Dr. Av. İbrahim Gül, Bilkent Üniversitesi’nin “The Bilkent UNION” etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen, “Gazze’den Kudüs’e Filistin Meselesi ile Yüzleşmek” konulu Filistin forumunda yaptığı konuşmada “HAMAS bir terör örgütü değil, Filistin’in Kuvva-i Milliye Teşkilatı’dır” dedi.

Dr. Gül’ün “Din ve Tarih Işığında Geçmişin Bilgi Birikimi Ve Geleceğin Umudu İle, Gazze, Kudüs, Filistin, Arz-I Mev’ud, Tarihin Sonu “Gerçeği İle Yüzleşmek” konulu sunumuna AK Parti ve Saadet Partili konuşmacılar destek verirken, İYİ Partili konuşmacı HAMAS’ı terör örgütü olarak tanımladı. HEDEP üyesi ise konuyu vicdani açıdan ele aldı.

Gazeteci ve yazar Abdurrahman Dilipak’ın “İnsanlık hayatının başladığı ve Melheme-i Kübra/Armagedon denilen ‘Tarihin Sonu’nu getirecek olan bir ‘Medeniyetler Arası Aavaş’ın gerçekleşeceği bir coğrafyadan söz ediyoruz. Yaşadığımız zamana ilişkin Teoloji ve Kehanetler, beklenen kozmik hadiseler ve mitolojileri yeni bir medeniyetin inşası için kullanmak isteyen GREAT RESET’çiler ve bunlarla birlikte hareket eden, ULUSLARASI SİSTEM’in bu gün etkilerini görmekte olduğumuz CoVID süreci ve MRNA komplosunun ardından bugün şahit olmaya başladığımız, son G2O zirvesinde de ifade edilen, İKLİM konusunu ile temellendirilen yeni süreç ve  TRANAS HUMANİZM senaryolarının merkezinde yer alan bir ülke olarak TÜRKİYE bütün bu gelişmelerin adeta platosudur.” Şeklindeki ifadelerini alıntılayarak sunumuna başlayan Dr. Gül konuşmasında daha sonra şu ifadeleri kullandı: “Yaşanan durum, yerel ve küresel boyutu göz önüne alındığında ırkçı, radikal dinci ve faşist Siyonizm’in, ezoterik ve metafizik Saiklerle emellerine ulaşmak için planlı ve sistemli olarak yürüttüğü hegemonya mücadelesidir. Siyonizm öncesinde, ‘Yahudilerin Kutsal Topraklara Dönüşü’ fikrinin Hristiyanlar tarafından desteklenişi uzun bir tarihe sahiptir. Siyonizm’e destek veren ilk ünlü isimler arasında, Britanya Başbakanları David Lloyd George ve Arthur Balfour’tur.  Carleton Üniversitesi'nden Charles Merkley'e göre, Hristiyan Siyonizmi 1967'deki Altı Gün Savaşı'nın ardından kayda değer ölçüde güç kazanmıştır ve başta Amerika Birleşik Devletleri'ndekiler olmak üzere, birçok dönemselci Hristiyan, bugün Siyonizme güçlü destek vermektedir. Çok çarpıcı olan, ‘Ahir Zaman Azizleri İsa Mesih Kilisesi’nin kurucusu Joseph Smith, yaşamının son yıllarında, “Yahudiler için İsrail diyarına dönme zamanının şimdi” olduğunu ilan etmiştir.

Gazze’den ilk Filistinli mülteci grubu Çeçenistan'a ulaştı Gazze’den ilk Filistinli mülteci grubu Çeçenistan'a ulaştı

GÜL: 1975’DE BM SİYONİZM’İN “IRKÇILIK” OLDUĞUNA KARAR VERDİ

Dr. Av. Gül devamında şunları söyledi: 10 Kasım 1975 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Siyonizm’in bir çeşit ‘ırkçılık ve ırki ayrımcılık’ olduğuna dair 3379 sayılı kararı kabul etti. Aslında 1960’lı ve 1970’li yıllarda Sovyetler Birliği tarafından desteklenen anti-Siyonizm ve İsrail karşıtlığı, üçüncü dünya ülkelerinin Filistin davasını benimsemeleri ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Filistinlilerin tek ve meşru temsilcisi olarak kabul edilmesiyle hız kazanmıştı. Siyonizm bu dönemde, çeşitli uluslararası toplantılarda, Güney Afrika’da uygulanan ırk ayrımcılığı politikası olan apartheid, sömürgecilik ve emperyalizm ile özdeşleştirilmişti.

