Öğretmen bir öğrencisini sözlüye kaldırmış. İlk soruyu sormuş. Öğrenci tam ve doğru cevap vermiş. Diğer bütün soruları da en küçük bir yanlış yapmadan cevaplandırmış. Anlatırken arada bir başını soldan sağa hafifçe oynatıyormuş. Bu hareketi hocanın dikkatini çekmiş. Oğlum, niçin ikide bir başını oynatıyorsun diye sormuş. Çocuk, sayfaları çeviriyorum, cevabını vermiş. Meğer delikanlı o dersin ilgili bölümünü olduğu gibi ezberlemiş.

Şiir ezberleyenlerle çok karşılaşırız ama nesir ezberleyenler nadirdir. Fakat az da olsa böyle sıra dışı insanların olduğu da bir gerçektir. Ezber kuvveti çok yüksek kimselerin başında kurralar ve hafızlar geliyor. Bugün anlamları yer değiştirdi ama eskiden Kuran-ı Kerim’i ezberleyenlere 'kurra', hadis-i şerifleri ezberleyenlere 'hafız' ve 'huffaz' deniliyordu.

Hafızasında yüzlerce, binlerce hadis olan hafızlar vardı. Hadis tarihiyle, hadis edebiyatıyla ilgili kaynaklar bu konuda çarpıcı tablolara, olağanüstü menkıbelere yer veriyor. Mesela son devrin büyük hadis alimi Babanzade Ahmed Naim, Sahih-i Buhari’ye yazdığı yaklaşık beş yüz sayfalık mukaddimede işte bu hadis hafızlarına çarpıcı örnekler veriyor. Mesela İmam İshak’ın 'Kitaplarımdaki hadislerin yetmiş bini, sanki gözümün önünde okuyormuşum gibi, ezberimdedir' sözünü naklediyor.

Yine aynı kaynaktan öğrendiğimize göre, Zühri isimli mübarek zat da sekiz günde Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş. Ahmed bin Hanbel hazretleri de içinde otuz-kırk bin hadis bulunan 'Müsned'i hakkında, 'Bu Müsned’i ben yedi yüz elli bin hadisten seçtim' demiş.

Çok şaşırtıcı değil mi?

Böyle kuvvetli hafıza sahiplerinin arasında âmâlar da bulunuyordu. Babanzade Ahmed Naim Bey bu konuda şunları söylüyor: 'Her ikisi de âmâolan hadis hafızlarından Katade bin Diame ile Amr bin Mürre de hadis ezberleme hususunda birer harika idiler.' Baş gözleri kapalı ama, kalp gözleri açık böyle âmâların varlığı öteden beri biliniyor. Onların içinde nice hafızların, kurraların, ayaklı kütüphanelerin çıktığını tarih kitapları kaydediyor. 1950’li yıllarda vefat eden Osman Kemali hazretleri de işte böyle kalp gözü açık âmâlardan biriydi. Kendisi hem hafızdı hem de Mevlana’nın Mesnevisi, Sadi’nin 'Gülistan'ı ezberindeydi.

Böyle üstün zekalı ve hafıza şampiyonu diyebileceğimiz insanlar sadece Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerif ezberleyenlerden ibaret değildi.

İçlerinde koca koca sözlükleri zihinlerine yerleştirenler bile vardır. Mesela Bediüzzaman Said Nursi, Mütercim Asım’ın 4 ciltlik o büyük sözlüğünü 'sin' harfine kadar ezberlediğini bizzat kendisi itiraf ediyor.

Böyle seyyar lügatlere ben bile yetiştim. Mesela birkaçyıl önce kaybettiğimiz merhum Necmettin Hilav tam bir canlı kitaptı. Keza yakından tanıma şerefine nail olduğum ve çok iyiliğini gördüğüm merhum Ali İhsan Yurt ağabeyimiz de işte bu seyyar kütüphanelerden biriydi.

Bu zat aynı zamanda tam bir sohbet şeyhiydi. Eskiler birçok konuda derin bilgisi olan zatlardan söz ederken 'ulum-u şettada yed-i tû la sahibi' diyorlardı.

