Can Sertoğlu, Müziğin mütevazı dehası Arif Mardin ile bir söyleşi (14 Şubat 2005)  yapmış. Önemli bazı kısımları paylaşmak istiyoruz.

https://www.gazeteduvar.com.tr/arif-mardin-muzigin-mutevazi-dehasi-makale-1570843

C.S.:  Peki, yeni yeni ortaya çıkan, pek tanınmamış, henüz bir star olmamış Raul Midon gibi bir sanatçıyla çalışmayı, ki Norah Jones da sizle çalışırken böyleydi, Barbra Streisand, Chaka Khan, Jewel, gibi süperstar divalarla çalışmakla karşılaştırdığınızda neler söyleyebilirsiniz?

A.M.:  Tabii ki bir süperstar ile çalışmak bambaşka. Çünkü zaten kendini ispat etmişler ve belli satış zeminleri var. Mesela Barbra Streisand`in bir milyon CD alabilecek bir kitlesi var. Ama böyle bir gençsanatçıyla çalışmak bizim için de çok ilginç aşılması gereken bir mâni gibi, baştan başlıyorsunuz ve uğraşıyorsunuz. CD`yi yolladığımız radyo istasyonlarına ben bizzat mektuplar yazacağım. Canlı performansını görenler şaşırıyorlar, yeni yeni bir kitle zemini elde ediyoruz. Bu, sıfırdan başlamak ve sıfırdan başlamanın başka türlü bir zevki var. Biliyoruz ki bu çocuk &ndash çocuk dediğim 35 yaşını geçmiş &ndash ilerleyecek. 

C.S.:  Ben her zaman prodüktörlüğün bir kısmının terapistlik olduğunu düşünmüşümdür. Her sanatçıya bir psikolog gibi yaklaşmanız, doğru nabza göre doğru şerbeti vermeniz gerekiyor.

A.M.:  Muhakkak. Her sanatçı farklıdır. Benim bir formülüm yoktur, yani aynı formülü birçok sanatçıya uygulamam. Sanatçının durumuna göre, nabzına göre şerbet vermek gerekiyor, söylediğin gibi. Prodüktör, aynı zamanda bir film rejisörü gibidir. Bilmeyenler için prodüktör parayı koyan, işin finansmanını yapan kişidir. Hayır; Öyle denmiş, tabir öyle konmuş diye her zaman öyle olmuyor. Besteleri ayıklamak, müzisyenleri, stüdyoyu tutmak, bu arada bütçe yapmak, fazla para sarf edilmeden bütçenin içinde kalmak, ve söylediğin gibi aynı zamanda psikolog olmak demektir. Sevgilisiyle, eşiyle problem yaşayan bir sanatçıya 'üzülme, bunlar geçer' diyebilmektir. Prodüksiyondan önce doğru zamanda doğru yemeği ısmarlamak bile prodüksiyonun bir parçasıdır. Kim ne istiyor, jambonlu mu, peynirli mi sandviçisteniyor? Yani bir aile havası yaratmak, o aile havası içinde disiplinli çalışmak. Taksimetre işliyor, zaman kaybetmemek lazım, ama bu arada da elde kırbaçhissi oluşmamalı. Yani her şey çok güzel gidiyor, bu arada da disiplin devam ediyor. Benim tarzım bu.

C.S.:  Raul Midon Joe`s Pub`da (New York`un kabare ve şarkıcı / şarkı yazarı performanslarıyla bilinen, önde gelen gece kulüplerinden) solo çalıyor. Sahne performansıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

A.M.:  Tek başına çalması avantaj. Eşlik edecek, armoni seslendirecek insanlarla uğraşmaya gerek kalmıyor kendi başına, kendi gitariyla büyülüyor insanları. Zaten Joe ile yaptığımız prodüksiyon da öyle. Bir canlı yayın gibi yaklaştık, mesela yalnızca bir kontrbas ve bir adet perküsyon ile büyüttük durumu. Büyük yaylı ya da nefesli sazlar ilave etmedik.

C.S.:  İlhan Mimaroğlu ile beraber çalışmalarınız hakkında neler anlatabilirsiniz?

A.M.:  Biliyorsun benim ilk aşkım cazdır.  Journey  adlı bir albümüm vardı, oradaki bir bestem için 'bu İlhan için enteresan bir durum olabilir' diye düşündüm. Gayet modern bir besteci olan İlhan, o bestenin arka planına gayet acayip ve çok güzel bir atmosfer yarattı. Şaheser; Sonra da beraber çalıştık. İlhan çok esprili bir insandır. Bilhassa, Türkçe argo sözleri, yer isimlerini ve deyişleri tercüme ederek epey eğleniriz. Mesela Sarıyer`e 'Yellowplace' ya da 'On What Mountain Did A Wolf Die?' (Hangi Dağda Kurt öldü?) gibi.

