Bu yazımızda kendilerine fisebilillah insanlık elini uzattığı muhatapları tarafından Hacı Baba ve Ulu Veli unvanlarıyla anılmakta olan Celalettin Topçu`ya (ks) değineceğiz.

Hayatını kırık gönülleri ihya edip ferdî ve ictimâî alanda insanlığa fakirlikten toprağa düşmüş Ü mmet-i Muhammed in evladına hizmete vakfeden Hacı Baba`yı geçtiğimiz eylül ayının başında Ezine nin Yaylacık köyündeki hâmû şânda ziyaret etmiştim. Niyetim, 20 Ekim 2020 tarihinde, irtihalinin 20 inci sene-i devriyesinde Fetihler Hayır Hizmetleri Vakfı nın kurucusu olan 'Ulu Veli', 'Hacı Baba'nın, içinden fütüvvet ahlâkı geçen ve mahza insanlığa hizmete adadığı hayatını günümüz insanının irfanına arz etmekti. Her mevzuun bir vakt-i merhû nu olmalı ki yazıyı bugün tamamlama imkânımız oldu.

Şimdi, Hacı Baba`nın iyilik ve ihsan dolu hayatına ve hizmetlerine hep birlikte göz atma zamanı;

1912-Rize

Celalettin Topçu Miladi takvimin yaprakları 16 Nisan 1912 Salı gününü işaret ettiğinde Rize`de dünyaya geldi. Ailesi Rize eşrafındandı. Dedesi Hüseyin Bilal Efendi ilmiyle âmil, Efendimizin (sav) 'Iz nefseke evvelen sümme ız`in-nas/Önce kendi nefsine sonra başkalarına nasihat et' kutlu hadisinin canlı bir örneğiydi, Allah`ın veli kullarından bir zattı.

1917-Yetimlik yılları;

Efendiler Efendisi (sav) 'Fe tû ba li`l-gurebâ/Gariplere müjdeler olsun.' buyurmuşlardır. Celalettin Topçu henüz beş yaşındayken yetim kaldı. Babası, bir şehbal kuşunun kanatlarında Rize`nin müşfik bağrına sırlandığında dedesine dayandı, kız kardeşi ve ağabeyiyle birlikte annesine, medeniyet umdelerimizin bağrında hücre hücre büyüyerek vicdana, haysiyete, heybete, vakara, Anadolu coğrafyası kadar şefkate büründüğü validesine yaslandı;

Baba istikbaldir...

Baba umuttur, tutamaktır, istikbaldir, aile yuvasının temel harcıdır. Küçük Celalettin, babasını kaybetmesiyle birlikte hüdainabit olarak ruhen birdenbire büyüyerek, annesini ve kardeşlerini teselli ederken, validesi teselliyi ve sabrı Bakara Suresi`nin 155`inci ayet-i celilesinde bulmuştur: 'Sizi mutlaka biraz korku ve açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsû llerden bir noksanlık ile imtihân edeceğiz. (Ey Resû lüm!) O hâlde sabredenleri (Cennetle) müjdele!'

Anne yârdır, candır, canandır;

Anne yârdır, candır, canandır; Gönlünün ve dahi ruhunun bir parçasını yitiren Celalettin`in validesi bu topraklarda yokluğun hüküm sürdüğü, insanlarımızın topyekû n fakirlikten toprağa serildiği yıllarda tabirin tam yerinde olan bir ifadeyle saçını süpürge ederek evlatlarını Din-i Mübî n`i-i İslâm`a hizmet edecek şuurlu insanlar olarak yetiştirmenin gayreti içerisinde bulundu. Bir yandan kâh bağda, kâh bahçede elinin emeğiyle ürettiklerini evlatlarına takdim ederken diğer yandan da yün eğirerek elde ettiği gelirle evlad-u iyalinin maişetini temin etti.

1918-İlkokul Yılları

Celalettin Topçu`nun ilkokul tahsili yılları Rize`nin Birinci Cihan Harbi`nde 2 yıl kadar süren Rus işgalinin bertaraf edilmesinin hemen ardından başlar. Yokluğu görmüş, yaşamış, iliklerine kadar hissetmiş azimli ve bir o kadar da çalışkan öğrenci olan Celalettin`in validesi kendi elleriyle diktiği okul çantasının içerisine kurşun kalem koyacak maddi geliri kimi zaman bulamadı. Celalettin yarı açyarı tok devam ettiği ilkokul tahsilini her şeye rağmen ikmal etmeyi başardı. Bu süreçte yokluk da kendisi için öğretmen oldu, varlığın, iktisadi değerlerin kıymetini bilmesini ayn`el-yakî n tecrübe etti. Yıllar sonra öznesinde insana, eşyaya ve hakikate hürmet olan hayır-hasenat hareketi ilk ivmesini az önce kısaca değindiğimiz 'yokluk-şükür' anlayışından alacaktır. Söz konusu 'anlayış' muhataplarını, eskiyen ayakkabılarının köselesine sürekli lastik perçinler çaktıran, böylelikle yeni ayakkabıya harcayacağı bedelleri fakir-i fukaranın sofrasına aş olarak takdim eden bir üstün şükür ve ihsan idrakine götürüyor.

