Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve beraberliğinin korunması, her alanda ileri gitmesi, gelişmesi ve güçlenmesi en büyük temennimiz. Bu manada hepimiz cumhuriyetçiyiz. Devlet kurumlarının işleyişi ve ekonomik işlevleri konusunda farklı görüşlerimiz olsa da, Türkiye Cumhuriyeti kendisini yurtsever olarak gören herkesin vazgeçilmezi.
Bu konuda bir tereddütümüz yok. Asıl sorun Türkiye Cumhuriyetinin iyiliğini isterken ne yapıyoruz, kimlerle yan yana duruyoruz, birlikte yürüdüğümüz, destek verdiğimiz kişiler, oluşumlar Türkiye Cumhuriyeti’ni sizin kadar seviyorlar mı? İyiliğini istiyorlar mı? Kısacası neyin ne, kimin kim olduğunun farkında mıyız? Bunun için kriterlerimiz var mı, var olan kriterlerimiz yeterli mi?
Öncelikle şunu bilmeliyiz; kriter geliştirmek öyle kolay değil, bilgi gerekiyor. Peki bilgimiz yeterli mi? Bilginin kaynağı konusunda dikkatli miyiz? Dijital çağ bize bunları sorgulamayı öğretti mi? Salt bilgi yetmez, bilginin kaynağı nedir, size ulaşmasındaki maksat nedir, niçin başka bilgiler ulaşmadı da bu bilgi ulaştı? Kendiniz araştırıp mı bilgiye ulaştınız, yoksa bilgi cep telefonunuza gelen bir bildirimle size kendisi mi ulaştı? Kısacası sorgulanacak çok şey var.
Kahvede pis yedili oynarken, karşı köşede açık televizyonu göz ucuyla izleyerek, ülkede ve dünyada olan biteni çözdüğünü zanneden amcalar tanıyorum. O kadar eminler ki herşeyi bildiklerine. Onlarla konuşamıyorum, susuyorum. Eskiden mahallemizde komşularımız vardı, kısa dalga radyoda Meteorolojinin Sesi’nde müzik dinleyip, sadece hava durumu bilgisini alarak yaşayan insanlardı. Gazete de okumazlardı. Bu bir tercih, biliyorum. Ama içinde yaşadığımız topluma ve ülkeye karşı görevlerimiz, sorumluluklarımız yok mu? Üzerinde nefes aldığımız bu topraklarda Türkiye Cumhuriyeti var olmasaydı ne biz, ne de çocuklarımız yaşayamazdık. Bizi bu topraklardan sürmekle kalmazlardı. Son dönemde yaşanan olaylar bunun kanıtı. Unuttuğumuz bir kelimeyi tekrar hatırlamak zorundayız; “Emperyalizm”.
Kendimize bir bakalım; XXI. yüzyılın ilk çeyreğindeyiz ve birey olarak kendimizi dünyada konumlandırdığımız yer gerçekten Türkiye Cumhuriyeti’nin yanı mı? Küreselleşme o kadar ilerledi ki, başka bir ülkedeki iş adamının yaptığı yatırımlar ya da uzaktaki bir ülkede yeni atanan/seçilen bir başbakanın kimliği ve mensubiyetleri bizi doğrudan etkiler hale geldi. Küresel etkileşim giderek artıyor. İletişim araçlarının artan gücü bir yanda, diğer yanda ise ulaşım imkânlarının artışı. Yaymak istedikleri yeni bir virüsü değişik kıtalardaki ülkelere ulaştırmaları bir kaç saat sürüyor. Bilgi daha hızlı, bir kaç saniyede yayılıyor. Siz yeni bir “şey” öğrendik diye sevinirken, aslında başka bir ülkede “üslenmiş” gizli servisin kimbilir hangi çıkarlar için servis ettiği bir “şey” edindiğinizi bilemiyorsunuz. O “şey”e göre politik tercihlerinizi belirliyorsunuz, hayatınızı yönlendiriyorsunuz. Beğenileriniz ona göre oluşuyor, sevgi pıtırıcıklarınızı bulduğunuzu zannediyorsunuz, oysa sizi hiç dikkate bile almayan, öncelikleri çok başka birisini kucaklamış oluyorsunuz.

Küresel sömürüye boyun eğmemek, ancak Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkmakla mümkün. Bunun için zorluklardan yılmayan nesillere ihtiyaç var. Zorluklar derken, ilk zorluk ülkemizin bir ulus-devlet olduğunun bilincine varmakla başlıyor. Toprak bütünlüğünü korumaya ve ülkesindeki insanları huzur/refah içinde yaşatmaya çalışan devletimiz yani Türkiye Cumhuriyeti, bir ulus-devlet. Ulus-devletler, küreselci politikalar izleyen devletler üstü kuruluşların öncelikli ilgi alanı. Ulus-devlet kavramından sonra karşılaştığımız diğer kavram da “küreselciler” olacak elbette.
