yayım hayatınızda muvaffakiyetler diliyorum.