Doğu ve Batı, güneşin doğup battığı yönleri ifade etmelerinin çok ötesinde, kendilerine atfedilen manaları itibariyle birbirlerine karşı çok daha büyük farklılıkları barındırır hale gelmişlerdir. Bu iki mefhumu irdeleyen çok sayıda eser mevcuttur. Biz bu yazımızın sınırları içerisinde iki kitap bir de şiirden alıntılar yapacağız.

Aliya İzzetbegoviç, 'Doğu ve Batı Arasında İslam' kitabında ağırlıklı olarak üçgörüş öne sürer yegâne varlık ruh, madde, ruh ve maddenin birliği. Ve kitapta, materyalistlerin insanı, 'mükemmel hayvan' olarak tanımladıklarına yer verilir. 'Onlar her zaman görünen, zahir dünyayı dikkate alırlar dolayısıyla bunlarda ruhun inkârı söz konusudur. Fakat dinde bu durum tam tersidir. Ruhu yok sayarak insanı açıklamak imkânsızdır.' Devamında ise Doğu`nun manayı, Batı`nın maddeyi öne çıkartan yönlerine vurgu yapar. Ruh ve madde birliğinin ideal medeniyet düşüncesine ulaşmadaki uygunluğunu izah eder.

Uygarlıklara şekil veren, onları geliştiren, diğerleri arasında öne çıkartan alet kavramı, insan onu keşfetmeden önce de vardı. İnsanın alete bir mana yükleyerek ruhunun yansıması sayılan ilk resmi yapması onu diğerlerinden ayıran bir noktanın başlangıcıdır. Bu faaliyet kültür ve sanatın ilk yansımasıdır. Maddeye şekil verirken, ruhu işin içine katma yani mana ile zenginleştirme Aliya İzzetbegoviçdüşüncesinde öne çıkmaktadır.

Bu bağlamda ABD ve Avrupa için yaşanan çağın öne çıkan uygar devletleri yakıştırması yapılabiliyorken aynı şeyi kültürlü olmalarına dönük olarak söyleyemiyoruz. Uygarlık, maddi gelişmişlik ile ilgili çağrışımlar yaptırır. Kültür ise, öznesinin insan ve gayesinin terbiye ile kendi kendine hâkim olmayı gerektirmesi yönüyle uygarlıktan ayrılır.

Necip Fazıl Kısakürek ise verdiği konferanslarda tutulan notlardan oluşan,' Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu' kitabında Batı`yı doğrudan, 'akıl' ve 'plastik', Doğu`yu ise 'ruh', 'gönül', içâlem' ve 'tekâmül' kavramları ile niteler.

Batı düşüncesinin temelini oluşturan felsefe, kendini sürekli bir arayış, eleştiri, sorma ve soruşturma edimi içinde üretir. Yol açıcı olarak aklı kullanır. Doğasında merak, hayret, kuşku, bilme sevgisi ve eleştirme duygusu vardır. İnanmak için değil, bilmek ve anlamak için arar. Kişilerin bakış açılarından kendini üreten teorik bir çabadır. Ve bu yüzden Batı`da, filozof sayısı kadar felsefe vardır!

Tasavvufun özünde ise iman ve inançvardır. Onun öncelikli amacı bilmek ve anlamak değil, inanmak, içsel bir yaşantı ve terbiye aracılığıyla olgunlaşmaktır. Yol açıcı olarak gönlü, sezgiyi ve keşfi kullanır. Bir kesinlikten ve inanma durumundan söz eder. Arayışı, sorguyu ve kuşkuyu bitirir. Merak duygusu giderek hayrete ve hayranlığa dönüşür. İnanmak ve bağlanmak ister. Bir eleştiri biçimi değil, bağlanma biçimidir. Kâl(söz) değil, hâldir.

Bunun yanında Necip Fazıl Kısakürek, Fransa`da bir lise öğretmeninin bile kitabının bulunmasını Batı`daki entelektüel canlılığın bir işareti olarak görür. Kültür tarihimizdeki tutukluğun aksine, Batı`daki kesintisiz süren bir bilme ve anlama geleneğini över. Bazı filozoflardan, onların görüşlerinden hayranlıkla söz eder. Söz gelimi Sokrates`in Savunması`ndan, 'yerle yıldızlar arası, insan takatinin ve derin fikrin harikulâde senfonisi,' olarak söz eder.