C.S.:  Türkiye`deki müzik sektörü için ne düşünüyorsunuz? Bir yandan biraz yozlaşma, malzeme azlığı söz konusu gibi. Artık ikonlaşmış belli sanatçılar var, belli şarkıları söylüyorlar ve onlar dinleniyor. Bunlar temelde icra bazlı (şarkıcının o eserin söz yazarı ve/veya bestecisi olmadığı, yalnızca seslendirdiği durumlar). Bir yandan da yeni şeyler yapmaya uğraşan, sayısı az ama oldukça yaratıcı ve özgün, kendi işini yapan sanatçılar var. Ne tarafa doğru yoğunlaşacak sizce?

A.M.:  Türkiye`ye uzun zamandır gitmiyorum ama gördüğüm kadarıyla büyük bir devrim var. Yani müziğin prodüksiyon kalitesi Avrupa, Amerika standartlarından aşağı kalmıyor. Gayet güzel yapılmış çalışmalar var. Ancak işin profesyonel ve ticari kısmında bazı zaaflar var anladığım kadarıyla. Türkiye`de bu sektörde çalışan bir arkadaşım 'gel bize biraz ders ver, kimse bütçe yapmayı bilmiyor giriyorlar, sürekli para sarf edip çıkıyorlar, öngörü yoksunluğu var' diyor. Bilemiyorum öyle mi, onun bana söylediğinden bahsediyorum. Ama örneğin yakınlarda beni etkileyen, Türk gruplarıyla üçgecelik New York Türk Caz Festivali yapıldı. Bir gece Nesuhi Ertegün içindi. Ahmet Ertegün ve ben konuştuk. Gelen gruplar şaheserdiler, çok çok güzel müzik yapıyorlardı. Ve ben 50`li yılları düşündüğümde, o zamanlar İstanbul`da en fazla 5-6 caz delisi müzisyen vardı. Onlar bir araya gelir, plak dinlerler, kendi aletlerine göre deşifre eder, sonra çıkıp çalarlardı. Ben o zaman daha 17-18 yaşındaydım, yani onların çömeziydim. Bahsettiğim o üçgecedeyse belki 200 müzisyen vardı, hepsi de şaheser. O bakımdan büyük bir ilerleme, aşama görüyorum.

C.S.:  Dün akşam Grammyler vardı. Ne düşündünüz törenle ilgili?

A.M.:  Grammyler`in prodüksiyonu çok çok güzel, çok kuvvetli. Açılışta 3-4 sanatçı ve grup bir araya geliyor, birbirlerinin şarkılarını söylüyorlar. Danslar var. Şöyle söyleyim prodüksiyon, ödül kazanan insanların müziğinden çok daha iyi. Ben yaşlandım, Hip Hop gibi şeylere fazla tahammül edemiyorum. Ama Ray Charles hakkında yaptıkları bölümde Jamie Foxx çıktı, pekâlâ şarkı söylüyor Alicia Keys o gayet terbiyeli ve utangaçhaliyle tepelere fırladı, gayet güzel söyledi. Yani bu akşamlarda enteresan bir şeyler görüyorsunuz. Geçen sene mesela, ben seyretmedim, eşim seyretmiş, Beyonce, ki genelde Hip Hop ve R& B söyler, fazla yukarılara çıkmaz, birisiyle düet yaparken birdenbire çıkıp bir varyasyon yapıyor, yapmasını biliyor. Fakat stüdyoda, plak satmaz endişesiyle gayet küçük, düz melodiler söylüyor, öyle plak satacağını düşünüyorlar. Halbuki aslında güçlü sanatçılar bunlar. Kanye West`in Gospel performansında kendinizi Güney`de bir kilisede zannedersiniz. Şapkalı hanımlar, ellerinde yelpazelerle, rahibin (Kanye West) söylediği şarkıdan etkileniyorlar, yelpazeleniyorlar; Böyle film seti gibi bir şey yaratılmış. Çok çok güzeldi. Sonra James Brown çıktı, 'Soul`un Babası' (Godfather of Soul) derler ona, bir takım ayak numaraları yaptı, çok ilginçti. Sonra Janis Joplin hakkında küçük bir kısım vardı, Melissa Etheridge şaheser söyledi. Bu bakımdan, prodüksiyon olarak çok güzel bir törendi, ama ödül alanların şarkılarını bilemiyorum.

