ŞAFAK EVCEN

Korsan denilince hemen hemen herkesin aklına üstü başı kir pas içinde, saçı sakalı birbirine karışmış tek bacağı takma, tek kolunun yerinde bir kanca olan çirkin tipler aklımıza gelir. Bu genelleme ise maalesef bizlerin beynine Peter Pan masallarından ve Hollywood filmlerinden servis edilerek kazındı. Günümüz Türkçesinde denizde yağma ve gasp yapan eşkıya anlamına gelen korsan kelimesi, tarihte devletin gözetimi altında yarı bağımsız olarak deniz gazası yapan leventlerin olduğu sınıfı ifade etmektedir. Bu bir nevi karada bulunan akıncılar ve deliler sınıfının denizlerde olan versiyonudur. Osmanlı Devleti’nin klasik çağı olarak tabir edilen 16. Ve 17. yüzyıllarda bu deniz akıncılarının etkileri en üst raddeye çıkmıştı. Bunlardan bazıları isimlerini tarihe altın harflerle yazdırarak unutulmazlık seviyesine ulaşmışken, bazıların da adi sanı unutulmuş olmakla beraber arkalarında sadece hoş bir sada bırakarak görevlerini hakkıyla ifa etmiş olmanın verdiği gönül rahatlığı ile son uykularını uyumaktadırlar.

Hemen hemen herkesin tarih dersinden hatırladığı ya da isimlerine bir şekilde aşina olduğu Turgut Reis, Barbaros Hızır Hayreddin Paşa, Seydi Ali Reis ya da Oruç Reis hep bu sınıftan yetişmiş büyük denizcilerdir. Aslına bakarsak büyük denizci olmanın yolu bir bakıma korsanlıktan geçmekteydi. Bunu bilen gözü pek ve cevval leventler kendilerini ispat edip yükselebilmek için donanmanın bu kısmına geçmekteydiler. Bu cevval korsanların ekserisi birden çok Avrupa lisanini ana dili gibi konuşmakta mahirdiler. İşte bu korsanlardan biri de tarihimizde Küçük Murad Reis olarak yer etmiş olan şahsiyettir.

Tarihler 1570 senesi civarını göstermektedir. Günümüzde Hollanda diye tabir ettiğimiz ülkenin kuzeyinde bulunan Harlem şehrinde yaşayan Janszoon ailesinin bir oğulları olur ve adını Jan koyarlar. Jan'ın doğduğu yıllarda Hollanda'yı kontrol eden Habsburgların İspanya kolu, Hollanda'nın bağımsızlığı için mücadele veren isyancılarla bir harp halindeydi. Jan'ın gençlik yılları hakkında fazla bir bilgi kayıtlara geçmiş olmasa da 1600lerin başında devletin izni ile Hollanda’da İspanya namına korsanlığa başlamasından kendisinin atılgan ve savaşçı bir kişiliği olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. İlerleyen yıllarda gemisiyle Akdeniz'e gelmiş ve tam olarak bilinmeyen bir sebeple Hollandalı isyancıların kullandığı Oranj düküne ait sancakla İspanyol gemilerine vurmaya başlamıştı, tabiri caizse İspanya'ya bir nevi savaş ilan etmiş durumdaydı. Yakalanmamak için ise zaman zaman ya Garb Ocakları dediğimiz Cezayir Eyaletimizin hilalli sancağını ya da Fas sultanının sancağını gemisine çekmekteydi. Tarihler 1618’e gelene kadar bu cevval denizcinin saklambaç oynamak misalinden İspanyollara yaşattığı vur-kaçlar had safhaya ulaşmışken, bu tarihte Jan'ın hayatını tümüyle değiştirecek olan olay gerçekleşmiş, Kanarya Adalarına bağlı Lanzerotte Adası'nda Osmanlı leventlerine esir düşmüştü. Yoksa her şey Jan için burada sona mı erecekti?

Cezayir’in Osmanlı zamanındaki bayrağı.

Yakalandıktan sonra Cezayir'e getirildi. Burada alelade bir esir gibi muamele görmedi. Aslen kendisi gibi Felemenk olması muhtemel olan ve Cezayir'de konuşlanmış bulunan Osmanlı denizcisi Süleyman Reis kendisine büyük yakınlık gösterdi. Bu yakınlık ülkesinde bulunduğu Müslümanlara ve İslam'a olan bakışını değiştirdi. Aynı yıl kendi isteği ile Müslüman oldu ve Murad ismini aldı, akabinde de Süleyman Reisle beraber denize tekrardan açılmaya başladı. Tekrardan düşmana kılıç sallamak kendisini iyi hissetmesini sağlamıştı. İspanyollara olan hıncı, hem İspanyolların Hollandalılara yaptığı baskı yüzünden, hem de İspanyolların Endülüs'te Müslümanlara karşı giriştiği acımasız yok etme politikasından ötürü iki katına çıkmıştı. Tam bu esnada hiç beklemediği bir şey oldu ve en büyük destekçisi olan Süleyman Reis vefat etti. Süleyman Reis’in kanatları altında palazlanması sadece bir yıl kadar sürmüştü. Burada bir karar vermesi gerekecekti. Ya Cezayir’de kalacak ve işleri buradan idare edecekti ya da Hollanda'ya dönüp İspanyollara harbe orada devam edecekti. Karar vermesi zordu. Aniden Fas’a bağlı Sale kentinden gelen bir davet her şeyi bir anda değiştirdi.

Sale şehri 1609 senesinde İspanya kralı III, Felipe’nin bütün Müslümanları ülkeden kovan fermanı sonrası İspanya'nın batı taraflarından gelen 3 bin kadar Endülüslü tarafından, tarihi Rabat şehrinin yanından akan Ebu Regreg nehrinin karşı kıyısında kurulmuş ufak çaplı bir şehirdi. Bu şehrin en büyük avantajı nehrin okyanusa açılan ağzını doğal bir liman gibi kullanma özelliğine haiz olmasıydı. Çok geçmeden Cezayir korsanlarının bir kısmi bu limana demirlediler. İşte, Murad Reisi Sale’ye davet edenler de Cezayir'den tanıdığı diğer kaptan dostlarıydı. Bu doğal limanın, Murad Reis’e gelecekte yapacağı akınlar için mükemmel bir barınak sağlama imkânı doğurması, dostlarının davetini kabul etmesindeki etkenlerden biri olduğu aşikârdır. Murad Reis’in Hollywood filmi tadındaki bol aksiyonlu hayatına burada bir virgül koyuyoruz. Bir sonraki yazımızda kaldığımız yerden devam edeceğiz...