Nitekim Soğuk Savaş’ın sona ermesinin hemen ertesinde, 3379 sayılı bu karar, 16 Aralık 1991 tarihinde iptal edilmesi istemiyle BM Genel Kurulunda tekrar oylanmış ve bazı Müslüman ülkelerin itirazlarına rağmen, 111 evet, 25 hayır, 13 çekimser oy ile iptal edilmiştir.

Gelinen aşamada, Filistin’in özgürlük ve meşru öz savunmaya ilişkin mücadelesi 75 yıldır devam etmektedir. İsrail, açık cezaevine dönüştürdükleri Filistin topraklarında Filistinlilere uyguladığı zulüm, katliamlar on binlerce insanın vahşice öldürülmesine, sakat kalmalarına, yaşayanlarında büyük travmalar yaşamalarına sebep olmaktadır. Tüm bu yaşananlar, mazlum İsraillin, artık vahşi ve sapık bir ırkçı devlet olduğunu ortaya koymuştur. Bu durum, ‘kitlelerin/yığınların iktidarının’ yolunu açmıştır. Geleneksel devletlerin yönetim erklerinin kitlelere yayılmasını sağlayacaktır. İsrail psikolojik savaşı kaybetmiştir. İsrail, Küresel ekonomik nizamın hegemonu olduğundan dolayı bu finans gücünü politik alana taşıyarak planlarını hayata geçirmektedir.

Eylemsellik açısından, tekrar Birleşmiş Milletler nezdinde, Siyonizmin, ırkçı, radikal dinci bir görüş olduğu bu inanç sisteminin yürütücüsü ve uygulayıcısın İsrail olduğunun

Kararlılık kararı (resolution- résolution” alınmasını sağlamak gerekir. Türk milliyetçiliği, zorbalığa, zulme, sömürüye, kolonalizme karşıdır, insan haysiyetini ve onurunu korumayı tarihsel süreç içinde görev edinmiştir. HAMAS bir terör örgütü değil, Filistin’in KUVVA-İ MİLLİYE Teşkilatıdır.

Prof.Dr. Celil GÖÇER: ŞİZOFREN, SİYONİST İSRAİL’İN KATLİAMLARI İNSANLIK TARİHİ İÇİN KARA BİR LEKEDİR.

Toplantıda, Ak Parti, 25-26. Dönem Milletvekili, Prof. Dr. Celil Göçer, “Bir hekim olarak yaşanılan trajediyi değerlendirecek olursam, “Şizofren, Siyonist İsrail Yönetiminin yaptığı zulümler ve katliamlar, insanlık tarihi için kara bir lekedir. Cumhurbaşkanımız,  ve bizler mümkün olan imkanlarla Filistin halkının yanındayız. Bence de Hamas Kuvvayı milliyedir.”, İyi Parti Uluslararası İlişkiler Başkanı Naci Cinisli, Hamas bir terör örgütüdür. Hamas 7 Ekim saldırısı ile Filistin’e büyük zarar verdi” dedi.

Saadet Partisi Kocaeli Milletvekili, Mesut Doğan, “Sayın Bahçeli muhteşem tarihi okuması ile ‘Filistin’in güvenliği Türkiye’nin güvenliğidir’, demiştir. Kendisini takdir ve tebrik ediyoruz. Siyonizm’in yüzyıllık planı neticesinde, faşist İsrail Filistinlileri katletmektedir. Mısır’a heyet olarak gittik, gözlerimizle yaşanılan katliamları ve zulümleri gördük, daha çok somut adımlar atmalıyız. Siyonizm, şeytani bir yapıdır. Hamas, hocanın dediği gibi kuvvayı milliye teşkilatıdır. Ekimde Hamas sivil katliamı yapmamıştır. Esir almak için operasyon yaptığında İsrail derin devleti kendi halkını katletmiştir.”

HEDEP Kocaeli Milletvekili, Ömer Faruk Gergeroğlu, “Çözüm vicdani olmalıdır. Silahlar, şiddet bir şeyi çözemez. Ben Filistin’in hep yanında oldum. İsrail teröristçe davranıyor.” ifadelerinde bulunmuşlardır.

