Yapımcı, spiker ve sunucu olarak tanınan Harun Yöndem’in dolu dolu öyküsünü öykü kitabı üzerinden konuştuk. 

Harun Yöndem’in öyküsü 1952’de Giresun Görele’de başladı. TRT kökenli Yöndem çeşitli radyo ve televizyon kuruluşlarında çalıştı. Reklam, fuarcılık ve organizasyon sektörlerinde çalışmalarda bulundu. Özel radyoda haber-yorum programları hazırladı. Belgesel ve tanıtım filmleri yaptı. Bazı yapım ve organizasyonlar gerçekleştirdi. Sanat hayatına şiirle başladı. 1984’de Mamak Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun kuruluşunda bulundu. Bir senaryosu Kültür Bakanlığı tarafından film olarak çekildi. 1995-2002 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Gösteri Sanatları Merkezi’nde tiyatro öğrencilerine “Diksiyon” dersleri verdi. Yeditepe Üniversitesi, Sabahattin Zaim Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak derslere girdi. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde derslere girmeye devam etmektedir.  Çok sayıda sivil toplum kuruluşunda alanıyla ilgili dersler ve seminerler vermektedir. 

WhatsApp Image 2023-11-02 at 08.49.38

O Benim Gençliğimdi” öykü kitabınız gün yüzüne çıktı. İlk öykü merakınız ne zaman başladı, kitabın hikâyesini bizimle paylaşır mısınız? 

Bende öykü merakı 13-14 yaşlarındayken başlamıştı. Galiba o zaman da en fazla üç beş öykü okumuştum, onlara benzer bir şeyler yazmaya çalışmıştım. Son yıllarda yaşadığım ya da içinde olduğum birkaç olayı öykü olarak dillendirdim. Öykü olarak yazıya döktüm. Sonra da çok daha önemli bir olayı yani belli bir boyutunda bulunduğum olayı roman olarak yazmaya heveslendim ortaya öykü çıktı. Çok güvendiğim bir edebiyatçı arkadaşıma gönderdim. Kahraman sayısı az yeni karakterler katarak romanlaştırmayı düşünüyorum ne dersin dedim. O da hayır böyle kalsın dedi. Bir iki arkadaşa daha okuttum bu böyle kalsın, bunu böyle yayınla dediler. Birisi böyle yayınla ama bu kısa kalır diye tavsiyede bulununca ben de yanına daha önce yazdığım kısa öyküleri koydum. Onun dışında da başka öyküler koydum. Şunu söylemeliyim öncelikle, bu öyküler tamamen realisttir yani tamamen gerçeğe dayalıdır. Elbette kurgu vardır. Ama bir şekilde kıyısından, köşesinden yaşanmışlık öğrenmişlik de vardır. 

Öyküde zaman hangi yıllara dayanıyor? 

Öğrencilik ve ilk memuriyet yılları var. Benim yayıncılıkla ilgilendiğim sonraki yıllar var. Dahası çok daha önce benim hayatımda çok önemli bulduğum, kendi köyümün, memleketimin yaşadıkları, ailemin yaşadıkları var birkaç hikâyede. 

WhatsApp Image 2023-11-02 at 08.49.13

Memleketinizden ve köyünüzün tarihinden bahsetmek ister misiniz? 