Topçu: Yokluk çektiğim için varlığın kıymetini bilirim.

Şimdiki zaman güllük gülistanlık; Bereketin eksik olduğu bolluk yıllarında yaşıyoruz. Celalettin Topçu`nun çocukluk dönemlerinin geçtiği yıllarda hanesinde yokluk olsa da günümüzde 'mum'la aradığımız bereket ve kanaat vardı. Bu sözler, cennetmekâna ait: 'Küçükken kendime ait ayakkabım hiçolmamıştı. Eskiye çıkmış ayakkabıları bana verirlerdi. Ben de ayakkabının içine paçavra bezleri koyardım, içini doldurmak için. Yolda böyle 'pat pat' diye yürürdüm. Bu bile beni memnun etmeye yeterdi. Çok çileler çektim ben oğlum, o yüzden her şeyin kıymetini bilirim, sineğin yağını hesap ederim.'

1923-Bakkal çıraklığı yılları;

Celalettin Topçu Rize`de ortaokula, içten gelen bir azim ve yeni bir kararlılıkla başladı. Ortaokulu henüz birkaçay tecrübe emişken bu kez ailesi yeni bir 'irciî ' emriyle kederdî de oldu. Dayısı vefât etti. Bu keyfiyet aynı zamanda Celalettin için okul yıllarının hitama ermesi anlamına gelmekteydi. Dedesi, zaruret icabı torununun kaydını okuldan sildirirken iki ıstırabı birden yaşıyordu.

Mesleğe ilk adım;

Meslek kutludur ve kişinin karakterini oluşturur. Muhakkak ki meslek sahibi olmak, meslek şuurunu kuşanmakla kazanılır. Meslek şuuru ise ontolojik var olma sebebi ile illiyetin ferden ferdâ idraklere yerleşmesi ile içselleşir.` Arz ettiğimiz bilince sahip olan insan artık meslek adamıdır, mesleğinin adamıdır.

Bakkaliye mesleğine, çırak olarak adım atan Celalettin Topçu daha ilk günlerden itibaren mesleğinin adamı olma yoluna râm oldu. Ölçüye, mizana, kul hakkına, eskilerin, hüvesi hüvesine, milimi milimine` dediği tarzda dikkat etmekte olan Topçu, bakkal dükkânında yine gün görmüş geçirmiş ecdadın tabiriyle 'karın tokluğuna' çalışmaktaydı.

'El-kâsibü habî bullah.'

Bir kutlu sözünde Efendimiz (sav) 'El-kâsibü habî bullah/Çalışıp kazanan Allah`ın dostudur.' buyurmakta. Seher vakitlerinde dükkânının yolunu tutan Celattin Topçu`nun bakkaliye ticaretine müdahil olmaya başlamasıyla birlikte dükkân şenlenmeye, bereketi artmaya başladı.

İstanbul yolu;

Bakkal çıraklığı Celalettin Topçu`ya 'taşı toprağı altın' İstanbul`un yolunu da açtı. Birbiri ardına boşalıp dolan tezgâhlara mal temin etmek gibi bir vazifeyi de üstlenen Topçu, ticaret için gemiyle İstanbul`a gelerek Asitane piyasasına ilk adımını böylelikle attı.

Anadolu`da, şehirlere uzak köy ve kasabalardaki bakkalların gıda ürünlerinin yanında hırdavat malzemeleri sattıklarını bilenler bilir. Rize`deki bakkal dükkânında da hırdavat tarzı ürünler de müşterilere arz edilmekteydi. Topçu`nun, İstanbul`dan getirdiği yiyecek-içecek malzemeleriyle birlikte 'biiznillah bunları da satarız' mülahazasıyla aldığı irili ufaklı tüm hırdavat malzemeleri hemşehrileri nezdinde bahasını bularak 'yok satmaya başladı.'

