Komşu kültürleri tanımak ihtiyacı içinde olduğumuzu inkâr etmeye hazır insanlar oladursunlar, komşu kültürleri merak etmenin başlangıçpsikolojilerini içinde hissedenler için kitap dünyası azımsanmıyacak bir varlık ortaya koyuyor.

Lâkin biz olmamız gereken yerde miyiz?

Bazı arkadaşlar 'aydın' kavramına ısınamadıklarını belirtmekten kendilerini alamazlar. Bu kavramı İslâmî bulmadıkları için bu kanaati taşıdıklarını söylemeye hâcet yoktur. Fakat her güzel duygu sonunda tutarlı kalabilir mi? Kalabilecek midir?

İslâm`ın doğuşundan itibaren kendi kültürünü oluşturma süreci de başlamıştı. Bir kültürün oluşumunda, doğal olarak safhalar bulunacaktır. Bilinen bütün medeniyetlerde bunu görmek mümkündür. Okyanusya kadî m medeniyetlerinin günümüzde sayıları azalarak yaşayan temsilcilerinde görüldüğü gibi, her inançkendi özgünlüğünün farkındadır ve 'herşeyi göze alarak' orijinalitenin üstüne titrer. İstilâcı bir kültür ile karşı karşıya kalındığında ise, miras bilinci diyebileceğimiz bir savunma refleksi oluşacaktır. Ruhlardaki infial, bir savunma refleksini devindirir ve bu tepki doğar. Elbette bu tepkinin bir kişileşme yaşaması gerekir oluşum için zamanlar geçmesi zorunludur. Böylece o inançkendi tarihine kavuşur. Bir tarihi olur.

Bu olguyu kavrayamayan veya tanımayanlar ilk zuhur sürecinde bünyeyi durdurmuş olmak psikolojisinden kendilerini kurtaramadıklarını görürüz onların.

Oysa bir medeniyet her alanda gerçekleşmesi tanım gereği olan bir fenomendir. Batı ilim âleminde medeniyetler psikolojisi, sosyolojisi, tarihi, metafiziği, teknolojisi üzerine çok kafa yorulmuştur. Tanımsal sonuçlara ulaşılmıştır. Sonra, bizâtihî İslâm medeniyeti bünyesi içerisinde tanımlama başarısı bulunmaktadır. İbn Haldun`un Mukaddime`si. Batı, bu şahsiyetin açtığı çığırdan gitmiştir. Ondan yararlanmayı bilmiştir.

İslâm`ın tevhidî bir inançşartına dayanmasını doğal karşılamalıdır. Bu iyidir. Çünkü nihaî din olarak zuhur etmiştir. Edecekti ve bu oldu. Evrim niteliği gereksiz alanlarda kurcalanır. Asıl, tevhidin büyük tarih içinde gerçekleşmesi çizgisine yaklaşmak doğrusu olur. (Hz. Nuh ile Hz. Adem arasında henüz kavranılmamış, çok uzun bir asırlar gerçeği vardır. Tufan, zamanımıza oldukça yakın bir olaydır. Onlar önce de su tufanları yaşanmıştır.)

Önemli olan İslâm`ın taşıdığı özün dünya hayatında, ister çok eskide ister yeni zamanlarda olsun, rakip çıkanları iddialarında mağlup etme boyutuna ırak kalınmamasıdır. Yoksa İslâm savaş potansiyeli içermez. Medeniyet bütünü içinde savaş dahi onun potansiyeline dahildir. Barış iddiası ile bin yıldır dünyayı savaşsız bırakmamış, 21. yüzyılda ise közü körüklemiş olan Batı uygarlığı, İslâm`ı fanatiklerin terör dini şeklinde göstermek ister. Ü st düzey entelektüeller arasında bunun böyle olmadığını gören ve hatta yer yer savunanlar olduğu halde bunu kendi çıkarları için böyle eyler. Batı kafası kendi devamını bunda görür.

Bu gidiş karşısında yapılması gerekenlerden biri de çağdaş İslam edebiyatını, bütün coğrafyalar itibarı ile tanımaktır. Bu bizim susamak kadar hakkımızdır.

Bilinçaltımıza çocukluktan yerleşmiş Avrupa şehirlerini görmek arzusunu, gönlümüzün Haleb`i, Şam`ı, Kahire`yi, Tebriz`i, İsfahan`ı, Kualalumpur`u görme ve tatma özlemi dengeliyor artık.

Edebiyat, sanat, kültür de aynı. Komşu ülkelerin edebiyatı, sinemasıyla lâubalî olmaya ihtiyacımız var. Doğal bir yöneliş olmaz mı bu?

Sosyalist tehdit döneminde Yunanistan`ın, Bulgaristan`ın, Sovyetler Birliği`nin edebiyatı yoğunca tanıtılmıştı. Bir propaganda savaşı özelliği taşıyordu.

Şimdi Türkiye`deki asıl edebiyatla birlikte, Irak, Suriye, İran, Makedonya, Bosna edebiyatlarını tanımalı ve bunun kan dolaşımını gerçekleştirmeliyiz. Elimin altında Prof. Mehmed Kanar`ın Çağdaş İran Edebiyatının Doğuşu ve Gelişimi bulunuyor. (iletişim Y.) Tatmin edici bir naklî incelemedir. Çağdaş İran edebiyatının bütün yönlerini veriyor. Klasik ile modern arasındaki gerçekleşimler bağlamında aydınlatıyor. Karşılaştırmalı edebiyat psikolojimizi besliyor. Türk Edebiyatına yeni çağrışımlar uyandırıyor. Darısı Çağdaş Irak, Suriye, Mısır edebiyatları çalışmalarının başına.

Bir de sinemalar tabiî . Cihan Aktaş`ın İran Sineması bir ilk olmuştur.