Kendi köyüm Giresun’un Görele ilçesinin Terziali Köyü. 1916 yılında bir bayram günü ya da Ramazan günü tam gününü söylemem zor ama fındık toplama mevsimi geldi gelecek muhtemelen Temmuz sonu olabilir Rus işgaline uğruyor. Bölge Rus işgaline tümüyle uğramış oluyor, orada Rus işgali Harşit’te duruyor. Tabi durdurulma da var. Bu sebeple bizim ilçemiz iki yıl kadar Rusların Osmanlı’ya karşı sınır kasabası, serhat kasabası oluyor. Rus orduları diğer ilçelerimizi bombalıyorlar. O sırada hayatın en zor işlerinden biri “gitmek mi zor kalmak mı zor”  işte bunu yaşıyor benim büyük dedem. Buradan gidelim mi gitmeyelim mi, gidersek ne olur gitmezsek ne olur? Fakat olayların akışı içinde farklı bir gelişme oluyor, onu hikâyeleştirdim. Orda bir tür belgesel gibidir zaten hiç hayali bir şey koymadım. O devirde ne olabilirse onlar vardır.  Atlarıyla veya at arabalarıyla (bunlar sayıca azdı memlekette) ama merkeplerle, sığırlarla o yörenin hayatı tümüyle verilmeye çalışılmıştır. Aslında herkes yaşlanınca, bizim gibiler özellikle kendi köyüne dönüş yapıyor. Ve köyü ile ilgili birtakım şeyler yazıyor. Ben baktım ki bunu yazan arkadaşlar var. Hatta sözlük bile çıkarmaya niyetlenmiştik, onu bile yazanlar var. Dolayısı ile ben de bunu iki hikâye ile verdim. Kümbül Emine, bizim mahallede yaşayan ama benim görmediğim sadece bir su kaynağından, pınardan adını bildiğim bir kişiliktir. Diğerinde de bir dedenin hikâyesini anlatıyorum. Kümbül Emine, zannediyorum 1950’lere kadar yaşamış oluyor. Dede ise sadece Birinci Dünya Savaşı yıllarını. 

Üniversite olaylarını detaylandırmasanız da Yeni Dekan öyküsünde belirttikleriniz var, bu konuda neler söylemek istersiniz? 

Yakın döneme gelince... Türkiye’nin en zorlu dönemini yaşadık. O dönemle ilgili gözlemlerimiz, anılarımız hayli fazla. Aslında o dönemden çok şey çıkacak, yazmak istediklerim var. İnşallah yazabilirim.  Olaylara çok girmemeye çalıştım. Ama kampları, grupları belirttim. O çok nettir. Hatta bir Hoca komşum olmuştu son yıllarda, o anlatmıştı. Onun hikâyesi üzerinden de farklı bir yaklaşım sergiledim. Belki o yıllardaki aklımıza göre Hocanın yaptığı doğru değildi ama sonraki yıllarda Hocaya da hak vermemek elde değil. Zaten sosyal olaylarda tümüyle bir tarafın haklı olduğunu kabul etmek haksızlık olur yani şöyle biraz tepeden objektif baktığınızda kimdi bunu başlatan, belki oradan hareket edilebilir. Aksi halde olayların içinde haklı ile haksız hep karışır. 

WhatsApp Image 2023-11-02 at 08.49.48

Öğrencilik yıllarınızı bizimle paylaşır mısınız? 

