Sohbetimizin öznesinde Eğitimci Yazar Mustafa Uslu ile eğitim ve okur yazarlığa dair bir söyleşi gerçekleştirdik. “Çocuk, doğumdan okul öncesi eğitim dönemine kadar ailesinin yanındadır. Bu yüzden anne babalar çocuğun ilk öğretmenleri sayılabilir.” şeklinde yorumlayan Mustafa Uslu, Nurettin Topçu'nun, “Çocuklar için ahlakın kaynağı, aile ocağıdır.” sözü ile konunun önemine işaret etti.  

Eğitim ve kitaplara adanmış bir ömür, tabiat âşıkı Mustafa Uslu, Uşak-Eşme’de doğdu. DEÜ Buca Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümünden 1988’de mezun oldu. Resmi ve özel okullarda öğretmenlik ve yöneticilik yaptı. İstanbul Valiliği Türk Dünyası ve Akraba Toplulukları Koordinatörlüğünde çalıştı. İstanbul İl Millî Eğitim Müdür Yardımcılığı görevinde bulundu. Kültür Bayrağı, İstanbul Eğitim ve Kültür Dergisi, Adım Adım Doğaya Yolculuk, Güzel Türkçemizi Güzel Konuşalım, Mehmed Akif ve Safahat Bilgi Yarışması, Müze Yoluyla Eğitim, Oku-Araştır-Düşün-Konuş Münazara Etkinlikleri, İmam Hatip Liseleri Bilim, Kültür ve Sanat Günleri, Öncü İmam Hatip Lisesi/Ortaokulu, İstanbul İmam Hatip Okulları Bilgi Sistemi, İstanbul Veli Akademileri gibi pek çok projenin yapım ve uygulama sürecini yönetti. Edebiyat, eğitim, inceleme, araştırma, biyografi, derleme, hikâye türlerinde kitapları ile çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları bulunuyor.
WhatsApp Image 2023-10-16 at 10.43.55

Değerli Hoca’m söyleşimize sizi okurlarımıza daha yakından tanıtarak başlamak isteriz. Mustafa Uslu kimdir?

Mustafa Uslu, her fani gibi gitmek üzere dünyaya gelmiş bir kuldur. Çocukluktur, gençliktir, dağdır, ovadır, tarladır, bağdır, bahçedir, okuldur derken öğretmen oldum. Çocukluktan itibaren yaşadığım zorluklardan ve sıkıntılardan o dönemde şikâyetçi olsak da her zorluk ve sıkıntının bir kazanım olduğunu yeni yeni fark ediyorum desem mübalağa yapmış olmam. Altı çocuklu bir ailenin en küçük çocuğuyum. İlkokula başlamadan okuma yazmayı öğrendim. Köyümüzün birleştirilmiş sınıf, tek derslikli ilkokulunda okudum. Beş yılda dört öğretmen değişti. Dağ köyü olunca kimse uzun süre kalmıyordu. İki yıl aranın ardından gittiğim imam hatip ortaokulu ve lisesinde okumak nasip oldu. Sonra üniversite yılları ve öğretmenlik... Hiçbir şey kolay olmadı. Ben az çalıştım, Rabbim çok yardım etti.

Biliyoruz ki Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde her kademede görev aldınız ve çok kıymetli katkılarınız, çalışmalarınız oldu. Gözlemlerinize dayanarak bir bütün olarak ülkemizde eğitim hakkında düşünceleriniz nelerdir?

