Geçenlerde eski bir dostumla sohbet ederken, dünyada olan bitenle ilgili nasıl bilgilendiğimiz konusu açıldı. İnternette yerli-yabancı haber sitelerini okuyorum ve mesleğim gereği yıllar evvel çatıya koyduğum iki uydu antenim var, dünya televizyonlarını da takip ediyorum dedim. Şaşırdı. Bu kadarını beklemiyordum dedi. Ben de kendisine aynı yöntemleri tavsiye ettim. Ama pek ilgi göstermedi. İnternete diz üstü bilgisayarından giriyordu zaten, ama dünya televizyonlarını izlemek fikri uzak geldi sandım. Meğer ilgisizliği bilinçli bir tercihmiş. Neler olup bittiğini öğrenmek istemiyormuş. Huzurum kaçmasın, bilmek istemiyorum, beni ilgilendirmiyor tavrı. Elbette herkesin kendi tercihi, saygı duyuyorum. İsteyen bulmacasını çözmek için gazete alır, isteyen her kelimesini okumak için. İsteyen dünyayı uydu antenleriyle izler, isteyen evine televizyon bile almaz, isteyen de kahvede arkadaşlarıyla pişti oynarken göz ucuyla baktığı televizyon haberlerinden dünyayı takip etmekle yetinir.

Peki ama dünyada neler olup bittiğini takip etmemek bize ne getirir, ne götürür? Bireysel olarak ne kazanırız, ne kaybederiz?

Hem zaten günümüz insanına kendisi istemediği halde sunulan o kadar çok bilgi var ki, seçici olmak, sunulan ile yetinmemek pek aklımıza gelmiyor. Cep telefonumuzun ekranına gelen haberlerin, bilgilerin kaynağını araştırmak yerine, okuyor ve doğru kabul edip benimsiyoruz. Gelen haberlerin çoğunun aklımıza değil, duygularımıza hitap ettiğinin ve tepkilerimize yol açtığının farkında bile değiliz. Toplum olarak duygusal ve tepkisel olmak gibi bir yönümüz olduğunu tüm dünya biliyor. İlk bakışta bu iyi bir özellik gibi görünse de, bir iletişimci olarak beni korkutuyor açıkçası. Etkilere çok açığız.

Dün bir yabancı kaynak tarafından hazırlanmış, dünya ülkelerinin “hukukun üstünlüğü” açısından sıralamasını gösteren bir liste gördüm internette. Türkiye çok alt sıralarda görünüyordu. Bu liste açıkça Türkiye’de hukuk filan yok diyordu. Haftalardır binlerce çocuk katleden İsrail ise üst sıralardaydı. Amerika’da İsrail’de kamusal güç, hukuku üstün tutuyormuş. Vay be! Birden Amerika’nın Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de katlettiği, o ülkelerin yerlisi olan milyonlarca insan aklıma geldi. Nedense o “üstün tutulan hukuk” bu devletlere, o topraklarda ne işiniz vardı da oraların insanlarını katlettiniz diye hiç sormuyor. Hiroşima ve Nagazaki’de atom bombalarıyla katledilen insanlar ise “savaş” kılıfı ile öldürüldükleri için oradaki katliam da unutturuldu. Bizim bile sorgulamak aklımıza gelmiyor. İsrail seksen yıldır Filistinlilere neler yapıyor tam olarak biliyor muyuz? Bilmiyoruz, çünkü okuduğumuz, izlediğimiz medya bize bahsetmedi. Hatta size enteresan bir şey söyleyeyim, İsrail’de yaşayanların bazılarının devletlerinin ne yanlışlar yaptığından haberi yok. Aynı durum Amerikan ve Rus halkları için de geçerli. Tüm dünyada hukuku ve insan haklarını katleden bu devletler, düşünsenize güya bilimsel kaynakların ileri sürdüğü hukuku üstün tuttukları yalanıyla övgülerle anılıyorlar. Uluslar arası bir “bilimsel” araştırma yayınlanıyor Türkiye en gerilerde gösteriliyor. Bunu eline geçiren duygusal-tepkisel insanlarımız da kendi ülkesine, devletine veryansın ediyor. Nasıl bir algı operasyonudur bu, farkında bile değiliz.

İşin ilginci, Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay’ın karşı karşıya geldiği bir sürecin yaşandığı günlerde böyle bir liste medyaya servis ediliyor. Çok manidar değil mi? Listeyi okuyan kendi ülkesine kızıyor. İşte biz şöyleyiz, biz böyleyiz denilmesi için tepkiselliğimizi dürtüyorlar. Aslında hiç bir ülkede hukuki mekanizmalar olması gerektiği gibi işlemiyor, ama iyi biliyoruz ki; Türk devlet geleneği, kendi sorunlarını halledecek güçte. Sorun şu ki; biz toplum olarak dünyada olan biteni bilmezsek, sadece kendimizle ilgili eleştirel bir cenderenin içine kapanıp kalıyoruz. Oysa Türkiye Cumhuriyeti pek çok yönden, o allanıp pullanarak algı operasyonlarıyla yüceltilen devletlerden çok daha üstün. Teröre karşı verilen mücadele sürerken ordumuz, tek bir sivilin ve çocuğun zarar görmemesi için nasıl büyük çaba saf ediyor biz biliyoruz.