DR. AV. İBRAHİM GÜL’ÜN KONUŞMASININ ÖZETİ:

Kalbinde Mescid-iAksa/Beyti Makdis ve onu kuşatan 3 din açısından kutsal bir alan oluşturan Kudüs ve onun Mikan alanı olan, içinde, Tur-u Sina’nın da yer aldığı, Mısır, Sudan, Arap yarımadası, Ürdün, Lübnan, Suriye, Irak ile birlikte Türkiye’nin gün sınırlarının üçte ikisini içinde barındıran, Teo Politik, Jeo Politik, Jeo Stratejik, Sosyo Politik bir  coğrafyadan söz ediyoruz.

Nil Vadisi olarak baktığımızda, Afrika’da Burundi, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Mısır, Eritre, Etiyopya, Kenya, Ruanda, Güney Sudan, Sudan, Tanzanya ve Uganda’dan da söz edebiliriz. Bu ülkeler özellikle Falakaların yaşadıkları coğrafya olarak önem arz etmektedir.

Burada ayrıca Kıbrıs, bir bütün olarak, Doğu Akdeniz’de, Filistin açısından özel bir anlam ve önem arz etmektedir. Bölgenin deniz bağlantısı açısında Basra körfezi, Aden körfezi, Kızıldeniz ve Süveyş Kanalının özel bir önemi bulunmaktadır.

Tarihi açıdan, Hazara Devleti bağlantılı olarak, Hazar Denizi, Karadeniz bağlantılı olarak İstanbul Boğazı, Marmara, Çanakkale Boğazı, Ege (Adalar) denizi üzerinden Akdeniz’e geçiş çok büyük önem taşımaktadır. Ege/Akdeniz geçişinde Antik tarihte Girit ve Rodos’un ayrı bir önemi vardır. Özellikle Judeo-Grek uygarlık referansı ve mitologyası açısından Mısır, Kudüs, Girit üçgeni önemlidir. Gerçek anlamda ise Mitolojinin ana üçgeni, Kafdağı (Kafkasya), Babil (Bağdat) ve Mısır (Kahire)dir.

Kadim Tarih açısından, baktığımızda, Bu coğrafya Hz. Ademle başlayıp, Hz. Nuh, Hz. İbrahim’le devam eden ve Hz. Yakub üzerinden, Hz. İsa ile son bulan 1000 yıllık bir ben-i İsrail tarihinin coğrafyasıdır. Ardından “Alemlere rahmet olarak gönderilen”, “Ahir zaman peygamberi” Hz. Muhammed dönemi başlar. Hz. Muhammed, zamanın ikindi vaktinde dünyaya geldi. Bu tarih telakkisine göre, biz bugün zamanın akşam vaktindeyiz.

Bu coğrafyaya ilişkin Kutsal metinler olan Suhuflar dışında, mucizelerin gerçekleştiği (İsra hadisesi, ölülerin dirilmesi, Belkıs’ın tahtının getirilmesi, Denizin yarılması, zamanın durdurulması) gibi ve benzeri hadiselerin yaşandığı bir coğrafyadır. Savaşlar ve helaklar, Lanet ve kutsamaların yaşandığı bir coğrafyadır. Müslümanların iki kıblesini de içinde b arındıran bir coğrafyadan söz ediyoruz.

İnsanlık hayatının başladığı ve Melheme-i Kübra/ Armagedon denilen “Tarihin sonu”nu getirecek olan bir “medeniyetlerarası savaş”ın gerçekleşeceği bir coğrafyadan söz ediyoruz.

Bu yeni dönem yeni bir Mucizeler çağına işaret ediyor. Mehdi, Mesih, Meşiah, Dabbetül Arz, Yecüc-Mecüc, Deccal bunlardan birkaçı. “Tarık”ı ve Şira”yı bekliyoruz. Tarihi döngülerinden  birini yaşıyoruz.

Kur’an- Kerim ve Tevrat’ta “Tarihin sonu”na ilişkin anlatılanlar, Kıyamete ilişkin hadisler yanında, Yahudi ve Hristiyan dünyasındaki Kehanetler yanında, Yuhanna Vahyinde anlatılanlar geleceğin tarihine ilişkin toplumsal bir şuuraltı oluşturuyor. Aynı şekilde Hz. Adem’in 7. Kuşaktan torunu olan İdris aleyhisselama izafe edilen “Enok’un Kitabı”nda anlatılanlar da bu açıdan büyük önem taşıyor.

Burada özellikle hatırlatmam gereken iki önemli nokta var. Bu iki noktanın ilki kadimle ilgili, ikincisi gelecekle ilgili.