Çobanlık;

Celalettin Topçu bakkal dükkakında çıraklıktan kalfalığa doğru adımını atsa da kazancı ailesinin geçimini temin etmeye tek başına kâfi gelmiyordu. Bakkal kalfalığının yanına geçim derdi için ikinci bir meslek olan çobanlığın eklenmesi zaruret arz etti. -Ki çobanlık peygamber mesleğiydi.-

Artık delikanlı, bir adım öte civanmert bir yiğit olan Celalettin Topçu koyunları, kuzuları Rize`nin dağlarındaki yaylalara çıkarmaya başladığında dağların zirvelerine yakın kuytularda elini başının arasına alıp tefekkür ufuklarına tırmanmaya başladı. Bu demde Kaçkar sıradağlarından ötelere doğru baktığında Münevver Medine`nin kubbe-i hadrasını görmekteydi!

Böylelikle dağlar onun için bir nevi inziva makamı bir ihtişam, bir sığınak, ana kucağı gibi sığınma sahnesi olmuştu. Orada insanı ve insana teklif edilen büyük sorumluluğu düşündü. Dağların ve taşların üstlenmekten imtina ettiği halifelik` mesuliyetini; Ve zirvelerinden karın, buzun eksik olmadığı Rize dağlarının ihtişamını;

Heyhat! Â gâh-ı mütenebbih olunuz! Her dağın ayrı bir hikâyesi kadar ayrı bir hakikati de vardır. Sessiz, sedasız, yerli yerinde olanca haşmetiyle duran 'dünyanın çivileri' insana vazifesini, hilafet görevini hatırlatır. En son çiçek, bir dağ başında açar. İlk kardelen bir dağ kuytusunda filizlenir. Bir Resul orada nalinlerini ayağından çıkarır. En Kutlu İnsan (sav) 'Uhud bizi sever biz de Uhud`u; ' buyurur. Dağ bir ihtişamdır güftügû dan uzaklaşma yeridir.

İnsan bazen eşhasla, bazen eşyayla, bazen de bir 'dağ' ile konuşur/konuşabilir. Şüphesiz küçüğünden büyüğüne Kaçkar`ından, Erciyesi`nden, Süphan`ına Klimanjaro`sundan, Fuji`sine kadar dağlar, coğrafyalarında hayat süren âkil insanlara ilham verir. Bu ilhama mazhar olan Şairler Sultanı, 'Al eline bir değnek/Tırman dağlara şöyle! Şehir farksız olsun tek, mukavvadan bir köyle/Uzasan, göğe ersen, cücesin şehirde sen/Bir dev olmak istersen, dağlarda şarkı söyle.' deyiverir.

Teyzesinin kerimesi Muazzez Hanım`la evlendi.

Rize dağlarında Peygamber Mesleği` çobanlık vazifesini deneyimlerken bakkal dükkânındaki görevlerini de ihmal etmeyen Celalettin Topçu teyzesinin kerimesi Muazzez Hanım`la evlendiğinde yirmi dört yaşına henüz yeni girmişti.

Değerli okuyucu. Yazımızın kahramanı Celalettin Topçu`nun askerlik serencamını merak etmekte haklısınız. Muhatabımız için askerlik zamanı gelmiş, belki de geçmişti. Böylesi bir herc ü mercin içerisinde yirmi dört yaşında, henüz çiçeği burnunda evliyken 'Vatan borcudur, ödenir' mülahazasıyla dört buçuk yıl sürecek askerlik vazifesi için birliğinin yolunu tuttu.

Ve askerlik İkinci Dünya Savaşı yılları;

Celalettin Topcu`nun askerliğinin son iki yılı İkinci Dünya Savaşı yıllarına tarihlenir. Topçu, Balıkesir Edremit`te, Kaz Dağları`nın eteklerinde tamı tamına elli dört ay sürecek askerlik yılları boyunca kendini, kıta hizmeti için Türkiye`nin dört bir tarafından Edremit`e gelen ihtiyaçsahibi, gariban, kimsesiz askerlerin ihtiyaçlarını gidermeye memur kıldı.

Celalettin Topçu hezarfen bir şahsiyetti, elinden hemen her iş, meslek, zanaat gelmekteydi. Berberlik görevi ifa ettiği uzunca askerlik yıllarında özenle tıraş ettiği subayların verdiği bahşişleri aynı gayretle hizmet ederek berber koltuğuna oturan asker arkadaşlarına takdim etti, parası biten tertipleriyle harçlığını paylaştı, Peygamber Ocağı`nda kimsesizlerin kimsesi olmaya gayret etti.

Edremit, Celalettin Topçu`nun görev yeri`dir;

Edremit, Celalettin Topçu`nun sonraki yıllardaki görev yeri borçödeme mahalli olacaktı.

İnsan borçludur.