Ben öğretmen olmak için okudum ve oldum. İdareciliği düşünmemiştim. Bütün niyetim iyi bir öğretmen olmak, fırsat bulursam akademik çalışmalara yönelmekti. 90’lı yılların başında lisedeki edebiyat öğretmenim kalkıp İstanbul’a geldi ve beni Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünün müdürü olan arkadaşıyla tanıştırdı. Benim vasıflarımı anlattı. O da irtibatı kesmeyelim dedi. Çükü öğretmenim, “Yarın bir kitap yazarsın, bir söz söylersin. Mustafa Uslu olarak yazdığın yazı, söylediğin söz önemsenmeyebilir. İsminin başında bir Dr. ibaresi olursa önem kazanır.” diyordu. O bunları söyledikten kısa bir süre sonra okulda müdür yardımcısı ihtiyacı oldu. Disiplinlisin, titizsin, çalışkansın, gençsin, dinamiksin, önün açılır diyerek bizi ikna edip okulda müdür yardımcısı olarak uygun gördüler. Kendimi müsteşar yardımcısı gibi hissetmiştim. Aşkla, şevkle öyle bir başladık ki ne akademik çalışma yapma, ne yazma aklımıza geldi. Öğretmenimin önerisini ihmal ettiğim ya da ihmal ettirildiğim o gün, benim gelecek adına yanlış bir karar vermeme sebep oldu. Otuz beş yıl. Beş yılı özel okul olmak üzere yirmi bir yılı fiilen okullarda öğretmen ve idareci olarak geçti. Geriye baktığımızda vefakâr öğrencilerimiz ve yaptığımız çalışmalarla teselli buluyorum. Bir süre İstanbul Valiliğini bünyesinde yabancı öğrencilere hizmet veren bir birimde kültürel çalışmalarda bulundum. 2009 yılı ekim ayından itibaren İstanbul İl Millî Eğitim Müdürlüğünde müdür yardımcısı olarak göreve başladım. Altı yıl görevlendirme, altı yıl kadrolu olarak görev yaptım. 2021 yılı ağustos ayından beri şahsımız için uygun görülen araştırmacı unvanıyla araştırıyorum.

Eğitim konusu herkesi ilgilendiriyor.İnsan hayatının en önemli süreci. Üstelik o kadar da dallı budaklı, kollu kanatlı. Fakat hem sistem hem veli olarak akademik başarıya / sınav başarısına odaklanmamız bir takım olumsuzlukları beraberinde getirdi. Çocuklarımızı iyi iş, iyi maaş, rahat bir hayat için yetiştirmeyi hedeflemeye başladık. Onların yeteneklerini, becerilerini, psikolojik sağlamlık ve manevi gelişimlerini ihmal ettik. Mesleki eğitimi ihmal ettik. Aslında öğrencilerin en az dörtte üçünün mesleki eğitime yönlendirilmesi gerekiyor.

WhatsApp Image 2023-10-16 at 10.43.56

İlk eğitim yuvasının aile olduğu kabulü ile ebeveynlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Nurettin Topçu, “Çocuklar için ahlakın kaynağı, aile ocağıdır.” der.  Çünkü çocuk, doğumdan okul öncesi eğitim dönemine kadar ailesinin yanındadır. Bu yüzden anne babalar çocuğun ilk öğretmenleri sayılabilir. Çocukların öğütlerden çok, iyi örneklere ihtiyacı vardır. Bu nedenle anne babaların tutum ve davranışları önemlidir. Çocuk, çevreden ve okuldan önce anne babasının etkisi altındadır. Anne baba olmak, hele hele bilinçli bir anne baba olmak, başlı başına özel beceri gerektiren bir meslek, ücret olarak hiçbir maddi bedelin karşılık olmayacağı bir iş, muhteşem bir sanat olduğunu söylemek mübalağa olmaz. Önemli olan çocuğun geleceğe hazırlanmasıdır. Kendini ve yeteneklerini keşfetmesidir. M. Montessori, “Bir çocuğa kendi başına yapabileceğine inandığı hiçbir işte yardım etmeyin.” der. Aman sen otur, ben yaparım. Sen yorulma, ben yaparım. Sen çalış, ben yaparım, dediğimizde iyilik yaptığımızı zannediyoruz. Belki birtakım başarılar elde ettiriyor olabiliriz ama beceri kazanmalarını engelliyoruz, yeteneklerini keşfetmelerini engelliyoruz, sorumluluk bilinçlerinin gelişmesini engelliyoruz, dirençli olmalarını engelliyoruz. El bebek, gül bebek büyüttüğümüzde çocuğu doğru yaptığımızı zannediyoruz.

Ebeveyn olmak, bilinçli ebeveyn olmak çok önemli. Bunun bilincinde olarak bir proje çalışmamız oldu İstanbul Veli Akademileri diye. İsim, logo ve içerik tamamen tarafımdan hazırlandı. Tabi ilgili arkadaşların, alan uzmanlarının da görüşleri alınarak. Temel amaç; okul-veli arasında iletişim ve iş birliğini güçlendirmek, çocukların eğitim ve gelişim süreçleriyle ilgili olarak ebeveynleri bilinçlendirmekti.

 Bir eğitimci olarak meslektaşlarınıza söylemek istedikleriniz?