Kadim tarihle ilgili olan şu: Yahudiler açısından Hz. Davud ve Hz. Süleyman peygamber değil, İsrail oğullarının birleştirip devlet kuran dindar birer kral olmalardır. Müslümanlar için ise Hz. Davud ve Hz. Süleyman peygamberdirler. Zebur onlar için bir zikir kitabıdır, bizdeki “Cevşen”e tekabül eder, Süleyman Mabedi ise, tarihi ve kültürel bir miras anlamı ifade eder.

Müslümanlar için ise, Mescid-i Aksa Beyt-i Makdisin, Süleyman mabedinin devamıdır.

Burada iki teolojik sorun ortaya çıkıyor. Allah, bir ırkı değil, o gün için Yakub oğulları tarafından temsil edilen mü’min ve muvahhidlere vadedilen topraklardır. Yoksa deniz geçirildikten sonra puta tapanlar bu mirasın paydaşı değildir. “Dinle ey İsrail” denilen Tevrat’taki bölüm, aynı zamanda bu kavmi lanetlemektedir. Bugünkü İsrail zaman içinde Siyonizmin sistematik hale getirdiği, nasıl bir imana sahip olursa olsun, nasıl bir hayat yaşarsa yaşasın, nasıl bir ideolojiye sahip olursa olsun, ana kanından gelen bir ırkın kutsanmasına dönüşmüştür.  Allah indinde gerçek kardeşlik, anne-baba kanı, doğduğu, yer ya da zaman, derisinin rengi, ya da cinsiyeti değil, onun imanı, ahlakı ve Elestü bezminde, Galu Bela zamanındaki ahdi ve o ahde sadakati ile ilgilidir.

Bu anlamda Siyonizm, bir din değil, dini istismar eden, ırkçı, politik bir ideolojidir. Sorunun kaynağı da budur.

Yoksa orada Museviler hakim olduklarında, İsevilere yaşama hakkı tanımadılar. Oysa Hz. İsa da Ben-i İsrail’dendi. Onun ırkını kutsamadılar ve kendi inançlarına ihanet ettiler. Sonra Tarsuslu Saul, Ben-i İsrail’den olmasına rağmen, hem Musevilere ve hem de İsevilere zulmeden Romalı bir siyasi polisti. Hz. İsa’dan 50 yıl sonra onun ruhu ile temas kurduğu iddiası ile, Şam’dan kaçıp  Katolizm adında bir din kurdu ve Hatay’da ilk kilisesini yaptı, Teslis teorisi ile yeni dinin adını Hristiyanlık koydu. Ve bu defa da Roma bu dine girince, Roma bu kutsal topraklara hakim oldu. Ondan sonra da bugünkü Filistin topraklarında Musevilere yaşama hakkı tanımadılar. Ta ki, Hz. Ömer’in Kudüs’ü kılıçsız olarak fethine kadar.

Müslümanlar, bu İSRANIN GERÇEKLEŞTİĞİ, NAMAZIN FARZ KILINDIĞI ilk KIBLEMİZ OLAN BU TOPRAKLARA HADİM OLDUKTAN SONRA, Museviler ve İseviler dinlerini özgürce yaşamaya başladılar.

Burada ilginç bir detay var. Bu gün hala Hristiyan âlemi için kutsal iki mabed olan DOĞUŞ ve KIYAMET kiliselerinin anahtarı, Hz. Ömer’in KUDÜS BEYANNAMESİ’ne duyulan güvene dayalı olarak hala Müslüman bir ailenin elindedir ve o aile fertleri her gün güneş doğarken mabetleri açar ve gece yarısında da kapıları kilitlerler.

Bu gün FİLİSTİN SONUNUN TEK ÇÖZÜMÜ, SİYONİSTLERİN VE BU IRKÇI İDEOLOJİYİ TEOLOJİK BİR TEMELE DAYANDIRAN İSRAİL REJİMİNİN Dayatmalarından değil, FARKLILIKLARIMIZA RAĞMEN BARIŞ İÇİNDE BİR ARADA YAŞAYACAĞIMIZ BEYANNAMESİNİ HAYATA GEÇİRMEKTE ARAMALIYIZ.

Yoksa, Tanrıyı kıyamete zorlamaya çalışan Siyonistlerin tarihin sonunu getirecek bir medeniyetler arası savaşına hazır olmamız gerekir.

Bugünkü Siyonist İsrail’in (ki, burada yaşayan Rabbi geleneğe sahip, Musevi ve İsevilere, vicdan sahibi, dini ve ahlaki hassasiyete sahip, liberal ve seküler bir hayat yaşayan, ancak ötekilerin mal, can, namus, akıl-inanç ve nesil emniyetine yönelik açık ve yakın bir tehdit oluşturmayan herkes istisna tutarak) desteklenmesi değil, dizginlenmesi gerekir.

