“O’na döneceğine inanman için , O’ndan olduğunu kabul etmen gerek.” Hallac-ı Mansur

“Yaratma diye bir derdim yok. Estağfirullah. O Allah’a aittir. Sanatçı sadece güzelliği keşfeder. Güzellik ise devamlı değişme halindedir. Hakiki güzellik güzelliğin değişmeyen özüdür. Buna erişmek de ancak soyutlama ile mümkündür. “ Erol Akyavaş

1932 yılında Ankara’da doğar.1950 - 1952 İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi(Mimar Sinan Üniversitesi) Mimarlık Bölümünü tamamlar. 1948' de Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesinde resim çalışmalarına başlar. Burada misafir sanatçı olarak resim eğitimi gördükten sonra 1952 - 1953 yıllarında Floransa Güzel Sanatlar Akademisi'nde yaz çalışmalarına katılır. Paris'te André Lhote ve Fernard Léger ile çalışır. Cercle et Carré ve Salon des Réalités Nouvelles sergilerine katılır. Bu tecrübeler Avrupa modernizmini tanımasına, geometrik ve soyut yapıtlar üzerinde kübist formlar ile çalışmasına ortam oluşturur . Fransa’nın ardından 1954 yılında Amerika’ya gider. 1956 yılında Macar kökenli bir ailenin kızı olan İlona Mosolygo ile Cleveland Ohio'da evlenir.

Whatsapp Görsel 2024 03 16 Saat 00.12.41 F852C501

Daha sonra Chicago'da yaşamına devam eden Erol Akyavaş Mimar Eero Saarinen ile yedi yıl çalışır. Fakat resim ile bağını koparmaz, mimarlık eğitimine devam ettiği yıllarda yaptığı eserlerin birçoğunda Mimari mekanları tanımladığı ve derinlik kavramının öne çıktığı eserler ortaya çıkarır.

Whatsapp Görsel 2024 03 16 Saat 00.12.42 688Bc3C7

1959 yılında yaptığı 121,8 x 214 cm ebatlarındaki "Padişahların İhtişamı" başlıklı resmi New York Modern Sanatlar Müzesi (MoMA)’nde koleksiyona katılır. Bir Türk sanatçısı olarak dünyada tanınan ve belkide en bilinen eseri olur. Eserin ismi ile tarihi bir vurgu yaparken dokusu ile de hat sanatı ve tarihsel paydaşlığa dikkat çeker. Bu günden sonra Akyavaş ressam olarak hayatına devam etmeye karar verir.

Whatsapp Görsel 2024 03 16 Saat 00.12.42 F081C070

Erol Akyavaş’ın 1970 sonrası sanat hayatına ve tarzına yön veren bazı karşılaşmaları, okumaları ve rüyaları olur. Tasavvuf felsefesi etkisi altında verdiği eserlerin üç ayağı bulunur.Birincisi, entelektüel bir aile ortamında yetişen ressamın aile üyelerinin dini değerlere bağıdır.Dedesi Merdivenköy Tekkesi şeyhidir. Abdülbaki Gölpınarlı ise büyük dayısıdır. İkinci ayak ise, 1971 yılında fars asıllı mutasavvıf Şebüsterî’nin Gülşen-i Raz kitabını okumasıdır eş zamanlı Mevlana Celalettin-i Rumî’den de sıkça beslenmeye başlar. Bir söyleşisinde etkileşimlerinden şöyle bahseder;

“ Şeklimiz denizde yüzen boş kaseler gibidir. Kap, içi dolana kadar denizde gezer sonra denize batar. Kasenin boşluğuna bir imadır yaptıklarım. Kalp gözünü açıp nakkaşların ardındaki nakkaşı görmeye çalışıyorum. Ümidim değişmeyeni arayarak değişmeyi anlatmaya çalışmaktır.”

Tasavvuf etkisindeki üçüncü ayak ise İstanbul’da gördüğü gizemli bir rüyayı Amerika’dan tanıdığı ve Sahaflar Çarşısı’nda bir kitapçı olan dostu Muzaffer Ozak Hoca’ya yorumlatmasıdır. Akyavaş rüyayı şöyle anlatır;

“Çöl yada tarla gibi boş bir alanda çınar gibi bir ağaçtan parıltılı bir cisim beliriyordu. Nurdan bir vücut bana ışıktan ve ne olduğunu anlayamadığım bir şey uzatıyordu ve korkma al diyordu. Korkuyor alamıyordum. Tekrar uzatıyordu fakat ne uzattığını göremiyorumdum zira ayna tutulmuş gibi muazzam bir parıltı gözümü alıyordu. Gözüm kamaşmış bir halde uyandım. Aklım karışmıştı ve birine anlatmak istiyordum. O güne kadar rüya tabiri yaptırmamıştım ve böyle şeyleri hurafe olarak görürdüm.

