Dünyanın en masum varlığıdır çocuklar. Saf, tertemiz, her şeyden habersiz… Coğrafya kaderdir derler ya öyledir gerçekten. Kimi çiçek bahçesi içinde, güzel şarkılarla büyürken kimi namluların ucunda, bomba seslerinin oluşturduğu korkunç ezgilerle büyür. Her ne olursa olsun hiçbir çocuk acı çekmeyi, yetim ve öksüz kalmayı, ölmeyi hak etmez.

Daha ne kadar sürecek? Neden bitmiyor? Neden dur durak bilmiyor? Çocukların yüzündeki o korku öyle ezici, öyle acı verici ki ben bakarken utanıyorum o bakışlara engel olamadığımız için… Kınamalar, protestolar ve sert sözler çocukların acısını dindirmiyor. Göz göre göre acı içinde göçüp gidiyor bu korkunç yer küreden minik bedenler… Düşünsenize kaç yaşında olursanız olun ama özellikle de daha küçük bir çocuksanız huzurlu bir uykuya yatamamak, açlıktan susuzluktan belki de yaralarının acısından sızısından yorgun düşen bedenini huzurlu bir uykunun kollarına bırakamamak… “Ya tam uykuya daldım sırada evimize bir bomba düşer ve ölürsem” korkusuyla uyumaya hasret kalan çocuklar onlar. Tabii uyuyacak bir yer bulabilmişlerse…

Biz, bu çağın insanları… Hakikaten kötü olaylara tanık olduk. Pandemi, deprem, yangınlar, seller… Ve savaş. Pandemi bir salgın ve en çok sağlık sistemi etkileniyor. Depremler, yangınlar, seller birer doğal afet ve elbette çok yıkıcı. 6 Şubat depremlerini tam da merkez üssünde yaşayan biri olarak doğal afetin ne olduğunu gerçekten çok iyi öğrendim. Ama savaş hepsinden farklı olmalı… Öyle çünkü. Savaşın içinde hepsi var; açlık, yetersiz beslenme, sağlık ekipmanlarının yetersizliği… Sonuç sağlık sisteminin çöküşü. Pandemiden çok daha kötüsü. Elektrik olmadığı için çalışmayan solunum cihazları yüzünden ölen hastalardan ve oksijen yetersizliğinden ölen bebeklerden söz ediyorum.

Deprem de var savaşın içinde. Hem de en şiddetlisi belki… Şu an yaralanan ve hayatını kaybeden binlerce insanın yanı sıra enkaz altında da yüzlerce, binlerce insan var Gazze’de. Hava saldırılarıyla yerle bir olmuş hayalet bir şehir artık orası. Korkunun, çaresizliğin ve ölümün hüküm sürdüğü bir şehir. O şehirde çocuklar acı içinde ölüyor. Ve bizim yalnızca gözlerimizden iki damla yaş süzülüyor çaresizlik içindeki ve korku dolu bakışlarını yahut beyaz kefene sarılmış küçücük cansız bedenleri görünce.

Ben o fotoğrafları görünce “6 Şubat’taki manzaralardan hiçbir farkı yok” dedim kendi kendime. Aynı yıkım, hatta çok daha korkuncu… Tozun toprağın içinden çıkarılan ufacık bebekler, ağlayan çocuklar… Birçoğu ailesini kaybetmiş, birçoğu da zaten hayata tutunamadı. Yani deprem de hüküm sürüyor savaşın içinde. Yangın da. Belki sel felaketini hiç yaşamadılar çünkü iklim ona pek müsait değil ama daha da kötüsü içecek suları bile yok!

Daha ne kadar devam edeceğiz acı çeken küçücük bedenleri, gözleri yaşlı anne babaları, çaresizlik içinde dünyaya sitem eden sağlık çalışanlarını görmeye? Buna biri “dur” desin artık!