Eğitimle ilgili görüş, düşünce ve önerilerimi maarifinsesi.com sitesindeki köşemde yazıyorum. Merak eden meslektaşlarım oradan takip edebilir. Ancak ben yine de cevap mahiyetinde birkaç söz söyleyeyim. Meslektaşlarım mutlaka okusunlar. Ellerinde ders kitaplarının dışında bir kültür kitabı görsün öğrenci. Bu roman olur, hikâye olur, deneme olur, şiir olur, tarih olur, biyografi olur… Ama mutlaka olsun. Sonra öğrencilerin ruhuna dokunulsun. Konuşmuyor, söz almıyor, ödev yapmıyor… diye kestirip atmasınlar, iletişimi koparmasınlar. Mutlaka bunun nedenini öğrensinler. Varsa sorun yardımcı olsunlar, öğrenciyi cesaretlendirsinler. Sadece sınav başarısına takılıp kalmasınlar. Okumaya teşvik etsinler. “Okuyan insan düşünür. Düşünen insan yorumlar. Yorumlayabilen insanın buluş gücü artar, sorun çözme becerisi gelişir.  Buluş gücü artıp sorun çözme becerisi gelişen insan hayatta başarılı olur.” Bu sözüm bir teşvik vesilesi olsun okuma konusunda. Bir de “Yeteneği olmayan değil, yeteneğini fark edemeyen ya da yeteneği fark edilmeyen insan vardır.” anlayışından hareketle öğrencilerinin yeteneğini ya fark etsinler ya da fark ettirsinler. Ayrıca seslerini bilinçli kullansınlar. Bu hem iletişim hem ses ve boğaz sağlığı açısından oldukça önemli.

WhatsApp Image 2023-10-16 at 10.43.58

Eğitimciliğin yanı sıra, ilk günden bugüne sürekli gelişerek, çoğalarak çok kıymetli eserler kazandırdınız. Yazma hikâyenizi bizlerle paylaşır mısınız?

Okuyup yazmayı öğrendiğim günden beri okumaya ve yazmaya merakım başladı desem yanlış söylemiş olmam. İlkokul 4. sınıfta şiir yazdığımı, yazdığım şiiri bir ağabeyimin beğenmeyip dalga geçtiğini hatırlıyorum. Ortaokul ve lise yıllarında mümkün olduğu kadar okuyup yazmaya çalıştım. Okuduklarımıza, demiryolu boyundan bulup düzelterek okuduğumuz gazeteler dâhil. O zamanlar bulunduğumuz köy veya ilçede kitaba ulaşmamız oldukça zordu. Kitap satan kırtasiye neredeyse yok. Halk Kütüphanesine gittiğinde memurdan fırça yemeye hazır ol. Hatta okulumuzun doğru düzgün bir kütüphanesi bile bulunmuyordu. Yazmaya gelince, yazıyorduk ama basit şeyler yazıyorduk sanırım. Bir de yol gösterenimiz, rehberlik yapanımız, destek olanımız yoktu. Hatta buna bazı öğretmenler de dâhil. Hafife alınmak, ilgilenilmemek, görmezden gelinmek, önemsenmemek... Deneme yanılma ve el yordamı yoluyla yazıp çalıştım. Özellikle lise yıllarında kendi gayretlerimle bazı dergiler ve kitaplar edindim. Mavera, Yönelişler, Aylık Dergi, Diriliş, Edebiyat, Yedi İklim, İktibas, Dergâh vd. bu dergilerden aklıma gelenler. Devamlı takip ettiğim bir dergi yoktu ama tanıtım maksadıyla temin ettiğim güzel bir dergi arşivim vardı. Fakat köyden ayrıldıktan sonra soba tutuşturmak amacıyla kullanılmış bunlar. Sözün özü: Edebiyat merakımın okuma yazmayı öğrendiğim günden itibaren var olduğunu düşünüyorum. Sonra ortaokul yıllarında sembolik bir yayınevi kurmuştum. İkinci üçüncü sınıf düzeyinde olabilir. Yaz tatillerinde defterlerin artan sayfalarını kesip el kadar 8-10 sayfalık kitaplar yapıyordum. İki yayın evi de kurmuşum. İleri Yayınevi ve Şiir Edebiyatı Yayınları. Çocukluk işte. Bir de merak. 4-5 kitap yapmıştım böyle. Kitabın adı. Hazırlayan veya yazan Mustafa Uslu. En altta yayınevinin adı ve logosu. Ne güzeldi. Hepsini tükenmez kalemle yazıp yapıyordum. Keşke şimdi elimde olsalar.