`height=

İnsan borçludur, söz konusu 'borç' insanın varlık felsefesini oluşturmaktadır. Yeryüzüne Allah`ın halifesi olarak, tasarrufta bulunma, şenlendirme ve dahi borçödemekle gönderilen her insanın dünyada bir görevi vardır. İnsan, görevi her ne ise bulmak ve layık-ı veçhi ile halifelik/şenlendirme vazifesini yapmakla mükelleftir. Ve dahi Anadolu coğrafyası Ebu`l- Hasan Harakani Hazretleri`yle birlikte (ks) 12 asırdır karşılıksız vermeyi öne çıkaran bir fütüvvet ahlâkını, bir adım öte sosyolojisini üretmiştir. Anadolu`nun irfan ve ihsan harcı olan Ahilik Teşkilatı söz konusu temeller üzerine inşa edilmiş, şenlendirme (borçödeme, eşyanın nâtamam hallerinin düzeltilmesi) vakıası kutlu bir vazife olarak görülerek mütemadiyen kimsesizlerin kimsesi olunmuş, fakir fukaranın elinden tutulmuştur.

Topçu`nun ömrünün son yirmi yılından vefâtına kadar hizmet edeceği bu topraklarla ve bu toprağın insanlarıyla ile ilk tanışıklığı askerlik görevi vesilesiyle olmuştu.

1941-Abdülhakim Arvasi Hazretleri`yle tanışma;

Celalettin Topçu askerlik vazifesini tamamladığında 29 yaşındaydı ve Rize`deki bakkal dükkânında kalfalığı devam edecekti. Dükkânın tedarik hizmetleri tamamen omuzlarına yüklenmişti, artık daha sık aralıklarla, birkaçayda bir İstanbul`un yolunu tutacaktı.

İstanbul, büyük şehir, devasa derya. Büyük deryalarda büyük balıklar olduğu gibi büyük fırtınalar da yaşanmaktaydı. Topçu, ticaret tedariği kadar kendi içdünyasını tenviri de ihmal etmemekteydi. Bu cümleden olarak yolunu sık sık İstiklal Caddesi`ne, Ağa Camii`ne düşürüyordu. Bir Cuma namazı sonrasında burada, çamura düşmüş Ü mmet-i Muhammed`in evladına vaaz ü nasihatte bulunmakta olan zamanının büyük gönül sultanlarından Seyyid Abdulhakim Arvasi Hazretleri ile tanıştı, hakikat ve marifet üzere mütemadiyen Hakk`ı zikreden gönül denizi böylelikle mânâ okyanusundan da beslenmeye başladı.

'İzâ tehayyertüm fi`l-umû r, feste`inû min ehli`l-kubû r.'

Bir güzel sözde 'İzâ tehayyertüm fi`l-umî r, feste`î nû min ehli`l-kubû r/İşlerinizde şaşırdığınız zaman, kabirdekilerden (dünyadan elini eteğini çekmiş gönül sultanlarından) yardım isteyiniz!' denilmektedir.

Celalettin Topçu bir önceki cümlemizde ifade ettiğimiz dünya ve ahiret işlerinde yol haritası nokta-i nazarında müracaat ettiği Abdülhakim Arvasi Hazretleri`nin tavsiyesi üzerine Adapazarı`nın Haraklı köyüne yerleşme kararı aldı. Burası yıllar önce Rize`nin Rus işgali esnasında henüz 4 yaşındayken, babasının kendisiyle beraber annesi ve kardeşlerini muvakkaten getirdiği köydü. Bu köyde o yıllarda ablasını kaybetmişti.

İşgalin hemen sonrasında Haraklı`dan tekrar Rize`ye dönüşlerinden kısa bir süre sonra ise yazımızın giriş bölümünde arz ettiğimiz üzere muhterem pederleri garik-i rahmet olmuştu.

Haraklı Günleri;

Bundan böyle Celalettin Topçu ve ailesi yazımızın öznesinin çocukluk hatıralarıyla dolu Haraklı`dadır; Ve muhatabımız yine maişet derdinde yollardaydı; Haraklı-Hendek arasındaki mesafe yaklaşık 16 km.`dir ve Topçu sabah-akşam bu yolu yaya olarak kat etmekteydi.

Her oluşta bir sır ve dahi hikmet olduğu gibi Celalettin Topçu`nun Haraklı`ya ikinci kez gelişinin arka planında da bir kudret eli vardı. Böylesi meşakkatli ve zorlu yıllarda Düzce`de mânevî rehberi ve mürşidi olan, Nakşî ve Kâdirî meşâyihi Kutb`ul-Aktâb Halil Fevzi Efendi Hazretleri (ks) ile tanışacak ve kendisine intisap edecekti. Bir müddet, Halil Fevzi Efendi Hazretleri`nin manevi terbiyesi altında Haraklı`da bulunduktan sonra mürşidinden aldığı manevi bir işaret üzerine Adapazarı`ndan İstanbul`a taşınmakta bir an bile tereddüt etmedi.