Öğrencilik yılları, tabii ki bugün kolay kolay yaşanmayan bir öğrencilikti. Ben ilkokulu köyümde okudum, ortaokulu ilçe merkezinde. Sonra başka bir şehre yatılı öğretmen okuluna gittim. Oradan da yüksek öğretmene seçildim, bugün olmayan bir sistem bu. Dolayısı ile son sekiz dokuz yılım yatılı olarak geçti. Yatılılığın en güzel yanı şudur: Çay parasını buldunuz mu gerisi problem değil. Ekmek elden su gölden, bize yol parası dahi verirdi okul. Yıllık giysi parası da verirdi. Sadece yeme içme dışında ciddi bir destek alıyorduk. O günün şartlarına göre kaldığımız yerlerde olağanüstü, her an, her sabah sıcak suyumuz vardı. Binalarımız kaloriferliydi, iki kişi bir odada kalıyorduk. Odalarımız ferah ve güneş alıyordu. Çok güzel bir ortamdı. Ankara’da Beşevler’de şimdi Milli Eğitim Bakanlığı kampüsü olarak kullanılan yer o dönem Ankara Yüksek Öğretmen Okulu bizim eski okulumuzdur. Konferans salonu vardı, şimdi Şura Salonu adı. Spor salonu vardı. Mesela ben o Şura Salonunda doğduğumu kabul ederim. Benim ilk sahne deneyimim orda gerçekleşti. Diğer tarafta da fakülte öğrencisiyiz, fakülteye gidiyoruz. Çok zorlu bir dönem, o dönemde benim öğrenciliğim çok başarılı bir öğrencilik değildi. Hayli uzadı. Ama çok şeyler yaşadık, bunlar bir şekilde hikâyelere geçmiş olabilir. Yüksek Öğretmen Okulu ile ilgili birkaç hikâyem var ama mesela Fen Fakültesi ile ilgili hikâyem yok. Satranç Şampiyonu’nu düşünürken, bizim fakültenin karşısında da bir kahvemiz vardı. Hatta son on yıldır gidemedim. Ondan önce gittiğimde Kahveci Suat “Hoş geldin abi” ya da “Hoş geldin Hocam” derdi. Kahve müdavimi değildim, gider çay kahve içerdim ama niyeyse tanırlardı bizi, bir itibarımız vardı demek ki orada da. Fakülte binası soğuktu. Mimarisi eski tarzdı, karşılıklı iki bina, tavanları çok yüksek, amfi kocaman, 300- 400 kişilik amfiler büyük, küçükler de var ama böyle bir yerdi. Bütün bunlara rağmen zaman içinde oranın da ne kadar kıymetli bir mekân olduğunu öğrendik. Öğrenciliğim biraz uzun sürdü, belli bir döneminde kamuda çalışıyordum. Memuriyet dönemi de vardı, o da bir şekilde uzamasına vesile oldu. Birçok hikâye yaşandı tabii ki öğrenciliğimde. Buraya onlardan birkaç tanesini sundum. 

Kefir öyküsü ve TRT yıllarınız…

Kefir’deki kişilik belki ismi çok güzel olmadı onu bir başka sefere değiştirebilirim. Çok özgün bir kişiliktir, anlatıldığı gibidir. Orada kurgu olabildiğince azdır. Ancak gerçeği odur. Kendisi maalesef 70’li yaşlarda iken Oran’daki TRT Genel Müdürlüğü’nden aşağıya yola iniyor ve o yolda bir trafik kazasında hayatını kaybediyor. Çok değerli bir hanımefendiydi. Allah rahmet eylesin. TRT yıllarında br Anadolu gezisindeki olayı anlattım. Orda da kurgu var elbette ama olayın gerçek olan boyutları da var. 

WhatsApp Image 2023-11-02 at 08.50.59

Kitaba niye böyle bir isim verdiniz, okur nasıl bakıyor? 

Şöyle bakıyorlar aslında Sevgili Hülya, şimdi bu kitap “O Benim Gençliğimdi” adını alınca buna anılar demeti gibi bakıyorlar. Bu anılar demeti değil. Bu her şeyden önce öykü ve bu bir edebi eser. Hoş, anı da edebiyat ama yani anı değil, onu öncelikle söyleyeyim. Niye böyle bir isim verdim? Hikâyelerden birinin adı olmasın diye, o çok alışılmış bir şey. Öykülerden birinin adını koyarsın o onun olur, sonra sadece o öyküye ilgi gösterilir. Hatta uzun öykünün adını koyalım diye de öneride bulunmuştu bana yayıncım, ama ben uzun öyküye hayır, o öyle kalsın istedim. Bu adı kendim buldum. Bu adı nerede bulabiliriz:  Bu adı belki bütün öykülerde bulamayız ama üç beş öyküde vardır. 

TRT kökenli bir spiker ve program sunucusu olarak, okurlarınıza sesli kitap sunma düşünceniz var mı? 