” Uyandığında koşarak sahaflar çarşısına gider. Muzaffer Ozak Hoca onu kapıda görür görmez içeri buyur eder ve daha o birşey anlatmadan “anlat şu rüyanı” diye hitab eder. Etrafında bulunanlara da “iyi dinleyin böyle rüya az bulunur” der. Rüyayı dinledikten sonra da “yapmak isteyip de yapamadığın şey neyse onu yap” diye tabirde bulunur.

Erol Akyavaş bu tabir ve Muzaffer Efendi’nin verdiği cesaret ile İslam ikonografisi ve estetiğini bir araya getirdiği büyük ölçekli ve değerli eserlerini ortaya çıkarmaya başlar. Sözlerin gölgesi olarak yazı ve harfleri kullanır.Hallac-ı Mansur’un sıradışı yaşamı ve öğretisi Akyavaş için yol gösterici noktalardan biri olur. O’nun işaret ettiği gibi yüce bir varlığın gölgesi ve parçası olup hiçlik aleminde bir gölge olarak yansıma fikrini eserlerinde de gösterir. Bugün İstanbul Modern’ de bu seriye ait bazı parçaları yakından görebiliyoruz.

Whatsapp Görsel 2024 03 16 Saat 00.12.42 C73D551F

Whatsapp Görsel 2024 03 16 Saat 00.12.42 10F22056

Minyatür sanatından da oldukça etkilen sanatçı Matrakçı Nasuh’u, Nakkaş Osman’ı ve Osmanlı minyatürlerini zengin bir kaynak olarak görür.

Whatsapp Görsel 2024 03 16 Saat 00.12.42 Ef8E531A

Akyavaş’ın, "Fîhi Ma Fih", "İçindeki İçinde" adlı üç boyutlu çalışması ile 1989 II. İstanbul Bienali’nde, Aya İrini’de, Türkiye’yi temsil eder. Fîhi Ma Fih” eseri, Erol Akyavaş’ın sanat anlayışını yansıtan önemli bir göstergedir. Mekân ve sanat eseri, zaman ve kavram,  felsefe ve yansımasını belgeler bu triptik. Siyah olarak resimlenen küpler, onun resimlerinde Kabe tasvirleri olduğu gibi bu çalışmasında da siyah küp kaideler Kabe’nin sembolüdür. “Bu calisma, Aya Irini'nin tarihi, mimarisi, kullanımı, islevi ve yapının ‘kisiligi’ ile ilgili bir tasarımdır. Aya Irini'nin yapimi 4.yy , 1453 fethinden sonra camiye çevrilmeyen yapılardan biridir. "Fihi Ma Fih"te tek Tanrılı üç din temsil edilir. Musevilik, Hristiyanlik, İslam. Osmanlı'nın tarih boyu egemen olan hoşgörüsünün bir odak noktasi konumundaki Aya Irini, benim icin esin kaynağı olmuştur…" şeklinde tanımlar Akyavaş.

Whatsapp Görsel 2024 03 16 Saat 00.12.43 11E162Ba

Erol Akyavaş’ın seyr-û sûlûku belkide o farkında olmadan çocuk yaşlarında başlamıştı. Eserlerinde sıkça başvurduğu doğu-batı sentezi kimi zaman arada kalmışlık kimi zaman da kültürlerin harmanı olarak yorumlanır. Eserlerinde her ne kadar büyük boyutlar ve boyanın kullanım biçimi ile ‘batılı’ formu kullanmış olsa da bakış açısı ile ‘doğu’yu tercih eder. Dönemin zor koşullarına rağmen İslami geleneğin çağdaş bir resimle ifadesi gibi belki büyük ama hiç moda olmayan bir yola girdiğini söyleyen Akyavaş, İslam sembolizminin , hurufiliğin ve en önemlisi dini yaşamla modern öznenin çatışmalarını kurcalayarak sanatına yeni bir zemin bulmuş ve yapılmayanı yapmıştır.

1989 yılında yaptığı “Kâbe” tablosu 2013 yılında İstanbul ‘da düzenlenen bir müzayedede 2 milyon 900 bin TL ye satılarak çağdaş Türk resminin o güne kadarki en pahalı yapıtı olur

Whatsapp Görsel 2024 03 16 Saat 00.12.43 09275Bab