Ve İstanbul;

Celalettin Topçu İstanbul`da, Beyoğlu`nda tek göz odalı bir eve ailesiyle beraber yerleşti ve bildiği işe koyularak Tahtakale`de tezgâhtarlık yapmaya başladı. Maişet temininin fevkalade güçolduğu İstanbul hayatında, geçinmek için bir yandan tezgâhtarlık, diğer bir yandan da hamallık yaptı.

-Hamallık alın terinin üzerine inşa edilen bir kutlu bir meslekti ve dahi Abdurrahman Sami Niyazi el-Uşşakî Hazretleri`nin üstadı Gelibolulu Ahmed Şücaeddin Baba Hazretleri de zahiren hamaldı.-

Celalettin Topçu hamallığı ve tezgâhtarlığı bir arada götürürken düzenli bir şekilde Düzce`ye gidip gelerek Halil Fevzi Efendi`nin maneviyatından istifadeye devam etti.

'Darda olan insana bir an 'oh' dedirtebilmek; '

Celalettin Topçu, Halil Fevzi Efendi nezdinde çok sevilerek vefâtına kadar yanlarında bulundu. Daha sonraki yıllar için görevlendirileceği manevi vazifelere ilişkin, insanların her türlü dert ve sıkıntısına ortak olmak, karşılıksız vermek ve paylaşmak, kendi tabiriyle 'darda olan insana bir an 'oh' dedirtebilmek, hülasa, insanların 'yük'ünü çekmek ile ilgili 'olgunlaşma ve kemâl' dönemlerini mürşidinin yanında bu yıllarda tamamladı. Şimdi, Topçu`nun bu yıllara ait bir hatırasına göz atalım:

'; Sanki bütün dünyanın yükü benim sırtımda; '

'Halil Efendi Hazretleri vefâtına yakın, çok zayıflamış, bir deri bir kemik kalmıştı. Hiçmecali ve hali yoktu. Bana dayanarak merdivenden çıkmaya gayret ediyordu. Bir ara bana öyle bir yük verdi ki, sanki bütün dünyanın yükü benim sırtımda; Baktı ki zorlanıyorum, bu kez dayanmaktan vazgeçti. Tebessüm etti. Herhalde maneviyatın yükünü çekebilir miyim diye denedi; '

Celalettin Topçu, Halil Fevzi Efendi Hazretleri`nden manevi yolculuğunu tamamlanmasının ardından Efendi Hazretleri`nin Hakk`a yürümeleriyle birlikte Beyoğlu`ndan Zeytinburnu`na taşınarak mücerret manada insanlara hizmet etmeye başladı.

'; Rabbim bana öyle nimetler veriyor ki...'

Zeytinburnu`nda ailesi ile beraber yaşamakta olduğu gecekonduda, hiçbir ücret ve ikram kabul etmeksizin, Allah`ın kendisine vermiş olduğu 'manevi' bir ilimle, 'zincirli deli'ler de dâhil, 'rû hen' ve 'fizî ken' malul hastaları tedavi etmeye başladı. Hastaları, aynı zamanda kendi ikametgâhı olan evinde kabul etti, yeri geldiğinde yatırdı, her zaman yedirdi, içirdi ve dönüş yol paralarını da ceplerine koyarak gönderdi. Bu hizmetleriyle ilgili olarak şöyle demiştir: 'Bunun ecrini ancak Allah verir kul veremez ki. Kulun vereceği üçbeş kuruş para; Rabbim bana öyle nimetler veriyor ki... Dünyanın bir puluna değişmem.'

Vehbî ilim sahibiydi;

Celalettin Topçu vehbî ilim sahibiydi. Cenab-ı Hakk Şâfî `dir. Hakk Teâla, Anadolu coğrafyamızda asırlar boyunca 'ağzı dualı' ricalinin eliyle kullarına Şâfî ism-i şerifiyle tecelli etmiştir.

Celalettin Topçu`nun namı diğer Ulu Veli`nin böyle bir yönü vardı. İstanbul`da, özellikle Zeytinburnu bölgesinde demirlere bağlanan meczuplara özel tedaviler uygulamak suretiyle Allah`ın inayetiyle şifa bulmalarına vesile oldu. Yıllar içerisinde her geçen gün artan ve sayıları onlarla ifade edilmeye başlayan eski deliler artık veli olmuş insanlığın hizmetine râm olmaya başlamıştı.