Üzüldüğüm bir şey var. Nedense piyasa bizim TRT kökenli seslere çok itibar etmiyor. Bir tek rahmetli Sacit Onan’a biraz itibar etmişlerdi. Geçen gün düşündüm, şu anda Cumhuriyet’in 100’üncü yılı bir yığın reklam, kamu spotu yayınlanıyor. Bunların hiçbirinde benim sesim yok. Niye yok? Onlar daha mı iyi, bu mukayese edilmez, ama haksızlık. Sonra düşündüm ki ben yokum, tamam. TRT kökenli kim var, hiç kimse yok. Bu nasıl bir şeydir, niye böyledir, şahsen çözebilmiş değilim. Dahası meselâ Kültür Bakanlığı, Kültür Yolu Festivalleri var onlarda da yine böyle dışardan bir ses var. Ama biz yokuz. O yüzden kitap seslendirme piyasasında da bizimkiler fazla yok. Sadece benim küçük bir şansım belki de biraz da eski dilin ağırlıkta olduğu metinlerdi. Benim sesimden iki tane kitap var sesli kitap olarak. Biri Ahmet Rasim’in Ramazan Sohbetleri diğeri de yine Ahmet Rasim’in bir eseri Eşkâl-i Zaman. Bunlar TRT’nin özel bir sitesi var podcast olarak orada yayında. Kendi kitabımı zaten yayıncımla konuşmuştuk. Eğer bir gün sesli kitap olacaksa ben seslendireceğim. İnşallah nasip olur.

Spikerlik, sunuculuk, radyo programcılığı diksiyon ile ilgili aktarmanız gereken bir birikiminiz var. Etkili konuşma, diksiyon ile ilgili bir çalışmanız var mı eser sunmayı düşünüyor musunuz?

Düşünüyorum. Düşünmüştüm de galiba sadece düşüncede kalacak, öyle bir tehlike var. İsmini dahi koymuştum, başladım da. Şöyle bir durum var. Biz bu işlere başladığımızda bu alanda doğru dürüst kitap yoktu. TRT’nin teksir olarak dağıttığı notları vardı. Ayrıca işte tiyatro öğrencileri için, konservatuvarlar için Nüzhet Şenbay’ın kitabı vardı. Bu alanın en önemli kitaplarından birini ise ben yirmi yıl sonra falan buldum. “Konuşma Dilimiz” 1948’de basılmış, belirli sayıda. Günümüzde birçok kitap çıktı ve doğruluklarını da tartışabilirim. Doğruların oturması lazım. O yüzden yazayım mı yazmayayım mı, sadece bu işe meraklı birine hitap ederek mi yürüyeyim, yoksa konuşmacı olmak isteyen birine mi sesleneyim, burada tereddütteyim. Dahası birkaç yere de yayına hazırlıyorum diye adını vermiştim. Adı da “Konuş-mama Hakkına Sahipsin” yani mama hakkına sahipsin, ama sen konuşmama hakkına da sahipsin, yani ne olur konuşma. Beş yıl on yıl önce bakış açım biraz da böyleydi. Ama bugün daha hoşgörülü oldum. Kimseye konuşma, demek istemiyorum. Konuş tabi herkes konuşsun. 

WhatsApp Image 2023-11-02 at 08.50.33

TRT spikeri, yapımcı, şair, öğretim görevlisi farklı iş rolleriniz var. Takdir edersiniz ki ayırt etmek çok zor ama sizi daha heyecanlandıran, birisi daha ağır basıyor diyen Harun Yöndem hangisidir? 

Bu zor bir soru. Ayırt etmek çok zor, galiba ben bunların hepsini çok seviyorum.

Bu rollere eklemek istedikleriniz olur muydu?