Bugün Gazze düşerse, sıra Mescid-i Aksa’ya gelecektir. Siyonistler, Müslümanların haklarını gasp ettikten sonra sıra İsevilere gelecektir.

Siyonistlerin bir sonraki hedef-i ARZ-I MEVUD coğrafyası olacaktır. O hedefe ulaşmak için, KIRIM’dan başlayan, KAFKASLARDAN, HAZAR’IN İKİ YAKASI’ndan BASRAya kadar uzanan, Rus, Gürcü, Ermeni (Pakradun), Azeri, Kürt, Arap, Fars ve tabi TÜRK (KARAY ve SABATAY) Yahudi-Musevi topluluğunun içinde yer alacak HAZARA devletini hayata geçirmeye çalıştıklarını biliyoruz.

Yaşadığımız zamana ilişkin Teoloji ve Kehanetler, beklenen kozmik hadiseler ve mitolojileri yeni bir medeniyetin inşası için kullanmak isteyen GREAT RESETçiler ve bunlarla birlikte hareket eden, ULUSLARASI SİSTEM’in bu gün etkilerini görmekte olduğumuz CoVID süreci ve MRNA komplosunun ardından bugün şahit olmaya başladığımız, son G2O zirvesinde de ifade edilen, İKLİM konusunu ile temellendirilen yeni süreç ve  TRANAS HUMANİZM senaryolarının merkezinde yer alan bir ülke olarak TÜRKİYE bütün bu gelişmelerin adeta platosudur.

Yuhanna Vahyinin anlattıklarının tamamına yakının coğrafyası İzmir’den başlayıp, Urfa’ya kadar giden tüm sınır boylarıdır. İsrail’in Mescid-i Aksa’yı yıkma arzuları bilinmeyen bir sır değil, mabedin altı boşaltılmış durumda. Bir deprem ya da deprem tetikleyicisi bir etki ile ya da bir sabotajla, tarihin sonunu getirmek isteyenler bölgeyi bir anda cehenneme çevirebilirler ve buraya düşecek ateş tüm dünyayı yakar. Bu savaşı önlemek istiyorsanız, Gazzelilerin değil, Siyonist, İsraillilerin elini tutun. İslam İşbirliği Konferansı utanç verici bir şekilde sadra şifa hiçbir karar almadan toplanıp dağılmıştır.

Türkiye dahil, hiçbir İslam ülkesinde beklenen toplumsal tepki gerçekleşmemiştir. Tüm dünyada çok daha fazla tepki yaşanırken, hatta İsrail’deki akıl, vicdan sahibi insanlar, hatta Rabbi Musevilerin bile kendi hükümetlerine karşı isyan bayrağı açarken, İslam dünyasının sessizliğini anlamak mümkün değildir

Hatta Suudi Arabistan AGARTHAcıların destekledikleri EĞLENCE FESTİVALİ düzenlemişlerdir.

Sakız denmişti: "İkram edilen şekerlemeyi geri çevirmeyen emniyet müdürü nezaketen aldı" Sakız denmişti: "İkram edilen şekerlemeyi geri çevirmeyen emniyet müdürü nezaketen aldı"

Bir yandan Gazze toprakları işgal edilirken, öte yandan HABAT’çiler, Chabatçılar olarak bilinen Siyonist örgüt KKTC ve Kıbrıs Rum Kesimi’ni işgale başladılar. Türk Hahambaşılığını ele geçirip Türkiye üzerinden Türk dünyasına doğru yayılarak İstanbul merkezli, Türk Dünyası Hahamlar Birliği’ni kurmaya çalışıyorlar. Daha önce BOP sürecinde “İBRAHİMİ GELEK’ten söz edenler, şimdi, GREAT RESET perspektifi ile NUHİ YASALAR’dan söz ediyorlar. Yani artık KARAYLAR/ KARAİM TÜRKLERİ, Ben-i İsrail ırkından olmadan MUSEVİ olma yöntemi ile, diğer dinlere mensup insanları, ortak mabed ve NUHİ YASALAR çerçevesinde yeni bir KARMA DİN ile YENİ HAZARA DEVLETİ’nin vatandaşı yapmak istiyorlar.

