Zorluklarla geçen bir ömrün saklı kalmış hikâyesini, daha doğrusu Mehmet Âkif Ersoy'un çileli hayatına ve aile efradına dair bilgileri torunu Selma Argon'dan bizzat dinlemek için bir gün Üsküdar'daki Balaban Kültür Evi'ne gitmiştim. Konuyla ilgili ilanı önceden gördüğüm için Selma Hanım'ın 'Dedem Mehmet Âkif' isimli kitabını da imzalatmak üzere yanıma aldım. Kendisiyle tanıştıktan sonra ilk işim adı geçen eseri imzalatmak oldu. 'Sevgili Dursun Gürlek Beyefendiye 20 Ocak 2016' diye imzalama lütfunda bulundu.

Selma Hanım Balaban Tekkesi'nin manevi havasından çok hoşlandığını söyleyerek konuşmasına başladı. Sohbet iki saat kadar sürdü. Bazı dinleyicilerin yönelttiği sorularla programı daha renkli bir hale geldi. Ne yazık ki katılım azdı. Bana sorarsanız, konuşan mademki Mehmet Âkif gibi bir zatın torunuydu, salon dolup taşmalıydı. Geçelim;

Selma Hanım, konuşmasının bir yerinde sözü dedesinin dindarlığına getirerek, bizleri ibret verici tablolarla karşı karşıya bıraktı. Kendisinden öğrendiğimize göre merhum Mehmet Âkif, Müslümanları namaza çağıran ilahi davete karşı o kadar büyük bir saygı gösterirmiş ki, Ezan-ı Muhammedi'yi duyar duymaz derhal ayağa kalkar, bitene kadar ayakta dinlermiş. Ne büyük bir hassasiyet!.. Nitekim, Safahat'ında yer alan 'Ezanlar' şiiri, dini edebiyatımızın şaheser örneklerinden biridir. Evet, ezan hakkında bu zamana kadar çok şiir yazıldı ama Yahya Kemal ile Mehmet Âkif'inkini hiçbiri tutmuyor. Şu ibret verici tabloya bakınız ki, Ezan-ı Muhammedi'yi ayakta dinleyen Âkif'in kaleminden çıkan ve içinde 'Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli' diye bir mısranın da bulunduğu İstiklal Marşını, bu millet de ayakta dinlemeyi sürdürüyor.

Selma Hanım, dedesinden daha bir çok anekdot naklettikten sonra Âkif hakkında yazılan kitaplardan da söz edip bazı eserleri bizzat gösterdi. Yanı başında oturduğum için ben de birkaçcümleyle katkıda bulundum. Dedesi hakkında hayli kitap yazılmış olmakla beraber Eşref Edib'in Mithat Cemal'in, günümüzde de Ertuğrul Düzdağ'ın bu konuda son derece önemli isimler olduğunu söyledim. Tasdik etti. Bunlardan biri olan merhum Eşref Edib'in eseri gerçekten de tam bir hazinedir. 'Mehmet Âkif Hayatı, Eserleri ve Yetmiş Muharririn Yazıları', Âkif hayranlarına yani bizlere geniş bir ufuk açıyor.

Eserin, beni daha fazla cezbeden yönünü, 'Yetmiş Muharririn Yazıları' bölümü teşkil ediyor. Daha önce birkaçdefa hatmettiğim halde yine okumaya devam ediyorum. Yetmiş muharririn arasında şairimizin damadı Ömer Rıza Doğrul da var. Doğrul 'Mehmet Âkif - Şahsı ve Aile Hayatı' başlığı altında önemli bilgiler veriyor. İşte bir örnek:

Damadına göre, Âkif merhum, İstanbul'a gelirken kitaplarını Mısır'da bırakmış. Bu kitaplar arasında Hidiv'in annesi Prenses Emine Hanım'ın kendisine hediye ettiği kitaplar da varmış. Bunlar son derece kıymetli Türkçe kitaplarmış. Yine Ömer Rıza Beye göre, Âkif, İkbal'in eserleriyle hayli meşgul olduktan sonra parça parça gözden geçirdiği Mesnevi'yi başından sonuna kadar bir güzel okumaya karar veriyor.

Ancak, Mısır'da Mesnevi'nin tam bir nüshasını bulamıyor. Fakat bir gece, bir rüya görüyor. Rüyada kendisine bir takım Mesnevi hediye ediliyor. Ertesi sabah, Prenses Hatice Hanım, annesinden kendisine intikal eden içi kitap dolu büyük bir sandık gönderiyor. Âkif, sandığı açar açmaz en üstte İsmail Ankaravî hazretlerinin Mesnevi şerhini bularak son derece seviniyor. Hemen o gün başlayarak, tam bir buçuk yılda Mesnevi'yi bitiriyor.

'Merhumun bütün bu kitapları Mısır'da kalmıştı. Kimlerin elinde kaldığı bizce malum değildir' diyen Ömer Rıza Bey, muhtemelen bu kitapların arasında bir takım evrakının da bulunabileceğini söylüyor. Damadına göre İstanbul'a gelirken birlikte getirdiği kitaplar Şemseddin Sami'nin altı ciltlik 'Kâmû sül-Alam'ı, Hüseyin Kâzım Kadri'nin 'Büyük Türk Lügati', Mütercim Âsım'ın 'Kâmû sü l-Muhit Tercümesi' ve 'Tefsir-i Celaleyn' gibi eserlerden ibarettir. Vefatından birkaçgün önce ailesinin yanında bulunan meşhur 'Celaleyn Tefsiri'ni istiyor ama maalesef okumak nasip olmuyor.

Ulema arasında makbul tutulan 'Tefsir-i Celaleyn'e, Âkif'in de büyük bir hayranlık beslediğini bu vesileyle öğrenmiş bulunuyoruz. O kadar ki merhum bu kıymetli tefsiri tam 19 defa okumuş. Nitekim Eşref Edib Bey de sözü bu konuya getirip şunları söylüyor:
'Kastamonulu Hafız Ömer efendi, anlatıyor: Kastamonu'daki Nasrullah Camii'nde, Sevr Antlaşması'nın aleyhinde meşhur vaazını irad ettiği Cuma gününün sabahı, merhumun mektep arkadaşı Kastamonu maden müdürü Hasan Basri Bey'in evinde sabah kahvaltısına davetli idik. Orada yanında bir kitap gördüm. Ne olduğunu sordum: Tefsir-i Celaleyn olduğunu söyledi. Ve ilave etti:

Bunu daima yanımda taşır, Kelamı Kadim gibi okurum. Şimdiye kadar on sekiz defa hatmettim. Şimdi de on dokuzuncu hatme devam etmekteyim.
Yukarıda da belirtildiği gibi, merhum büyük şairimiz vefatından çok kısa bir süre önce ailesinin yanında bulunan bu tefsiri bir kere daha okumak istiyor ama damadının dediğine göre bu mümkün olmuyor. Eğer bu son arzusu da gerçekleşseydi Âkif Bey, bu eseri yirmi defa okumuş olacaktı.

Bir buçuk yıl süreyle sonuna kadar okuduğu Mesnevi' ye gelince, bu İsmail Ankaravî hazretlerinin 'Hazreti Şârih' ünvanıyla hazırladığı bir şerhtir ki hakikaten eşi benzeri olmayan bir şaheserdir. Hazret'in kabr-i şerifi Galata Mevlevihanesi'ndeki türbededir. Böyle efradını cami, ağyarını mani bir Mesnevi şerhinin rüyada kendisine takdim edilmesi, ertesi gün de bizzat karşısına çıkması Mehmet Âkif merhuma manevi bir iltifat olsa gerektir.