İslam dünyasında 750`li yıllarda başlayarak yaklaşık 500 yıl süren parlak bir dönem yaşanmıştır. Bu dönemde elde edilen düşünsel ve bilimsel birikim, Avrupa kültürüne büyük katkılar yapmış ve Rönesans`ın başlamasına doğrudan etki etmiştir. 500 yıl iyi işleyen, önemli başarılar ortaya koyan Doğu zihni, ne olmuş da fesada uğramıştır?

Batı aklı, daha Antik Yunan`dan beri, felsefede, bilimde ve teknolojide büyük başarılar ortaya koymuştur. Ortaçağ`da sekteye uğrasa da Rönesans ile birlikte gelişim yeniden ivme kazanmıştır. İslam dünyası ise uzunca bir zaman önce, duraklama ve gerileyiş içine girmiştir. Necip Fazıl Kısakürek bunu, 'mütefekkir eksikliğine' bağlamaktadır.

Batı`nın manevi olanı, Doğu`nun ise aklı dışarıda tutması sonucu bir 'muvazenesizlik' durumu söz konusu olmuştur. Batılı zihniyet maddeyi bölmek, parçalamak ve incelemek suretiyle ona egemen olmak ister. Manevi terbiye ile denetlenmeyen bu tutum onu bunalıma sürükler. Doğu kültüründe ise ruh, nefs ve kalp(gönül) kavramları ile bir içsel terbiye oluşmuş fakat o da aklı ve dış evreni ihmal ederek bir başka ölçüsüzlüğe doğru sürüklenmiştir.

Necip Fazıl Kısakürek, 'çifte kanat metaforu' ile aklı ve ruhu, maddeyi ve manayı, inancın hakikatini ve aklın hakikatini bir potada eritecek bir seviyeyi tekrar yakalamayı önerir.

Sezai Karakoç, 'Doğu`da bir baba vardı. / Batı gelmeden önce / Onun oğulları Batı`ya vardı,' satırları ile başlayan, 'Masal (Doğunun Yedinci Oğlu)' şiirinde Batı karşısında Doğu`nun düştüğü durumu etkileyici bir dille anlatır.

Batı kapılarına varan birinci oğul törenlerle, şölenlerle karşılanıp kuştüyü yastıklarda ağırlanır. Ve bir daha geri dönemez Batı`dan. Baba ikinci oğlunu intikam alması için gönderir Batı`ya. Fakat o da bir kıza rastlar dağların tazeliğinde ve bir uçurumun ucunda onulmaz çılgınlıklar girer baba ile oğulun arasına. İntikam almaya giden üçüncü oğul, Batı`nın, ağır basan büyüsüne kapılır. Kardeşini aramaya vakit dahi bulamaz. Dördüncü oğul Batı`da okur, bilgin olur, Batı`da kalır. Beşinci oğul şairdir. Babasının git demesine meydan bırakmadan eriyip gider yollarda. Daha görünür görünmez Batı kapılarında, alıştırırlar onu da tatlı zehirli sulara. İçkiler içer, saya saya kaldırım taşlarını karışır zifiri karanlıklara. Yedinci oğul büyümüştür artık. Bir de o denemek ister talihini ve bir şafak vakti Batı`ya erer. Bir Batı kentinin en büyük meydanında durur ve Allah`a yakarır önce kendisini değiştirmesinler diye. Sonra ansızın bir ilham gelir ona ve başlar oymaya olduğu yeri. Hikâyesini olduğu gibi anlatır garip bakışlarıyla etrafını saran Batılılara. 'Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var karşınızdakini değiştirmek. Beni öldürseniz de çıkmam buradan. Gömün beni gömün buraya değişmeden. Bir Doğulu olarak ölmek istiyorum ben!' der.

Batı`nın dünya üzerindeki bütün kuşatıcılığına, ölçüye vurulmaz sıcaklığına ve değiştirme gücüne rağmen aslolan insanın özüdür. Dünya üzerindeki tüm milletler Batı`nın giyim kuşamı, yeme içme adetleri, eğlenme biçimleri ile kuşatılsa da değerlerini muhafaza eden bir parçaları vardır daima. Ve bir gün umut yeşerir, boy verir bu parçadan. Aliya İzeetbegoviç`e göre, 'Güneşin çoktan battığı yerde gecenin bütün sıcaklığı yine güneştendir.' Ve Cemil Meriç`e göre her daim, 'Işık Doğudan Gelir.'