Kutlu olsun! Şu salgın bitse de tiyatroya gitsek diyorum.

En son İstanbul Tekel Sahnesinde gitmiştim. Başlamasından beş dakika önce verilen uyarıdan, ışıkların karardığı an oyuncunun çıkmasını sabırsızlıkla beklediğim ana kadar her şeyini özledim tiyatronun.

Bir de sinema ve tiyatro kavgası vardır. Oysa ki ikisi kardeş kavramlardır. Hatta tiyatro sinemanın dedesidir, dolayısıyla kıyas götürmez iki mecra. İkisinin de ulaşılmaz zirveleri vardır. Tiyatro eğitimim var, senaryo da yazdım, kısa film de çektim inanın hepsinin yeri, sorumluluğu, ağırlığı çok başka.

Oyuncunun çilesi de başka. Ezber yapacak, oynayacağı rolü içselleştirecek. Öyle ha deyince çıkmıyor performans. Karşında yüzlerce insan; Hepsi senden hareket bekliyor, ses bekliyor; Bir aksesuarın eksik olması dahi oyunu düşürür. Belki bir fular, ya da ayakkabının rengi, ya da sahnede olması gereken ama temin edilememiş küçük bir şey!

`height=

Sinemaysa uçsuz bucaksız bir dünya fakat bir kadraja sığdırman gereken bir dünya. 'Kestik, tekrar çek, kestik tekrar çek...' Aynı mimiği yakalaman gerek vesaire vesaire... Tiyatro dediğimiz dar alanda dökülen teri, sınırsız bir arazide döküyorsun sinemada. Çekime çıkmayı araziye çıkmak olarak niteliyorum ben. Bir keresinde soğuktan dudaklarımın çatladığını ve günlerce geçmediğini biliyorum sadece beş dakikalık kısa filmin tek sahnesi yüzünden. Şunu bilin ki hiçbir eser kolay çıkmıyor. Hem yazar açısından, hem yönetmen açısından, hem oyuncu açısından ve tabi arka planda çalışan onlarca insan açısından.

Her şeyi basite indirgemekte hünerimiz büyük.

Tiyatro deyince işin felsefi boyutu da var. Mesela hayat bir tiyatro sahnesidir; Bu sözü duymayan yoktur herhalde. Ve söz devam eder herkes rolünü iyi oynasın diye. Doğru; Tiyatroyu doğuran şey aslında insanların gerçek hayatta rollerini iyi oynamamasından ortaya çıktı.

İnsanoğlunun bir derdi hatta dertleri vardı; Ve bu ortak dertleri birinin ortaya koyması gerekiyordu. Antik tiyatrolara gittiğim zaman başka bir dünyaya ışınlandığımı hissediyorum.

Yüzyıllar önce oynanan oyunları, konuşmaları, amfideki izleyicinin mırıltısını; Evet hepsi kulağıma geliyor. Peki değişen ne? Mekansal değişimlerin dışında çok fazla ir şey yok gibi görünüyor.

Ve Şekspir! Rönesans`tan sonra ortaya çıkan yıldız. Her şeyden önce çevirilerin öneminden bahsetmek gerek. Ben İş Bankası yayınlarından şaşmıyorum. İnanın o kadar fark ediyor ki. Hamlet`in belki 80 tane tercümesi vardır.

'Horaçyo bana bir şey söyle!'

'Ne söyleyeyim efendim?'

Başka bir çeviride:

'Horaçyo sana bir şey soracağım!'

'Sorun efendim.'

Farka bakar mısınız?  Doğru diyalog birinci olan ve ne kadar önemli bir sahnedir.

Hocalarımız sahne ödevi verdikleri zaman çeviriyi baz alarak yayınevi önerirdi.

Şekspir oyunlarında o kadar çok ân vardır ki; Geçtiğimiz yıllarda Machbet oyununu gerçeküstü bir yoruma izlemiştim. Birkaçkez gittiğimi hatırlıyorum. Hani dedik ya dünya bir tiyatro sahnesi diye; Dünyada rolünü iyi oynayamayanlar yüzünden yazılmış onlarca oyunu sahnede izliyoruz dolaysıyla sanat üzerinden yine kendimize dönüyoruz. İlginçdeğil mi?

Kısacası insanoğlunun sanata en az su kadar ihtiyacı var. Ve yaşasın tiyatro!