Ali İhsan Bey de hiçşüphe yok ki bu derin alimlerden biriydi. Hakkında daha ayrıntılı bilgi almak isteyen okuyucularımız 'Ayaklı Kütüphaneler' isimli kitabıma bakabilirler.

Son devrin hafıza şampiyonlarından biri de Prof. Mükrimin Halil Yınançidi. Hoca’nın sırf bu özelliğini dile getiren menkıbelerin sayısı o kadar fazla ki sadece bunları anlatmak için ayrıca bir kitap yazmak gerekir.

Gerçi ben de konuyla ilgili anekdotlardan bazılarına yukarıda adı geçen eserimde yer verdim ama daha fazla bilgi almak isteyenlere, 'Mükrimin Halil Yınanç’tan Sohbetler' isimli kitabı tavsiye ederim.

1962’de hocanın vefatından hemen sonra 'Yağmur Yayınları' tarafından neşredilen bu küçük kitapta, erbab-ı merakın merakını tatmin edecek bilgilere yer veriliyor.

Mesela Hoca için, 'Herkes kitap okur, ama Mükrimin Halil kütüphane okur' denildiğini ben de bu kitaptan öğrenmiştim.

Az daha unutuyordum, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı merhum hakkında göz doldurucu iki eser yayımladı. Ömer Hakan Özalp tarafından 'Tarihe Adanmış Bir Ömür ‘Ord. Prof. Dr. Mükrimin Halil Yınanç’ ve 'Dostlarının ve Sevenlerinin Kaleminden Ord. Prof. Mükrimin Halil Yınanç' isimleriyle hazırlanan bu iki ciltlik kitap 'Tarihi Sevdiren Adam'ı bize daha fazla sevdiriyor.

Allame-i cihan diyebileceğimiz alimlerden biri de Bayezid Devlet Kütüphanesinin hafız-ı kütübü İsmail Saib Sencer idi.

O da denizler kadar engin, hazineler derecesinde zengin bir alim olmasına rağmen bildiğimiz anlamda bir kitap yazmadı. Gerçi 'Osmanlı Müellifleri' gibi bazı kitaplar kaleme aldı, fakat bunları kendi imzasıyla değil de bazı dostlarının adıyla yayımlattı deniliyorsa da genel kanaat yazma işine uzak kaldığıdır.

Onu bu yönüyle eleştirenler bile oldu. Hoca Efendi’nin ölümünden sonra 23.3.1940 tarihli Vakit gazetesinde bir makale neşreden Hakkı Süha Gezgin, bu türlü eleştirilere cevap verip 'Hoca yazmaktan utanırdı!' diyor. Ne anlamlı bir söz. Bir alimin 'yazmaktan utanırım' sözündeki inceliği ve hassasiyeti anlamak için gerçek anlamda 'alim' olmak gerekiyor.

Bu da yetmez, aynı zamanda 'arif' olmak da icap ediyor. Unutmayalım ki eski alimler, kitap yazma konusunda bugünkülere göre daha titiz, daha ihtiyatlı ve daha sabırlıydılar. Birçoğunun yanlış yapma korkusuyla, eksik bilgi verme endişesiyle kitap yazmadığını biliyoruz.

Bir de Türk milleti olarak biz konuşmayı daha çok seviyoruz. Merhum Prof. Dr. Süheyl Ünver buna şifahilik hastalığı diyor ve sık sık bu hastalıktan şikâyet ediyordu. Keşke yazsalardı. Veya hiçdeğilse bu zatların sohbetleri kitaplaştırılsaydı temennisinde bulunmaktan da kendimizi alamıyoruz.

Eğer İsmail Saib Hoca’nın kütüphanede, Mükrimin Halil’in Küllük’le beraber Acem’in Kahvesi’nde, Ali İhsan Yurt merhumun Enderun’da yaptığı konuşmalar tespit edilmiş olsaydı, bugün ciltler dolusu hazinelere sahip olurduk. Vâesefa!..