Sonuç olarak Filistin-İsrail Çatışması bu akılla çözülemez. Başkenti Kudüs olan bir Filistin Devleti ile iki devletli biz çözüm, kulağa hoş gelen, gerçekçi olmayan hayali bir çözümdür. Günümüz küresel politikalarının merkezinde ABD, İngiliz ve AB Siyonist lobilerinin olduğu bir çözüm, çözüm değil, çözümsüzlüğün adresi olacaktır.

Türkiye’nin rolünün önemli önemli olduğu için batılılar ve İsrail, Türkiye’nin garantörlüğüne büyük önem vermektedir. Zaten DAHLAN PROJESİ ile Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn bu çizgiye çekilmişti. Bu projeye TRYM da damadı Kushner üzerinden destek veriyordu. Türkiye’nin de bu projeye katılması isteniyordu. Bu proje aynı zamanda bir F. GÜLEN Projesi idi. BOP Projesi idi.

Son olarak Trump sonrası, Biden döneminde, bu proje HABAT Projesine dönüştürüldü.  Netanyahu da Habatçıdır. Netanyahu’nun dedesi, Çanakkale’de İngilizler safında bize karşı savaşan, 4 Siyonist terör örgütünün ortak cephesi ve eğitim kampı olan Siyonist Lejyonda savaşan bir gerilla idi. Bunların karşısında o gün Çanakkale’de, bugün HAMAS’ın Askeri kanadının adı olan, Osmanlıyı destekleyen Arap aşiretlerinin çocuklarından oluşan İZZEDDİN KASSAM tugayı vardı. Bu tugay Filistin cephesinde, bir yandan Siyonist Lejyona karşı, öte yandan İngilizlerle işbirliği yapan Arap aşiretlerinin çocuklarına karşı, Şerif Hüseyin taraftarlarına karşı savaştılar.

Aslında Gazze direnişi Çanakkale Savaşı’nın devamıdır. Çanakkale’de Golyat’ı batıran Muavenet gemisinin adını taşıyan gemimiz, Ege’de NATO tatbikatında füze ile vurulmuştu. Evet, 2 Ekim 1992'de USS Saratoga uçak gemisinden atılan iki adet Sea Sparrow füzesi ile vurulmuş ve hurdaya ayrılmıştı. 

Muavenet  aslında Hz. Davud’u temsil ediyordu. Biz Talud’un yanındaydık. Karşımızda ise Tanrı kral Calud vardı. O Goliath’dı. Bu savaş bu gün Gazze’de devam ediyor. Tarihin penceresinden ya da dinin penceresinden bugün olanları okuyunca farklı bir gerçeklikle karşılaşıyoruz.

Eğer, Filistinliler, Gazze’den Sina’ya sürülecek ve buradan Türkiye dahil diğer Müslüman ülkelere göçe zorlanacaksa, Yukarıdakiler, Lübnan Hizbullah’ından boşalacak yerlere, diğerleri Suriye’nin Bekaa bölgesinden alınacak topraklara yerleştirilecekse, iktidara da Abbas’ın yerine Siyonist Dahlan, Filistin devletinin devlet başkanı olarak getirilecekse, Kudüs’ü başkent yapmak değil, Doğu Kudüs’te bu kurmaca Filistin devletine başkent olarak bir yer tahsis edilecek ve bunun garantörü de Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan olacaksa, bunu hiçbir Müslümanın kabul etmeyeceğini söylemek isterim. Böyle bir senaryoya destek verecek hükümetlerin işbaşında kalmalarının de mümkün olmadığını, olmayacağını, olamayacağını ifade etmek isterim.

İsrail Cumhurbaşkanı bunun için gelmişti. Netanyahu bunun için gelecekti. Netanyahu bu konuda BM Genel kurulunda Yeni Ortadoğu Haritasını açıklarken, bu senaryonun sonucunu ilan ediyordu. HAMAS üyeleri, bunun için Ankara’ya davet edilmişti. Abbas’ın adamları bunun için Ankara’daydı. Eğer HAMAS bu HABAT senaryosuna ikna edilseydi Netanyahu bunun için gelecekti. Erdoğan da bu anlaşmayı ilan için Kudüs’e gidecekti. KASSAM’ın harekete geçmesi ile bu plan gerçekleşmedi. Bu plan gerçekleşseydi, bölgedeki Filistin halkının nüfusu büyük ölçüde azaltılacak. O bölgede kalacak olanlar da bugünkü Filistinlilerin yaşadıkları bölgeler dışında Lübnan, Suriye ve Sina’ya yerleştirilecek ve önemli bir kısmı da başka ülkelere tehcir edilecekti. Filistin halkına önderlik ve rehberlik eden tüm dini önderler cihatçı teröristler olarak ilan edilerek öldürülecek ya da hapse tıkılacaktı. Yeni o başkenti sözde Kudüs olan yeni Filistin devleti laikçi, LGBT’lilerin de içinde yer aldığı, Siyonistlerin kontrolündeki laikçi bir Filistin devleti olacaktı.

