Bir müslümanın hayatında orucun önemli bir yeri olduğu gibi, ilk tuttuğu orucun anlamı çok özeldir. Çocuk için oruç tutmak; bir taraftan kendini ispatlayıp çocukluktan çıkmaya adım atmak iken diğer  taraftan da ailesi ile ortak bir şeyler paylaşmanın hevesi, kendini büyümüş hissetmenin mistik başarısıdır. Oruç tutmak kulağına üflenmiştir de nasıl tutulacak, nedir, ruhunda çeşitli yankılar yapan bilinmezliklerin heyecanı kendinde saklıdır.

Derken bir Anadolu geleneği olan tekne orucu denemeleri başlar. Tenkiye orucu ile günün sadece bir bölümünü oruçlu geçirip, çocukları oruca alıştırmak, İslâmî bir kimlik kazandırmak hedeflenmiştir. Zamanla tenkiye tekne olmuştur. 

Ramazan davulcusunun sesi gelir. Kimi çocuklar korkar, perdenin arkasından usulla bakar. Sofralar kurulur yemekler yenilir, imsak vakti ile orucuna niyet etmeyi öğrenir. Seremoni başlamıştır. İlk olarak anne babası  omuzlarda taşıyıp gezdirir. Öğlen olunca pek yemek yeme niyeti olmasa da ikna olur. Çocuk, tekne orucu ile ilk mistik başarıya imzasını atmıştır. Bülûğ çağına basmadan ilk tam gün orucunu tutan çocuk için iftar vakti atılan toplar onun zaferini kutlar. En sevdiği yemekler yapılır. Fırına koşup sımsıcak pideleri kapıp evin yolunu tutarken, iftar saatini beklemek zorunda olduğunu bilir, ilk nefis terbiyesi, sabrı öğrenir. Hediyeler alınır. Oruç tuttuğunu duyan, komşular  akrabalardan gelen aferinler memnun eder. Çocuk artık Ramazan ayının bilinmez hazinelerinin, cömertliğinin lezzetini tatmıştır. Teravih namazına gitmek bir yönü ile camide namaz ibadetini tecrübe etmek, bir yönüyle de eğlencedir. Namazı şaşırıp herkes otururken ayağa kalkar, kıkırdar, aralarda koştururken, celalli bir amcanın, teyzenin kükreyişi ile hıçkırığını tutmak gibi kahkalarını içinde tutmaya başarır, bazen de engel olamaz. 

Ramazanın kelebeği çocuklar, evde, mahalle aralarında, camilerde rengârenk uçuşurlar. Müslümanın çocukluğunda iftar saatlerini bekleyiş, oruçluyken ağaçların dallarından sarkan elmalara dokunamamak, iftar sofralarında daldan düşen hurmanın, zeytinin nimete kattığı kutsallık, Ramazan ikindilerinde evlerde kulağına işlenen Kuran seslerinin yankılarının huzuru, teravihlerde okunan ilahiler, aşkla getirilen tekbirler Ramazan hatıralarında hep canlı ve parlak kalacaktır. Sezai Karakoç, “Yaşlandıkça çocuklarının oruçlarının sütuna yeni mermer payandalar dayandığını görür. Mü’minin içi artık bir Süleymaniye kadar sağlamdır. Ölüm onda artık bir korku değil, sadece bir merak konusudur sanki. Çünkü: oluşmuş, birikmiş ve son biçimini almış bir sonsuzluk tapınağına ölümün dokunamayacağını bilir. Ve müslüman, içinde “tam teşekküllü” bir Süleymaniye, ölüme geçer…” diyor. 

Alışkanlıklar çocukluktan bir elâstiklik kazanır. Çocukluk ve gençlik çağı oruçları, her olaya menfaat olarak bakan materyalist yaklaşımın tuzaklarına karşı olgunluk döneminde yerleşmiş olan güçlü bir İslâmi bilinç, manevî duyarlılık olarak kişiliğinde vücut bulur. Ramazan her geçen bir yıl çocuğu olgunlaştırır. Yaratıcısını, varlığın anlamını, nimetlere şükür bilincini öğretir. Oruç ve namaz ile çocuk kutsal dünyaya adım atar, sözle değil  bizzat maneviyatı yaşayarak içselleştirerek MUTLAK GERÇEĞİ benimser.