Celalettin Topçu bir yandan fevkalade mütevazı ve maddi imkânları oldukça sınırlı olan gecekonduda hasta tedavi etti, diğer bir yandan da kendisine başvuran yardıma muhtaçfakir ve fukaraya kucak açarak ihtiyaçlarını giderdi.

Ve Küçükkuyu;

Ulu Veli Celalettin Topçu yine manevi bir işaret üzerine bu kez hayatının son yirmi yılını geçireceği Çanakkale Ayvacık`ın Küçükkuyu kasabasına taşındı. Burada bir yandan Çanakkale`nin dağ köylerindeki evlerinde iki gözlerinin nuru` evlatları tarafından ölüme terk edilen yaşlı anne ve babaların her türlü ihtiyaçlarını karşıladı, ihtiyaçsahiplerine erzak yardımında bulundu, tedavi ve ilaçları konusunda hastalara destek oldu; Diğer yandan da Çanakkale`nin ahalisi susuzluktan kıvranan köylerine içme suyu şebekeleri döşedi.

Yazının bir yerinde Topçu için 'hezarfen' sıfatını kullanmıştık. Su tesisatçılığı ve kanal döşeme hizmetleri de mübarek zatın elinden gelen işler arasındaydı.

İhtiyaçzamanlarında Hacı Baba`ya destek için Çanakkale`nin yolunu tutan Zeytinburnu`ndan sadık` veli` arkadaşları köylere içme suyu götürülmesinde, erzak dağıtılmasında gönüllü olarak yer aldı. Kimi zaman hastaların ihtiyaçları görüldü, kimi zaman hep birlikte el ve gönül birliğiyle köylere erzak dağıtıldı, kimi zaman da kazmalar, kürekler kuşanılarak Çanakkale`nin suya hasret dağ köylerine imece usulüyle içme suyu şebekeleri bağlandı. Çünkü 'Su hayattı, Â b-ı Hayat...

Hacı Baba Küçükkuyu`da ikamet etmeye başladığı yıllarda, bir insanın ihtiyacını gidermenin faziletinin bir noktada 'hac' sevabından daha fazla olduğunu belirtmek için şöyle diyecekti: 'Mahzun gönülleri sevindirdiğimiz için orası (Küçükkuyu) Beytullah, Kâbetullah misalidir. Hacca giden, nefsi için gidiyor. Allah`ın emrini yerine getirmek için gidiyor. İnsan kalbi Ubeydullah olduğu için, bilhassa kırık kalpleri memnun etmek Hac`dan daha sevaptır.'

'Halka Hizmet Hakka Hizmettir.'

90 yıllık ömrü boyunca, hiçdur-durak bilmeden, 'Halka Hizmet Hakka Hizmettir' düsturu ile çalışan Hacı Baba Celalettin Topçu ömrünün son on dokuz yılını, bu amaçla Küçükkuyu`da ikamet ederek geçirdi.

Küçükkuyu, Ayvacık ve Edremit ilçelerine bağlı, çoğu, Kaz Dağları`nın eteklerinde, yaşlı nüfustan müteşekkil yaklaşık 100 köye maddî -mânevî hizmetler götürdü. Kurucusu olduğu Fetihler Hayır Hizmetleri Vakfı ile fakir fukaranın ihtiyaçlarını gidermekten, suyu olmayan köylere su getirmeye, lise ve yüksekokulların eğitim ihtiyaçlarını gidermekten, cami yaptırmaya ve devlete ait idari idare birimlerinin ihtiyaçlarını karşılamaya kadar oldukça geniş bir 'hayır' yelpazesi içinde ömrünün son nefesine kadar çalıştı.

`height=

Kendisinden sonra damadı ve manevi evladı olan İsmail Veral ve torunları marifetiyle yürütülen hayırlar, çoğalarak devam etmekte. Her yıl, Yaylacık`ta yaz aylarında düzenlenen şenlik ve gerçek bir şenlendirme örneği olan hayır yemeklerine binlerce köylü katılmakta, yaşlılar, evlerinden özel araçlarla hayır yemeğine götürülüp getirilmekte, gönülleri kazanılmakta.

Çanakkale-20 Ekim 2000: Benden buraya kadar!

Hacı Baba (ks) vefât edeceği (20 Ekim 2000 Cuma) bütün gün boyunca, fakir köylülerden sırf ihtiyaçları görülsün diyerek satın aldığı odunları marangozhanesinde tasnif ederek çalıştı. -Hacı Baba aynı zamanda marangozdu.- Gün henüz batmak üzereydi, evinin merdivenlerden çıkarken yanında bulunanlara 'benden buraya kadar!' dedi, akşam namazını kılmasını müteakip kelime-i şehadet getirerek ruh emanetini âlemlerin Rabbi`ne teslim etti.