Başkalarının bize sunduğu yalan dolana dayalı standartlarla kendimizi yargılarsak, elimizde darmadağın olmuş bir devlet kalır, bizi bu topraklarda istemeyenlerin en büyük arzusu zaten.

Duygusal tepkiselliği bir yana bırakıp, dünyada olan biteni sakince izlemek gerekiyor. Türk milletinin dünyayı izlerken, olayları değerlendirecek kriterleri çok daha kaliteli, çok daha insancıl, çok daha gerçeklere dayalı. Yeter ki bilgi akışında her önümüze konulanı hemen benimsemeyelim, aklımızı ön plana alarak birliğimize, dirliğimize yönelik amaçları fark edebilelim. Kafamızı kaldırıp dünyaya bakmazsak pek çok şeyi göremeyiz, ortada ne Türkiye Cumhuriyeti kalır, ne de bu topraklarda yaşama şansımız.

Geçmiş yıllarda dünyayı izlerken, emperyalizmin pek çok ülkedeki operasyonlarını gözlemledik. Önce halkta her şeyin kendiliğinden olduğu kanısını yerleştiriyorlar, gerisi geliyor. Sonra ekonomiyi göçertiyorlar, ülkenin parasının değeri düşüyor. Her yerde aynı taktik. Sonra kendi kurdurdukları veya yönetimini ele geçirdikleri partilerle seçimlerde kurtarıcı rolünde bir piyon ileri sürüyorlar. Biraz dikkatli takip ederseniz, bu piyonun tüm hedef ülkelerde aynı tipoloji olduğunu görüyorsunuz. Temiz yüzlü, kolları sıvanmış beyaz gömlek giyen ve genellikle sol elini yumruk yapıp yukarı kaldırıp sallayan bir kurtarıcı. İş başvurusu yapar gibi traşlı, gülümseyen, sempatik ve özellikle ailesiyle birlikte çekilmiş fotoğrafları da medyaya dağıtılıyor. Venezuela’da yaşandı tüm bunlar. Amerikan şirketlerine ülkenin petrollerini satmayan yönetime karşı böyle bir piyon ileri sürüldü. Enflasyonun inanılmaz oranlara çıktığı bu ülkede, sosyalist iktidar, ülke petrollerini Amerikalılara satmamak için direndi ve kazandı. Sokak olayları çıkarıp ülkeyi kaosa sürekleyen Amerika, sonunda vazgeçti. Kuklayı da iplerinden tutup sürükleyerek alıp götürdüler.

Dünyayı takip etmeye devam ediyoruz. Sırada Yunanistan var demiştik geçenlerde. Aynı tipoloji Amerika’dan getirildi, aslında ülkeye oldukça yabancı, ama yine de siyasete girdi. Bir partinin genel başkanı seçildi. Şimdi ülkenin tarımsal üretim gücü, askeri gücü gibi konularda gözlemler yapıyor. Zamanı gelince seçimlerde aday olacak. Beyaz gömleğini giyip kollarını sıvayarak AB kıskacındaki ülkeye umut olarak gösterilecek, medya tarafından desteklenerek seçilmesi sağlanacak. Muhtemelen kaos planı bu defa bir Türk - Yunan savaşının çıkarılması olarak yürütülecek. Yunanlı kitleye dünyadaki bütün kötülüklerin Türkler tarafından desteklendiği propagandası yapılacak. Umarım asla gerçekleşmez.

Eğer bizim ülkemizde de benzer bir tipolojiyi demokratik ortamda aday yapıp, kurtarıcı olarak öne sürerlerse, dünyadaki bu örnekleri bilmeyen, dünyayı izlemeyen kitle tarafından hemen benimsenmesi ve desteklenmesi mümkün olabilir mi? Her ülkede olduğu gibi insanın sadece dış görünümüne, hatta giyim şekline bakarak karar verme kriterlerine sahip küçük bir toplumsal kesimin var olduğu gerçeğini kabul etmeliyiz. Ancak bu eğilim genele yansımıyor. Belki de sırf bu yüzden pek çok plan bizde işlemiyor. Dünyaya açık, gezegende neler olup bittiğini bilen ne kadar çok insanımız olursa, o kadar sağlam durabiliriz. Şu günlerde tarihe şahitlik ediyoruz. Ama tarihe yön vereceğimiz günler çok yakın.