Kitap fuarları, okullarda düzenlediğiniz etkinlikler, yazarlık ve eğitimcilik tecrübesi harmanlandığında Türkiye'nin okur psikolojisi üzerine tahlillerinizi paylaşır mısınız?

Kitap fuarları bizim ülkemizde her nedense kitap satışlarıyla doğrudan ilişkilendiriliyor. Aslında fuar, öncelikle belli yer ve zamanda ürünlerin sergilendiği, tanıtımının yapıldığı yerdir. Bizde satış önce geliyor. En azından yayıncıların çoğu böyle görüyor fuarları.

Kitaba önem verip kitap okumayı önemli bulsak da kitap okuma seviyemizin yeterli olmadığı kanaatindeyim. Ancak gençlerimizin, çocuklarımızın kitap okumasını çok istiyoruz. En azından onların kitap fuarlarına gidip kitabın bulunduğu ortamın havasını teneffüs etmesi, yazarları görüp tanıması, kitaplara dokunması bir avantaj. Fakat hangi kitapların alınıp okunduğu da önemli. Öğretmenlerin, ebeveynlerin buna dikkat etmesi gerekiyor. Yoksa çocukta, gençte yanlış duyguların, düşüncelerin, hayallerin oluşmasına sebep olabilecek bir hayli yayın var.

Kitap fuarlarında daha çok popüler yazarları, popüler kitapları tercih ediyor okuyucu. Yayınevive medya da belirleyici oluyor bunda.Yazarın bireysel bir okuyucu kitlesi oluştuysa ilgi fevkalade ama bu oluşmadıysa bireysel anlamda bir cazibesi yok fuarların. Burada bir camiaya, bir teşekküle mensubiyet de önemli. Bazı kesimlerce bir yönüyle parlatılan, yüceltilen, popüler hâle getirilen yazarlar var. Biz, hayatımızda kitabı öncelikli hale getiremedik. Fuarlara katılıp fuar alanında yemeye içmeye verdiği parayı, kitaba veremeyen, vermeye yanaşmayan, kıyamayan insanlarımız var hâlâ.

WhatsApp Image 2023-10-16 at 10.43.57

Bahar Gelince hikâye kitabınıza ilham olan tabiat düşkünlüğünüz hakkında neler söylemek istersiniz?

Ah benim Bahar Gelince’m… Bir türlü baharı gelmeyen canım kitabım. İnşallah günün birinde hak ettiği ilgiyi görecek de ben onu görür müyüm bilmiyorum.Eski bakanlarımızdan Nabi Avcı Bey, Ağaç Diken Adam diye 60-70 sayfalık bir kitap tavsiye etmişti geçmişte. Sanırım bir Fransız yazar yazmış, ne kadar basıldığı, hangi dillere çevrildiği belli değil kitabın. Çok satan bir kitap Ağaç Diken Adam. Çobanlık yapan bir adam dağı ağaçlandırmış. Onu anlatıyor. Yine Elma Ağaçları diye Amerikalı bir yazarın kitabı var. O da pek çok dile çevrilmiş ve çok sayıda baskısı var. Ama Bahar Gelince, onlardan bir adım öndedir diye düşünüyorum. Çünkü güncel ifadeyle “yerli ve millî” bir çalışma. Ancak yeterli ilgiyi gördü mü? Hayır!Oysa kahramanlar bizim, mekân bizim, olay bizim. Bizim insanımıza mesaj veriyor. Girişimciliği, doğa sevgisini, ümitli olmayı tavsiye ediyor. Fakat yabancı ya da popüler bir yazar tarafından yazılmadığı için yeterli ilgiyi henüz göremedi. “Stresi olanların stresini gideriyor, mutsuzları mutlu ediyor, saçları dökülenlerin saçını çıkartıyor, beyazlıkları asıl renginde dönüştürüyor, midesi ağrıyanların ağrısını geçiriyor. Gönüllere baharı ve huzuru getiriyor, haberiniz olsun...” desek de hâlâ haberi olmayanlar var.

WhatsApp Image 2023-10-16 at 10.43.57 (2)

Eğitim, tabiat, okumak, yazmak... Son olarak eklemek istedikleriniz?

