Batı’nın Mozart, Beethoven’ı varsa, bizim de Dede Efendimiz vardır. Her makamda ayrı bir tını, nağmeye kulak verenlere, notaların arasında şifa saklıdır.

Tarih içerisinde, müzik ile şifa arasında bir bağ kurulmuş ve 18. Yüzyıla kadar şifahanelerimizde uygulanmıştır.  Farabî, İbn Sina, Ebu Bekir er-Râzî, eski Türk âlimleri çok büyük araştırmalar yapmışlar ve onların araştırmaları, Batı okullarında ders olarak okutulmuştur. Hastayı müzikle tedavi ederken diyorlar ki, Türklere ''uşşak makamı'' uygun düşer. Her milletin genel olarak duygularına hitap eden, duygularına tercüman olan belli makamları tespit ederler. Hangi hastalığın hangi makamla iyileştirilebileceğine dair üretimler yaparlar. Lakin 18. yüzyıldan sonra bu geleneği bırakıp, Batı'ya yöneliyoruz. Batı dünyası, bu çalışmaları ''müzikle terapi'' adı altında kendi kliniklerine alıp, geliştiriyor ve bize de sunuyor. 

Bu bilgilerin ışığında, şu soru çıkıyor karşımıza; müzik ne kadar evrensel olabilir ki? Bana göre müziğin üretimi millidir. Her milletin gerçekliği farklıdır. Tarihi, folklorü, değerleriyle harmanlanıp, yürek sızısı, acılarımızla, notalara dökülen nağmeler milli müziğimizdir. Ardında bıraktığı üç yüz bestesi ile ruhlarımıza şifa olan Dede Efendi’nin tınısını anlamlandırmak için yaşadığı yeri merak ediyor ve araştırmaya başlıyorum. Tarihimize ve sanatımıza sahip çıkmanın gücüne inanıyorum. Öz bahçemizde dolaşıp, hazinelerimizi keşfetmenin keyfini çıkarıyorum.  Dede Efendi Evi, hem kadim düşkünü olanların yuvası, hem de yeni model arayışları içinde kaybolan, uyum sağlamaya çalışan yorgun ruhların şifasıdır. 

Hammâmizade İsmail Dede Efendi, Ahırkapı'daki evinde hayatının büyük bölümünü geçirmiştir. Konak,yalnız Türk müziğinin bu büyük bestekarına ev sahipliği yapmış olmasıyla değil Akbıyık Camisi’ne komşuluğuyla da ilgi çekici bir özelliğe sahiptir.1453 yılında fetihten hemen sonra inşa edilen cami; tarihi yarımada tüm camiler içinde engüneybatıda ‘’Kâbe’ye e yakın konumda olması nedeniyle; ‘’Evvel-i kıble’’ olarak bilinmektedir. O devirlerde, namaz vakitleri geldiğinde ilk ezan burada okunmaya başlar, bundan sonra da diğer camilerde duyulurdu ezan sesleri. Bu nedenle de bu camiye ‘’imam-ül mesacit’’ denirdi. Hammamizade İsmail Dede Efendi Evi, Dede'nin ölümünden sonra birçok kere el değiştirmiş, yeri gelmiş karakol olarak kullanılmıştır, günümüzde restore edilen konak Sultanahmet Akbıyık’ta ziyaretçilerini huzura davet etmektedir. 

dede efendi 1

Musikimizin Itrî’den sonra en büyük bestekârı Hammâmizade İsmail Dede, Hicri: 10 Zilhicce 1191/ Miladi: 9 Ocak 1778’de dünyaya geldi. Dede Efendi’nin babası geçimini hamam işletmeciliği ile sağladığı için kendisine ‘’ Hammâmizade’’ denilmiştir. Bestekârlığının yanı sıra Neyzenliği ve ses sanatçılığı ile de ünlüdür. Müzik yeteneği ve sesinin güzelliği çok küçük yaşlarda dikkat çekince Uncuzade Mehmet Efendi’den özel dersler almıştır. Yenikapı Mevlevihane’sinde şeyhi Ali Nutki Dede’ye bağlanmış; yirmi iki yaşında iken 1001 gün süren Mevlevi çilesini tamamlayıp ‘’ Dede’’ olmuştur. Çilede iken ilk bestelediği şarkı ile Padişah III. Selim’in dikkatini çekmiş art arda gelen besteleri ile devrin gözde bestekârları arasına girmiştir. Yüksek saray görevlerinden padişah musahipliğine ve müezzinbaşılığa atanmıştır. Sarayda fasıllara katılırken bir taraftan da öğrenci yetiştirerek Klasik Türk Musikisine;  Zekai Dede, Dellalzade İsmail Efendi, Eyyubi Mehmet Bey gibi büyük bestekârlar kazandırmıştır.

Dede Efendi; sarayı, camileri, dergâhları, kırları, aşkları, eğlence ve hüzünleri ile tarihimizin güçlü çağından aldığı renkleri, musikisiyle ahenkli bir şekilde yerleştirmiştir. Türk musikisine bağlı kalmış, Sultan Abdülmecid döneminde Batı Musikisine ciddi alaka gösterilmesinden derin üzüntü duymuştur. İçtenlik ve akıcılığa önem vermiştir.

Oğlunun vefatından duyduğu üzüntü ile evlat acısını bestelediği ‘’Bir gonca-femin yâresi var ciğerimde’’, valsın dünyayı kasıp kavurduğu 19. yüz yıl başlarında bestelediği, ’Yine Bir Gülnihal Aldı Bu Gönlümü’’ gibi bizi bizden alan besteleri ile sevenlerine hayat vermeye devam edecek, yerini hiç yitirmeyecek; yıllar geçtikçe daha iyi anlaşılıp, anlatılacaktır.

dede efendi