Hacı Baba, Allah`ın adamıydı.

Hacı Baba, Allah`ın adamıydı. Allah`ın ayı Receb-i Şerif`te ebediyete doğdu. Kendisini ve dahi refikaları Muazzez Hanım`ı ziyarete gittiğinizde Yaylacık köyündeki hâmû şânda iliklerinize kadar Ulu Veli`nin maneviyatını hissedersiniz. Orada, kolonizatör Türk dervişlerinden bir duyuş, Anadolu`nun mânevî fatihi Ebu`l-Hasan Harakânî `den bir sezgi, Ravza-i Mutahhara`dan bir esenlik muştusu karşılar sizi;

'İşte, geldik, gidiyoruz. Geriye yaptığımız hayırlar kalacak.'

Hacı Baba`dan sevenlerine ve açtığı kutlu borçödeme yolunun hâdimlerine kalan en değerli miras hamle çapındaki iyilik hareketiyle birlikte 'İşte, geldik, gidiyoruz. Geriye yaptığımız hayırlar kalacak.' sözü oldu.

Ulu Veli Hacı Baba vasiyeti üzerine ikamet ettiği Ezine`nin Yaylacık köyünde uzun yıllar hâdimi olduğu Ulu Camii`nin ve Ulu Sahabe (ra) Türbesi`nin hemen yakınındaki aile kabristanlığında ebedî âleme sırlandı.

Suyu âb-ı hayat bildi.

Hacı Baba suyu hayat bildi, âb-ı hayat. Bunun için, basübadelmevti beklemekte olduğu kabristanlıktaki on kişilik aile haziresine girenleri Hacı Baba`nın hayratı olan bir çeşme karşılıyor: Türk irfanının turkuvaz renkli çinilere yansıdığı çeşmenin alınlığında Besmele-i Şerifin hemen altındaki ta`lik yazı ziyaretçilerini kucaklıyor: Â b-ı hayat...

`height=

Eşyanın hakikatinin idrakinde, eşya, insan ve çevre ile deruni bağlar kurdu

Hacı Baba güzel gören, güzel düşünen ve güzel işler yapan bir zattı. Hemen herkesçe malum olan 'Güzel gören güzel düşünür' sözüyle, 'Allah güzeldir ve güzeli sever' meâlindeki hadis-i kudsî Hacı Baba`nın çevreyle ilişkisini şekillendiren önemli düsturlar olmuştu. Arz ettiğimiz minvalde eşyanın hakikatinin idrakinde olarak eşya, insan ve çevre ile deruni bağlar kurabilen, yeri geldiğinde kurdun, kuşun dilinden anlayan Hacı Baba etrafını şenlendirdi, Kaz Dağları`nın dağ köylerinde bir başına bırakılan yaşlı anne ve babaların hayır dualarını aldı, çevre köyleri kadar kendi köyüne de hizmet ederek aşhane, piknik yeri, çeşme ve kesme taştan, ihlas ve samimiyetle baştan sona ölçü ve ahenk içerisinde bir cami ve hemen yanındaki Ulu Sahabe (ra) için türbe yaptırdı.

`height=

Hacı Baba`yı tarif eden anahtar kelimeler/sıfatlar;

Hacı Baba infak ahlâkının müşahhas misaliydi. Varlıkta olduğu kadar yoklukta da tasadduk etmeyi başaran yüce gönüllü bir Ulu Veli`ydi. Kanaatimce şu anahtar kelimeler/sıfatlar Hacı Baba`yı günümüz insanına tarif ve tavsif etmektedir: Tasadduk, isar, şenlendirme, vefa, ihsan, marifet, züht, takva, diğerkâmlık, liyakat, sadakat, işini iyi yapmak, mesleğinin adamı olmak, insana ve dahi eşyaya hak ettiği değeri vererek, yeryüzünde Allah`ın halifeliği görevini bihakkın yerine getirmek ve 'emr olunduğu gibi dosdoğru olmak.'

İlhamını Kasas Suresi`nin 77`inci ayet-i kerimesinden aldı.

Hacı Baba ilhamını Kasas Suresi`nin 77`inci ayet-i kerimesinden aldı: 'Allah ın sana verdiği (servet) ile âhiret yurdunu ara (bol hayır yap) dünyadan da nasî bini unutma Allah sana nasıl iyilik ettiyse, (sen de) öyle iyilik et! Ve yeryüzünde fesad (çıkarmaya yol) arama! Çünkü Allah, fesad çıkaranları sevmez.'