Şimdi Siyonistler, gelinen noktada bu planı engelleyen HAMAS’ı yoketmek istiyor.

Adalet yoksa barışta yok. Adil olmayan bir barış, gerçek bir barış değil, teslimiyettir.

Eğer Gazze düşerse, Kudüs, Kudüs düşer Mescidi aksa düşer. Sıra Mescid-i Aksa’ya gelir. O zaman hedefteki ilk ülke Türkiye olacaktır. Ve bu durum, tarihin sonunu getirecek yeni bir dünya savaşının, dinler ve medeniyetler arası bir savaşın başlangıcı olacaktır. Bugün burada Gazze’yi değil, bunu konuşuyoruz aslında. Kendi geleceğimizi konuşuyoruz, Filistinlilerin, Arapları değil, kendi geleceğimizi, insanlığın geleceğini konuşuyoruz.

İran Cumhurbaşkanı, Mehdinin geldiği, ilanı için zamanını beklediklerini söyledi. Bazı Musevi ruhaniler, Meşiah’ın geldiğini, bir kısmı ise bunun ilahı için, Süleyman mabedinin inşası sonrası Vahiy sandığının yerine konması ile Meşiahın geleceğini söylüyorlar. Hristiyan dünyası ise Mesihi bekliyor.

Korkarım, gelecek olanlar geldi mi bilmem ama, Deccal aramızda ve Şeytan insanlığa karşı son darbesini indirmeye hazırlanıyor. Eğer insanları akıl ve merhametlerini kuşanmazlar, sevgileri nefretlerinden, merhametleri gazaplarından büyük olmazsa, gelecek günler, geçen günleri aratacaktır. Daha fazla zaman kaybetmeden bir çözüm bulmamış gerek. Türkiye emperyal planların taşeronu değil, Hz. Ömer’in Kudüs Beyannamesini esas alan, HILFUL FUDUL ve MEDİNE SÖZLEŞMESİ temelinde kendi çözümünü ortaya koymalıdır. Unutmamak gerekir ki, Allah’ın kolaylaştırdığından daha kolay, zorlaştırdığından daha zor bir iş yoktur. Allah’ın ipini bırakarak çözüm arayışında olduklarını söyleyenler, ıslah edici değil, bozguncudurlar ve onlar kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşuyorlar.

 Adaletten, barıştan, hürriyetten yana, herkesin inandığı gibi yaşadığı, düşündüğünü özgürce ifade edebildiği, katılımcı, çoğulcu, şeffaf, insan haklarına saygılı bir hukuk temelinde çözüm yolu bulmalıyız.

Karanlığın en koyu anı aydınlığa en yakın olduğu zamandır. Cahillerden ve zalimlerden olmayalım. Çünkü Allah cahillere ve zalimlere yardım etmez. Onların işlerini sarp dağlara sardırır ve onların üstüne pislik yağdırır. Şimdi o andayız. Bulacağımız çözüm, bütün insanlığın hayrına bir çözüm olmalıdır. Bütün insanlığın hayrına olmayan bir çözüm, bizim önerimiz olmamalıdır.

HAMAS ve KASSAM İngilizlerin, İsrail’in ve MOSSAD’ın kurduğu yönettiği bir örgüt değil. Arapçı, Arap milliyetçisi bir hareket de değil, Mehmet Akif’inde içinde yer aldığı İslamlaşmaktan söz eden Hilafet temelinde İslam kardeşliğini savunan bir hareket. Avrupa Milli Görüşün kuruluşunda da birlikte hareket edildi.

İzzeddin Kassam 1882, Lazkiye - 20 Kasım 1935 /Siyonist Kongresi Ağustos 1897'de İsviçre, Basel / Kassam Traplusgarp cephesi için gönüllü 19 Şubat 1915 - 9 Ocak 1916 /  1914 Çanakkale Gazze / Filistin cephesi 1917 / General Allenby’nin 27 Ekim 1917’de Gazze üzerinden Filistin’e yönelik başlattığı harekât / Belfour Deklerasyonu 2 Kasım 1917 / İhvanı Müsliminin kuruluşu/ Benna Mart 1928 /İsrail’in kuruluşu 14 Mayıs 1948 / Mossadın kuruluşu 13 Aralık 1949 / Hamas 1973 / 1.İntifada 1987. HAMAS kurulana kadar orası Sosyalist ve Komünist Arap Milliyetçisi bir cephe idi. MNP sonrası, MSP döneminde bizim de ihvana desteğimizle HAMAS cephede yer alınca biz de Filistin’i savunmaya başladık.

