Geçenlerde eski bir milletvekiliyle yapılan röportajı okudum. Milletvekili olmak bana çok şey kaybettirdi diyordu. Mesleğimden uzak kaldım. İçinde bulunduğum siyasi oluşumun benden beklentileri yüksekmiş, hayatımın önemli kısmını kendilerinin düzenledikleri organizasyonlara katılmamı ve faaliyetlerinde gözükmemi istediler. Keşke milletvekilliği teklif edildiğinde kabul etmeseydim.

Okuyunca acı acı gülümsedim. Anlaşılan insanlar aktif siyaset denilince, takım elbise giyip meclis koridorlarında gözükmek şeklindeki eski algıları hala aşamamışlar.

Günümüzün siyasetçilerinin, özellikle milletvekillerinin profiline baktığımda değişik kesimlerden geldiklerini görüyorum. Bu kötü bir şey değil. Parlamentoda değişik kesimlerin temsil edilmesi, çok sesliliği güçlendirir. Ama siyaset kurumu eskisi gibi sadece mecliste genel kurula katılıp el kadırıp indirmek için gelenleri artık kabullenmiyor. Aktif katılım ve çok daha fazlası gerekiyor.

Partilerin aday belirlemedeki kriterleri, parti disiplinlerinin, örgüt yapılanmalarının ve politik tavırlarının da göstergesidir. Bizde yanlış bir anlayış var, çok oy alan partilerin kitle partisi olduğunu zannediyoruz. Oysa kitle partileri, ideolojik nitelikleriyle geniş kitlelere hitap eden partilerdir. Sosyalist, komünist, milliyetçi vb. ideolojilere sahip, geniş halk kitlelelerine hitabeden ve üyelerinin ideolojik mensubiyetleri sebebiyle katılım sağladıkları partilere, kitle partisi denilir. Üyeler ve adaylar partinin öne çıkan ideolojisini benimsemiş, hatta bu yolda mücadele vermiş kişilerden oluşurlar. İdeolojilerin önemli olmadığı, üyelerinin parlamentodaki temsilcilerin veya belediye başkan adaylarının mesleki kariyerleri, çevrelerinde sevilip sayılan insanlar olmaları gibi kriterlerin öne çıktığı partilere ise “kadro partileri” denir.

Bir sporcu yurtdışında birkaç ödül aldığında bir partiden vekillik teklifi alıyorsa, bir şehrin sevilen sayılan iş adamı sırf bu vasıfları dolayısıyla belediye başkanlığına aday gösteriliyorsa parti ideolojisiyle değil, kadrolarıyla kitleden oy istiyor demektir. İdeolojisiyle ön plana çıkmaya çalışan, kitleye ideolojik temalarla hitap eden bir partinin ideolojiyi geri planda tutarak fikri yapılanmasıyla hiç alakası olmayan bir akademisyeni, doktoru, avukatı aday gösterdiğini de gördük Türkiye’de. Böylesi partiler ya dağıldılar, ya da gösterdikleri adaylar en ufak bir kırılma halinde başka partilere geçtiler.

Ben Türkiye’deki partileri, hedef kitlesini doğru belirleyememiş, o yüzden ne yayınlayacağını bilemeyen televizyon kurumlarına benzetiyorum. Çoğu parti belli bir ideolojiyi temel alarak, kitle partisi olarak kurulup, sonraki yıllarda seçim zamanı geldikçe şarkıcı, türkücü, dizi oyuncusu vb. mesleklerden sevilen ünlü insanları aday göstererek kadro partisine dönüşmeye başlıyor. Kendi mesleğinde çok başarılı olmuş bir kişiyi, zamanla başarısız bir siyasetçiye dönüşüp prestij kaybetmiş olarak poitik arenadan uğurluyoruz.

Buna karşın özellikle sosyal bilimlerde çalışmalar yapmış akademisyenler, hukukçular katılımları sonradan da olsa, farklı ideolojik tabanlardan gelmiş dahi olsalar siyasi partilerde daha başarılı olabiliyorlar. Zaten yasama organında hukuk bilen üyeler çok değerli ve vazgeçilmezdir. Ülkedeki siyasi yapılanma, siyasal tarih, devletin idari ve mali yapısı, iktisadi durum, sosyal katmanlar, baskı ve menfaat grupları, rejimin felsefi ve ilkesel umdeleri konularında bilgi ve fikir sahibi olmak önemli. Bu bahsettiğimiz niteliklerle ilgili hiçbir donanımı olmadan, sırf sosyal medyada bir partinin siyasi görüşüne yakın çizgide paylaşımlar yapan, hatta tek bir kampanyada aktivist görünenlerin milletvekilliğine giden yolculuklarına da şahit olduk. Meclise girdikten ve bazı haklara kavuştuktan sonra ne medyada, ne de sosyal medyada hiçbir varlık göstermediler.

Siyaset artık projeleri olan, kendine güveni tam, teknolojiye yatkın, teknik donanımları ve mecraları kullanmasını bilen, halkının hassasiyetlerinin farkında olan, yabancı dil bilip dünya medyasını takip eden ve gerektiğinde yabancı dilde beyanat verecek, ülkesinin çıkarlarını savunabilecek, dünyaya açık, ülkesine, devletine, milletine sevgi ve saygısı olan gençleri bekliyor. Bu insanları araştırıp bulan, keşfeden ve kadrolarına katan partiler kazanacak. Liderin çevresindeki tanıdıkları vasıtasıyla aday seçtiği partiler devri de bitti. Adaylık için başvuranlardan para toplamak da artık ayıp ve yasadışı sayılmalı. Hatta adaylık başvuru ile olmamalı. Bunun yerine ülkeye yarayacak yetişmiş insanları siyaset kurumuna dahil etmek için sosyal sondajlar yapan, araştıran ekipler kurulmalı. Yurtdışında yarış kazanmış motosiklet yarışçısını ekranda görüp sırf ünlü diye aday göstermeyi artık kimse düşünmemeli. Sosyal medyayı angarya görüp, göstermelik açtığı hesabını sekreterine teslim etmiş siyasetçiler partiden ihraç edilmeli.

Parti teşkilatlarına yıllarını vermiş gönüllülerin eğitim durumları ve vasıflarını araştırmak ve politik kadrolarda değerlendirmek çoğu parti genel merkezinin umurunda olmuyor. Siyasette en önemli unsurun yetişmiş insan olduğu unutulmamalı. Başarı isteniyorsa tabii. Yoksa sadece meclis genel kurulunda el kaldırıp indiren, komisyonlara mecburiyetten katılan ama sosyal haklarını son damlasına kadar kullanma derdinde, ismini bile bilmediğimiz pek çok siyasetçiye maaş ödemeye devam ediyoruz.

Artık siyaset kurumunun toparlanma ve kendine gelme zamanı geldi. Yoksa küreselciler seçilmiş siyasetçileri, toplumsal açıdan en haklı yerlerden eleştirip yerden yere vurarak demokrasileri ve ulus devletleri alaşağı etmek üzereler. Ulusal egemenliğin simgesi olan para birimleri tarihe karışacak ve yerini ekranda gözüken rakamlara terk edecek. Politik algısal üstünlüğü sağlayacak küresel medyalarda, ulus devleti savunan siyasetçiler, bilimadamları istenmeyen adam ilan edilecek. Ülkesinin ve halkının çıkarlarını savunan siyasetçi tiplemesi, kötücül, baskıcı ve otoriter gösterilerek tarih sahnesinden silinecek.

Ve bütün bunların karşısında sosyal medyada özel hayatıyla hava atan, halkının durumunu umursamayan politikacılarla dik duracağız.

Öyle mi?