Eğitim denince hemen akla okul, öğretmen, ders ve eğitimle ilgili diğer muhteviyat geliyor. Aslında en iyi okul, en öğretmen, en iyi sınıf tabiattır.  En güzel gözlemler orada yapılır, güzellikler orada yaşanır, en güzel dersler oradan alınır. Tabiat ruhun huzur bulduğu yerdir. Tabiat; ruha ferahlık verip iyileştirir, gönlü güzelleştirir; stresi ve yorgunluğu giderir, dinlendirir; üzüntüyü, gamı, kederi, kasveti, bunalımı, dertleri unutturur; negatif enerjiyi pozitife çevirir; hastalıkları iyileştirir; tefekkür kalelerinin kapılarını açar, ilham verir; arzu edenlerin de spor vasıtasıyla bedenine güç katar, zindelik verir. Hatta ve hatta Rabbe şükür için muazzam bir vesiledir.

Lakin insanlık ve yeni nesil, adım adım tabiattan uzaklaşıyor. Bu cümle hafif oldu. Koşarak tabiattan uzaklaşıyor.

Anadolu’nun bağrından bağını, bahçesini, tarlasını, merasını bırakıp taşı, toprağı altın İstanbul’a gelmiş. Niçin? Daha çok kazanmak, daha konforlu bir hayat yaşamak, çocuklarına daha iyi eğitim aldırmak için. Niçin? Çaydan, çamurdan, tozdan, topraktan kurtulmak için. Lakin hafta sonları piknik alanları, boş araziler, arsalar dolup taşıyor. Hele bir de mangal yapma imkânı varsa tozdan dumandan göz gözü görmüyor. El yordamıyla dolaşıyorsunuz. Bunu köyünde, kasabasında bir kez bile yapmayan insanlar, neden bunu yapıyor? Mangal, piknik bahane. Fıtrat toprağa yakınlık istiyor. Fakat bizim yaşam alanlarımız, evlerimiz bizi topraktan uzaklaştırıyor. Uzatmadan söyleyeyim. İnsanın toprağa, tabiata ihtiyacı var. Ruhen, bedenen, zihnen buna ihtiyacı var. Öğrenecekleri için ihtiyacı var. Hayatı için ihtiyacı var. Bir akademisyen arkadaş, “Öğretmen adayı öğrencilerimi köyüme davet ettim. Kendi bağımızda, bahçemizde ağırladım. İlk defa dalından domates, biber, incir, üzüm koparan öğrencilerim oldu.” demişti. Bu çok dramatik bir durum.Evet, yeni nesilden çileğin ağaçta yetiştiğini düşünenler var. Haklı çocuk? Çünkü onları ya manav tezgâhında görüyor ya da sofrada.

Bu yüzden biraz da çocukluk ve gençlik döneminden kalan alışkanlıkla tabiatı seviyorum. Zihninizin, gönlünüzün darlığını alıyor. İlham veriyor. Oradaki gelişim ve değişimi takip ediyorsunuz. Keşiflerde bulunuyorsunuz. Nimetlerinden istifade ediyorsunuz. Var olmayı, yok olmayı, mücadeleyi görüyorsunuz. Bir hayli birikim elde ediyorsunuz. Okuyorsunuz. Tabiatta aldığınız eğitim insanı düşündürüyor, söyletiyor; yazma yeteneği varsa yazdırıyor, resim yeteneği varsa çizdiriyor, fotoğraf sanatıyla meşgulseniz envaiçeşit manzara orda. Daha ne olsun!

Yayınlanmış eserleri: 1- Ansiklopedik Türk Dili ve Edebiyatı Terimleri Sözlüğü, 2- Anne-Baba Rehberi (3 Cilt), 3- Şiirden Şuûra (Bercesteler), 4- Meselâ Hayat (Hikâye), 5- Bahar Gelince (Hikâye), 6- İstikamet (Hikâye), 7- Hâlimiz Budur (Hikâye), 7- Aşk Yolcusu (Hikâye), 8- Yunus Emre / Gönlüm Düştü Bir Sevdaya, 10- Hakkın Sesi Mehmet Âkif, 11- Milletin Sesi İstiklâl Marşı, 12- Cümle Kapısından Kalbe Girmek / Ölçüler ve Hikmetler (Derleme), 13- Cümle Kapısından Kalbe Girmek / Öğütler ve Düşünceler (Derleme), 14- Fatih Sultan Mehmet Han / El-Muzaffer Diama; Anadolu’nun Kandilleri Serisi: 15- Hoca Ahmet Yesevî, 16- Mevlâna, 17- Yunus Emre, 18- Ahi Evren, 19- Hacı Bektaş Velî, 20- Akşemseddin, 21- AzîzMahmûdHüdâyî, 22- Nasreddin Hoca, 23- Hacı Bayram Velî, 24- Şeyh Edebâli