Küreselcileri tanımak, dünyayı tanımakla eş değer. Küresecilik, kadim uygarlıklar zamanından gelip, yaşadığımız dijital çağda büyüyerek devam eden, küresel çapta faaliyet gösteren ve şimdilerde adına küresel sermaye dediğimiz oluşumun, kendisine seçtiği bir varoluş biçimi. İdeoloji demiyorum, çünkü gücü trilyon dolarları bulan bu sermaye şirketlerinin oluşturduğu cephe, bütün ideolojileri kendi çıkarı için kullanabiliyor. Bir ülkede aşırı sağcı hatta ırkçı söylemlerle politize olmuş grupları kullanarak çıkar temin ediyor, diğerinde çok başka liberal, özgürlükçü geçinen gruplarla işbirliğinde, bir başkasında ise komünist gerillaları hatta kan dökücü terör gruplarını destekliyor. Ama hangi politik söylemi kullanırlarsa kullansınlar, kimleri beslerlerse beslesinler ortak hedefleri ulus-devletleri zayıflatmak. Farklı ideolojilerin arkasına saklandıkları için, küreselcileri tanımak zor belki ama, hedeflerine bakarak fark etmek de bir o kadar kolay. O yüzden olaylar arasında sebep-sonuç ilişkisi kurmak, ideolojilerin etkisi altında kalmadan akılcı davranarak sonuçlara bakmak çok önemli. Benimsediğiniz ideoloji, bir başka kıtadaki ülkede antiemperyalist mücadelenin bayraktarlığını yapmış olsa da, sizin ülkenizde küreselcilerin organize ettiği bir yapılanmanın ulus-devletinize karşı kullandığı politik bir aparat olabilir.
Küreselciler, bundan yüz yıl önce imparatorlukların yıkılıp, ulus devletlerin kurulduğu dönemden bugüne kadar, ister parlamentarizm isterse başkanlık ile yönetilen tüm demokrasileri hedef almaktalar. Daha doğrusu demokrasileri hedefe koyarak, ulus devletlerin güçsüz birer yaşayan ölü haline gelmesini istiyorlar. Böylelikle küresel sermaye ile pazarlık gücü olmayan ve halkının sömürülmesine karşı hiçbir şey yapamayan ülkeler olsun istiyorlar. İngilizlerde bir söz vardır; “Democracy is difficult” (Demokrasi zordur) derler. O zorlukları aşılamaz göstermek, demokrasiyi kötülemek, hatta demokrasinin aksayan tüm yanlarını ard arda sıralayarak, çok büyük sorunlar yumağı olarak gösteren algılar oluşturmak küreselcilerin işidir. Halkın seçtikleriyle işbirliği yapamadıkları ülkelerde, yerlerine tepeden inme yöntemlerle kendilerine uyumlu çalışacak başka birilerini getirmeye çalışırlar. Bunun için yönetimini ele geçirdikleri diğer devletlerin açık/gizli imkanlarını hatta örgütlerini bile başka ülkelerde kullanabilirler. Darbeler, demokrasi karşıtıdır ve küreselcilerin ülkeleri sömürmelerine yarayan bir yöntemdir. Bu yüzden eğer siz, herhangi bir darbeyi alkışlarla karşılamaya hazır bir psikoljideyseniz iyi düşünün derim, o sizin hayal ettiğiniz yönetim bir darbe ile asla kurulmayacaktır. Büyük ihtimalle vadesi yıllarca sürecek dış borçların ödeyicisi olacaksınız. Demokrasiyi sevmek ve savunmak zorundayız, elbette hatalar ve eksikler olacaktır, düzeltilmesi için elimizden geleni yapacağız ve asla demokrasiden vazgeçmeyeceğiz, çünkü demokrasi ulus-devletimizi ve bağımsızlığını korumanın tek yoludur. Demokrasiden vazgeçildiğinde, küresel sermaye kendisinin yetiştirdiği hiç tanımadığımız, bizimle hiç bir bağı, ortak noktası olmayan birilerini başımıza getirmekten çekinmez. Gökten zembille indiğinde, yani bir operasyonla getirildiğinde bile, kimdir, nedir, nereden çıktı diyemeyecek halde kabullenmek zorunda kalabiliriz.
Küreselciler, dünya çapında faaliyet gösterirken, ulus devletlerin sınırlarını, kendi planlarında yer alan ticaret yollarına engel olduğu için değiştirmek isteyebilir. Bu amaçla hiç bir hukuk kuralına tabi olmadan faaliyet gösteren, kendi oluşturdukları ve finanse ettikleri silahlı terör gruplarını kullanırlar. Nitekim Türkiye’nin güneyindeki terör eylemlerinin ve askerlerimize yapan saldırıların arkasında, bu terör koridorunun açılması çabaları yatmaktadır. Küreselcilerisadece internetteki alışveriş sitelerinde ürünleri pazarlanan veya internette faaliyet gösteren şirketler sanmayın, dünyadaki illegal ticaretin de sahibi onlar. O yüzden bizim askerlerimize saldıranların, politik arenada demokrasi havarisi kesilen işbirlikçilerinin yüzündeki maskeyi fark etmek, Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkmanın gereği ve sonucudur.