Sonuç:

Yaşanan durum, yerel ve küresel boyutu göz önüne alındığında ırkçı, radikal dinci ve faşist Siyonizm’in, ezoterik ve metafizik Saiklerle emellerine ulaşmak için planlı ve sistemli olarak yürüttüğü hegemonya  mücadelesidir.

Siyonizm öncesinde, Yahudilerin Kutsal Topraklara Dönüşü fikrinin Hristiyanlar tarafından desteklenişi uzun bir tarihe sahiptir. Siyonizm’e destek veren ilk ünlü isimler arasında, Britanya Başbakanları David Lloyd George ve Arthur Balfour’tur.  Carleton Üniversitesi'nden Charles Merkley'e göre, Hristiyan Siyonizmi 1967'deki Altı Gün Savaşı'nın ardından kayda değer ölçüde güç kazanmıştır ve başta Amerika Birleşik Devletleri'ndekiler olmak üzere, birçok dönemselci Hristiyan, bugün Siyonizme güçlü destek vermektedir.

Ahir Zaman Azizleri İsa Mesih Kilisesi'nin kurucusu Joseph Smith, yaşamının son yıllarında, "Yahudiler için İsrail diyarına dönme zamanının şimdi" olduğunu ilan etmiştir.

10 Kasım 1975 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Siyonizm’in bir çeşit “ırkçılık ve ırki ayrımcılık” olduğuna dair 3379 sayılı kararı kabul etti. Aslında 1960’lı ve 1970’li yıllarda Sovyetler Birliği tarafından desteklenen anti-Siyonizm ve İsrail karşıtlığı, Üçüncü Dünya ülkelerinin Filistin davasını benimsemeleri ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Filistinlilerin tek ve meşru temsilcisi olarak kabul edilmesiyle hız kazanmıştı. Siyonizm bu dönemde, çeşitli uluslararası toplantılarda, Güney Afrika’da uygulanan ırk ayrımcılığı politikası olan apartheid, sömürgecilik ve emperyalizm ile özdeşleştirilmişti.

Nitekim Soğuk Savaş’ın sona ermesinin hemen ertesinde, 3379 sayılı bu karar, 16 Aralık 1991 tarihinde iptal edilmesi istemiyle BM Genel Kurulunda tekrar oylanmış ve bazı Müslüman ülkelerin itirazlarına rağmen, 111 evet, 25 hayır, 13 çekimser oy ile iptal edilmiştir.

Gelinen aşamada, Filistin’in özgürlük ve meşru  öz savunmaya ilişkin mücadelesi 75 yıldır  devam etmektedir. İsrail, açık cezaevine dönüştürdükleri Filistin topraklarında Filistinlilere uyguladığı zulüm, katliamlar on binlerce insanın vahşice öldürülmesine, sakat kalmalarına, yaşayanlarında büyük travmalar yaşamalarına sebep olmaktadır. Tüm bu yaşananlar, mazlum İsraillin, artık vahşi ve sapık bir ırkçı devlet olduğunu ortaya koymuştur. Bu durum, “kitlelerin/yığınların iktidarının” yolunu açmıştır. Geleneksel devletlerin yönetim erklerinin kitlelere yayılmasını sağlayacaktır. İsrail psikolojik savaşı kaybetmiştir. İsrail, Küresel ekonomik nizamın hegemonu olduğundan dolayı bu finans gücünü politik alana taşıyarak planlarını hayata geçirmektedir.

Eylemsellik açısından, tekrar Birleşmiş Milletler nezdinde, Siyonizmin, Irkçı, radikal dinci bir görüş olduğu bu inanç sisteminin yürütücüsü ve uygulayıcısın İsrail olduğunun

Kararlılık kararı (resolution- résolution” alınmasını sağlamak gerekir.

Türk Milliyetçiliği, zorbalığa, zulme, sömürüye, kolonizme karşıdır, insan haysiyetini ve onurunu korumayı tarihsel süreç içinde görev edinmiştir.

Kaynak: HABER MERKEZİ