'Ahsin kemâ ahseâllahü ileyk(e)'

Allahü ekber! Ne büyük bir emir! 'Allah sana nasıl iyilik ettiyse, (sen de) öyle iyilik et!' Evet, vermek, dağıtmak, Allah`ın in`am ve ihsan buyurduğu nimetlerden tasadduk etmek, iyilik yapmak, günümüz insanının kurtuluşuna vesile olacak ahlâkî erdemlerin başında geliyor. Hacı Baba, insanın ancak vererek kendine iyilik edebileceğinin  idrakindeydi. Böylelikle mütemadiyen elinde-avucundakini fisebilillah verdi. Çünkü veren el alan elden üstündü.

İman ve salih amel;

Hayatın özü, kısacık hayattan geriye kalan/kalması gereken iman ve salih amel değil mi? Â li İmrân Suresi`nin 92`inci ayetinde 'Sevmekte olduğunuz şeylerden (Allah yolunda) sarf etmedikçe, (gerçek) iyiliğe aslâ erişemezsiniz. O hâlde her ne sarf ederseniz, artık şübhesiz ki Allah, onu hakkıyla bilendir.' buyuruluyor. Hacı Baba, iman ile infak arasındaki irtibatı görmüştü.

`height=

Çanakkale geçilmez`in sırrına vâkıf bir insandı.

Hacı Baba Çanakkale geçilmez`in sırrına vâkıf bir insandı. İnsan-ı kâmildi; Başkalarının dertleriyle dertlenen bir gönül sultanıydı, kelimenin tam manasıyla Kolonizatör Türk dervişiydi. Ruhu şâd, makâmı âli, mekânı Firdevs olsun.

Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde/Evvel giden ahbaba selâm olsun erenler.`

Evlatları Hacı Baba`nın misyonunu Fetihler Hayır Hizmetleri Vakfı`yla devam ettiriyor.

Hacı Baba`nın kuruluşuna öncülük ettiği Fetihler Hayır Hizmetleri Vakfı eliyle, damadı ve manevi evladı İsmail Veral`ın başkanlığında, evlatları ve evlatlarında özge yol arkadaşları` uzun yıllar birlikte ter döktükleri yol, köprü, köylere su götürmek için su depoları ve kanalları açma hizmetlerini, erzak dağıtımlarını, hayır sofraları kurmayı aynı şevk ile sürdürmeye devam ediyor. İnşa ve restore ettikleri cami, türbe, ziyaretgâh ve aşevlerinin ihtiyaçlarını da kesintisiz olarak karşılamaya devam ediyor.

`height=

Şenlendirenlere ne mutlu!

Hâsılı, Çanakkale`den tüm dünyaya Hacı Baba`nın gönül dilinin âvâzı yankılanıyor. Fetihler Hayır Hizmetleri Vakfı doğrudan doğruya insanlarımızın hizmetine dokunan, yahut insanlığın hizmetine olacak hayır hasenat hizmetlerini, şenlendirme çalışmalarını sürdürüyor. Şenlendirenlere ne mutlu!

`height=

Yeni bir fetih yürüyüşü bu!

Hacı Baba`nın vefâtından 4 yıl sonra evlatlarının eliyle eğitim öğretim kervanımızın halkalarına dâhil edilen Ezine Celalettin Topçu Anadolu Lisesi, devrimizin ihsan ve infak devri olduğuna bizzat tanıklık ederken 'fetihler' maddi olduğu kadar Hamilik Okulu' nezdinde manevi düzlemde de gerçekleşiyor.

`height=

Çünkü yeni bir fetih yürüyüşü bu. Azığımız, elest bezmi`nde verdiğimiz 'mutlak söz; ' -Çünkü söz Allah`a verilir!- 'Ve ihsanımız; '

İyilikle şah damarından yakaladığımız her bir ruh fethedilmiştir.

`height=

İyilikle şah damarından yakaladığımız her bir ruh fethedilmiştir. Kulluğun idrakiyle, mükellefiyetin/borçödemenin cazibesiyle dalgalanıp duruluyor ya gönüller. Ne gâm yalnızlığımız! Ne gâm anlaşılmazlığımız! Ne gâm kaçkişi oluşumuz!

Hayata, memâta, insana, iyiliğe, sağlığa dokunabiliyoruz ya! Çok şükür artık vâkıf da olacağız. Çünkü Vakfet, yaşa ve yaşat' diye kadim bir söz işittik! Vâkıf olmak yetmez, vakıfları &ndash biiznillah- yaşayacağız ve dahi yaşatacağız;

`src=