Aretha Franklin, Donny Hathaway, Arif Mardin

C.S.:  Sizin kariyeriniz düşünüldüğü zaman daha ziyade kadın şarkıcıların prodüktörü olduğunuz algısı var, halbuki Bee Gees, Average White Band, Young Rascals gibi erkek vokalisti olan gruplarla, bir de Donny Hathaway, Stevie Wonder, şimdi de Raul Midon gibi solo erkek vokalistlerle çalıştınız. Bunla ilgili neler demek istersiniz?

A.M.:  Eşim de aynı suali sorar, 'niye hep kadınlarla çalışıyorsun?' derdi. Ben İngiliz High School`a gittim İstanbul`da, onun için Average White Band, Bee Gees gibi Anglo-Sakson gruplarla çok daha rahat çalışırdım. Ama Donny Hathaway`le çalışmak şaheserdi. Çünkü dahi bir insandı. En ilginçtarafı, 'Arif, şu parçayı da sen aranje et, sana çok güvenim var' derdi. Oysa kendisi çok iyi bir aranjördü. Ama kendi albümünde bana da böyle bir-iki parça verirdi. Ve  Song For You  o şekilde ortaya çıktı. Benim en çok iftihar ettiğim aranjmanlarımdan biridir. Küçük bir yaylı grubu, zannederim bir  quartet, bir de pek ender kullanılan bir alet olan bas flüt, ve Donny`nin o şaheser sesi; O aranjman benim için çok önemlidir.

C.S.:  Harika; Şu anda özellikle çalışmak istediğiniz, ya da isteyeceğiniz, daha önce birlikte çalışmadığınız birisi var mı?

A.M.:  Eskiden vardı. Mesela Chrissie Hynde`la (The Pretenders) çalışmak isterdim. Fakat şimdi artık hayatımın öyle bir evresine geldim ki, böyle Raul Midon gibi gençve üstün yetenekli bir insan bulmak ve onunla çalışmak benim için çok daha önemli.

C.S.:  Peki, buradan sonra neler olur müzikte? Anlattıklarınıza bir şey eklemek ister misiniz?

A.M.:  Şöyle söyleyim: İnsanların müzik anlayışı çok değişti. Trafikte bazen kırmızı ışıkta takılıyorsunuz, yanınızda kocaman bir kamyonet var. İçinden bir gürültü geliyor. Bir bas davul 'bum-bum-bum' diye inliyor. Adam bir kere onu sonuna kadar açmış, o gürültünün içinde araba kullanıyor. Melodiden yoksun, acayip bir şey. Bu müzik anlayışını ben anlayamıyorum. Bu bakımdan, bir bu insanların müzik anlayışı var, bir de bizim bildiğimiz 'normal' insanların politika anlayışı var. Şimdi bakın, hepsi gittiler Bush`a rey verdiler. Çünkü tarih okumuyorlar veya unutuyorlar, coğrafya okumuyorlar veya unutuyorlar. Okullardaki eğitim sistemi bence Amerika`da çok zayıf. Hele Amerika`nın ortalarında adeta dinle karışık bazı anlayışlar sürülüyor insanların önüne. Bu bakımdan, Amerika`nın yalnız müzik anlayışını değil, siyaset anlayışını da pek iyi bulamıyorum. Öyle ki, geçen gün CNN`de gördüm, bir kadın, 11 yaşında bir kızın annesi, kendi hayat sürecinde İsa`nın geri geleceğine inandığını söylüyor ve 'İsa`ya inanmazsanız hepiniz cehenneme gideceksiniz' diyordu. Bunlar Bush`a rey verenler. Bir başka örnek: Bundan evvelki adalet bakanı John Ashcroft, Adalet Bakanlığı binası önündeki eski Roma ve Yunan etkisi altındaki kadın adalet heykelini fazla müstehcen bulup üstüne kumaş koydurdu. Condoleeza Rice, 'İkinci Dünya Savaşı`ndan sonra Yunanistan ve Türkiye`de içsavaş çıktı' dedi geçen gün New York Times`da yazıyordu. Evet, Yunanistan`da oldu, ama Türkiye`de hiçöyle bir şey olmadı. Bu kadın tarih bilmiyor ve Amerika`nın Dışişleri Bakanı. New York Times`a mektup yazmayı düşündüm, sonra vazgeçtim, belki telefonum dinlenmeye başlanır diye.

Eğitim-Kültür-Sanat alanı gelişmeleri takip için @drgoktanay