Olurdu tabi. Başka şeyler de yapmak isterdim. Meselâ ben yönetmenliğe hiç soyunmadım. Tiyatro için gençlik dönemimde yapmıştım. Belgeselde bile yönetmen bir arkadaşımızdı, yani onun alanı diye. Ne belgeselde, ne sinemada yönetmenliği düşünemedim. Bu arada fotoğraf da var. Birkaç sergiye katıldım. Fotoğraf sanatçısı diyemem kendime o biraz haksızlık olur. Ama sergiye girdi fotoğraflarım. Yunus Emre albümünde bir iki ezgi söyledim. Biraz daha o alanda gelişmeyi arzu ederdim. Fakat müzik kulağım yeterli değil. 

Yunus Emre albümünüz hakkında neler paylaşmak istersiniz? 

Yunus Emre yılı dolayısı ile yaptık. Orda da yine belgesel mantığı ya da fen bilimleri okumuş olmanın mantığı işin içine girmiş olabilir. Sosyal medya diye bir olgu var karşımızda, çeşitli mecralarda Yunus Emre şiirleri seslendirilmiş. Yunus Emre şiirlerinin yazılı hale getirilmesinde bazı farklılıkları kabul ederim. Çünkü farklı nüshalardan yararlanmış olabilirler. Farklı yerler, farklı nüshalar var. O kabul edilebilir. Ama bunların seslendirilmesinde yanlış,  çoğu da cehaletten kaynaklanan yanlış asla kabul edilemez. Eğer bir kelimenin günümüzdeki söylenişi gerçeği verecekse orada bile öyle amatörce yapılmaz o iş. Baktım yalan yanlış şeyler ve albüm olarak çıkıyor. Ne cesaret yani Yunus şiirlerini okumuşlar, internette var ve üstelik birçok insan beğenmiş. Oradaki beğeninin arka planı nedir, onu da bilmiyorum. Biraz da hiç olmazsa bunun doğrusu olsun diye dört beş kaynaktan tarayarak şiirler seçtim. Tamam, oradaki yorumlamayı beğenir ya da beğenmez dinleyici, katılır katılmaz ama ben doğru tonlamaya, doğru vurgulamaya, doğru telâffuza ve doğru kaynağa dikkat ettim. Matematikten ödün vermedim, esası bu. 

TRT Radyo 1’de devam eden Toplum Çevre İnsan programı ile ilgili neler söylemek istersiniz?

Ahir ömrümde bir şanstır. Beş yıl önce bir program için aradılar beni, biraz eski dile de yatkın. Bir süre bir programda devam ettik, moderatördüm. Sonra baktım tekrar mikrofona ısındım. Isınınca dedim ki bu defa ben kendim bir program önereyim. Çevre konusunun ülkemizin de, dünyanın da geleceği için çok önemli olduğunu düşünüyorum ve o çerçevede bir program hazırlıyorum. Cumartesi geceleri saat 22.00’de TRT Radyo 1’de, bekleriz.

Röportajımızın sonunda eklemek istedikleriniz, gençlere tavsiyeleriniz nelerdir? 

Şimdi efendim su akar yolunu bulur. Kimi yerde çok böyle çok dolambaçlı yollardan geçer. Kimi yerde menderesler çizer. Ovada farklı akar, yamaçta farklı akar, ama su, yolunu bulur. Bir de bir lâfımız var “Armut dibine düşer” derler. Ben gençlerimizin gelecekte bizden çok farklı olacaklarını düşünmüyorum. Onlar da bu toprakların, bu coğrafya, bu tarihin çocukları. Sadece vakit öldürme işini sınırlı tutsunlar derim. Elbette vakit öldürülür, öldürülmelidir. İnsan hep yalnız başına okuyan, araştıran, çalışan biri olmaz. Dostlarıyla geçireceği zaman da olmalıdır, dertleşeceği anlar da olmalıdır.

Gençlere güvenim tam. Gençlere tavsiyem sadece ve sadece vakit öldürmeyi sınırlandırmaları olur, o kadar. Vakit öldürmeyin diye bir şey söyleyemem, hakkım da yok.